Afyonhaber ve Afyonolay köşe yazarı Mürşide Oklu Ayhan, Sokak hayvanlarını kaleme aldı. İşte o yazı...

Konya’da, pencereleri Eşref Saat Sokağına bakan müstakil bir evde oturduğumuz;  çocuklukla gençlik yıllarını içine alan bir dönemde, doğayla iç içe geçirdiğimiz yıllar bir başka idi. Kırlarda çiçekler, ağaçlar, sokak hayvanları, kuşlar, kelebekler, börtü böceklerle tozun toprağın içinde doyumsuz oyunlarla özgürce yaşadığımız yıllar…

Bu eve yeni taşındığımızda eve alışkın bir kedi,  odalara giriyor çıkıyor, bazen bahçede güneşleniyor, sonra birkaç gün ortadan kayboluyor yine geliyordu. Bizden önceki kiracıların kedisini önceleri benimseyemedik. O da bize alışmak istemedi herhalde. Tam alışıyorduk derken; gitti bir daha gelmedi. Merak etmeye başladık. Aradan geçen zamandan sonra kedinin gerçek sahiplerini bulduğunu öğrendik. Konya’nın bir ucundan bir ucuna taşınan sahiplerini nasıl bulduğuna hayret etmiştim o zaman.

Günlük yaşantımızda insanlarla bir arada olabilen kedilerin tarihteki yeri ve insanlarla ilişkisi on bin yıl kadar öncesine dayandığı söyleniyor. Kediler tarih boyunca birçok ulusun efsanevi öğesi haline gelmiş. Hele eski Mısır’da ilahi varlıklar olarak saygı duyulmuş. Kedilerin tanrıçası Bastet dâhil olmak üzere birçok mısır tanrısı kedigillerle tasvir edilmiş, mumyalanarak gömülmüş. Bugün Mısır’daki kazılarda mumyalanan kedilere rastlanıyor.

Kediler sadece Mısır da değil, Hindistan’da, Pers İmparatorluğunda, Çin ve Japonya, Yunanistan ve Roma’da da saygı görmüş. Kedi bunun gibi birçok farklı kültür ve dönemde büyünün sembolü olmuş. Mısır’da kutsal sayılan kediler Antik Yunan’da karmaşık ruh halleri nedeniyle gizemli canlılar olarak düşünülmüş. Ortaçağ Avrupa’sında ise cadıların işbirlikçisi olarak görülüp şeytanla ilişkilendirilmiştir. İddiaya göre Papa 9.  Gregory’nin “Kediler şeytandır, onları öldürün” şeklinde fetva verdiği söyleniyor. Bu iddiaya göre 25 milyon (bazı kaynaklar 75 milyon)  insanın ölümüne neden olan veba, kedilerin eksikliğinden yaşanmış.

Demek ki doğanın işine karışılmayacak.

Gelelim köpeklere… İstasyon Caddesindeki oturduğumuz bahçeli evimizde sonraları bir yavru köpekle tanıştık.  Sokak kapısının önünde kendisine sahip ararken bulduk onu. Erkek kardeşim annemizden saklı bahçeye alıyor, ekmek, su veriyor. Böylece yavru köpek bizim oluyor. Annem önceleri istemese de sonra o da alışıyor bu sevimli yavruya. Adına “Fındık” diyoruz kurt kırması olan bu köpeğe. Boynuna tasma takarak bize ait olduğunu kanıtlıyoruz. Fındık’a o kadar çok alışıyoruz ki köpeklerin de anlama, denileni yapma zekâlarının olduğunu görüyoruz. Bir insanmış gibi benimsiyoruz.   Beş, altı yıl bizimle yaşadı, sonra belediye ekipleri tarafından zehirlendiğini görenler söyleyince günlerce ağladık çocuk yüreğimizle.

Köpekler 12 bin yıl öncesinden beri insanlarla birlikte yaşamışlar. Önceki zamanlarda sadece avcılık yapan köpekler, yakın zamanlardan beri daha çok insanlarla arkadaş olmaktadır insanoğlu köpeklerin evcilleştirilmesinde önemli rol oynamış. İnsanların arkadaşı, av arkadaşı, kimi zaman dostu olan köpekler dünyadaki en sadık hayvanlar arasında yer alıyor. Tarih kitaplarında dostların sadakatinden çok köpeklerin sadakatlerinden örnekler vardır. Tarihin en etkili köpeklerini konu alan “Uygarlığı Değiştiren 100 Köpek “” başlıklı Sam Stall’in kitabında tarihe geçen ünlü köpeklerin gerçek hikâyeleri anlatılıyor.

Mesela Büyük İskender’in köpeği Peritas, Büyük İskender’i Gaugamela Savaşında bir filin saldırısından kurtarıyor. Köpek ölüyor ve devlet töreni ile gömülüyor. Köpeğin adını bir şehre veriyorlar.

Fala, Başkan Franklin D. Roosevelt’in maskot köpeği, o kadar popüler olmuş ki; binlerce kişi köpeğe mektup yazmış. Filmleri çekilmiş.

Snuppy, klonlanan ilk köpek olarak tarihe geçmiş. Peps ile Fips, Wagner’in opera yazmasına yardım eden köpekler. John Steinbeck, köpeği Charlie’ye esin kaynağı olmuş, “Charlie ile Yolculuk” isimli çok övgü alan kitabını yazmıştır. Aynı yazarın setter cinsi diğer köpeği Toby de   “Fareler ve İnsanlar” kitabının ilk taslağını yediği için yeniden yazdırdığı kitabı olmuştur. Beutiful Joe isimli köpekte hayatı roman olan çok satanlar kitabında yer alan mazlum köpek. Bamse, Norveç Ulusal kahramanı olan köpek.

Mustafa Kemal Atatürk’te hayvanları sever ve sahiplenirdi. “Sakarya” adını verdiği atının yanı sıra, farklı zamanlarda Alp, Alber ve Foks isimli köpekleri olmuştu.

İslam bilginleri, avlanmanın yanı sıra ihtiyaç duyulan diğer alanlarda yararlanmak üzere köpek beslenmesinin caiz olduğunu, ihtiyaç olmadığı halde evde köpek beslenmesinin doğru olmadığının görüşündeler. Konuyla ilgili olarak Hz. Peygamberimiz (Sav)  Ziraat ya da hayvancılık faaliyeti veya ev bekletme, avlanma gibi sebep olmaksızın köpek besleyen kimsenin sevabından her gün bir miktar eksileceğini bildirmiştir.

İslamiyet’in en kutlu köpeği Kıtmir… Rivayete göre Eshab ı Kehf mağarasında yıllarca uyuyan yedi kardeşin köpeğinin adı Kıtmir imiş. Karşılaştığınız en azılı köpeğe dahi 'Kıtmir'in selamı var' derseniz köpek uysallaşıverirmiş.

İnsanlar ve köpekler arasında bir bağ olduğu bilimsel olarak da artık kabul ediliyor. Bu bağı destekleyen bilimsel sonuçlar bile bulunuyor. İnsanlar birbirlerine baktığında, duygusal olarak bağlanır ve oksitosin adında bir hormon salınır. Yapılan araştırmada, köpekler ve insanların birbirlerine baktıklarında, hem insanda, hem de köpekte aynı hormonun salgılandığı ortaya çıkmıştır.

Köpekler, dünyanın farklı yerlerinde farklı statülere sahiptir. Sadakat, dostluk, korunma ve şefkat onların Batı toplumunda da önemi bir yer kazanmasına neden olmuştur. Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avrupa’da köpek bakımı ve beslenmesi milyarlarca doları bulan bir iş haline gelmiş, ayrı bir sektör olarak ele alınır. Batı uygarlıklarında insan ve köpek arasında ki ilişki büyük öneme sahiptir. Buna karşın gelişmekte olan bazı ülkelerde ve Asya’nın bazı bölgelerinde köpeklere bu değerin verildiği söylenemez.

Günümüzün bu akıllı ve sadık arkadaşları, görme engelliler, özürlüler, polisler ve bomba uzmanlarının ciddi iş ortaklarıdır. Koku ve duygusal hislerinin yüksek olması, koruma içgüdüleri zekâları ile birleştiğinde harikalar yaratmaktadırlar.

 Bugünlere dönersek Şimdiki çocuklar beton yığınları arasında suni parklarda doğallıktan uzak büyüyorlar. Çoğu kedi köpeği bırak börtü böcekten, kelebek karıncadan korkuyorlar. Hal böyle olunca gördükleri kedi, köpek salgıladıkları korku hormonuyla üzerlerine saldırıyorlar. Bazı sevgisiz büyüyen kişiler hayvanlara işkence etmekten zevk alıyorlar. Hayvanları sakat bırakarak, gözünü oyarak zarar verdiklerini öldürdüklerini görüyoruz.

Adamın biri, başıboş köpeklerden şikâyetçi olarak yetkili birimlere dilekçe yazıyor. “Sokaktaki köpekler çocuklara ve bize saldırıyor, gerekli önlemlerin alınması” diye. Cevap olarak “merak etmeyin köpekleri kısırlaştırıyoruz. “ Adam da tekrar yazarak “ saldırıyorlar dedim, ırzımıza geçiyorlar demedim”

Evimizde, bahçemizde ya da sokağımızda birlikte yaşamaya alıştığımız bu tüylü dostlarımız, sokaklarda başıboş bırakıldığında zaman zaman tehlikeli olmaya başladılar. Bunları önlemek için çareler aranırken kimi “uyutulsun”, kimi “kısırlaştırılsın”, kimi “barınaklarda beslensin” diyor. Yaşamaya hakkı olan her canlı gibi köpeklerinde yaşamaya hakkı var. Başıboş köpekleri eğiterek, gerekli önlemleri alarak yaşamalarına şans tanımalıyız. Sokaklarda başıboş hayvanların kalmaması dileği ile…