Kırk Yılın İçinden Bakınca

Her yıl 24 Kasım’da, aslında sadece bir günü kutlamıyoruz. Biz, geleceğe emek verenlerin sessiz kahramanlarını; sınıf kapısından içeri her girişlerinde yeni bir nesli omuzlayan öğretmenleri selamlıyoruz.

Günümüzde eğitim artık sadece sınıflarda değil; telefon ekranlarında, evin salonunda, sokakta, sosyal medyada, hatta çocuğun zihnindeki en küçük endişede bile devam ediyor. Eğitim manzarasına dışarıdan baktığımda görüyorum ki, hepimiz aynı gemideyiz, aynı yöne gitmeye çalışıyoruz ama herkes farklı limanlarda oyalanıyor.

Öğretmenler: Yorulmuş kahramanlar

Bugünün öğretmeni yalnızca matematik, Türkçe ya da fen anlatmıyor; aynı zamanda psikolog, sosyal danışman, teknoloji uzmanı, hatta bazen ebeveyn rolüne bile bürünüyor. Sınıfa girmeden önce müfredat baskısı, sınıfa girdikten sonra başarı baskısı, okul çıkışında da veli baskısı…
Yine de öğretmenler hâlâ sabırla, inatla ve büyük bir sevgiyle çocuklara dokunmaya devam ediyor. Belki de bu yüzden toplumun en görünmez kahramanları hâline geldiler.

Öğrenciler: Bilgi çok, dikkat az

Bugünün öğrencisi çok hızlı düşünüyor ama çoğu zaman çok çabuk da yoruluyor. Dijital dünyanın ışıkları gözlerini büyülüyor; dersin ortasında zihinleri başka bir ekranda dolaşabiliyor.
Sınav odaklı bir sistemde büyüyorlar, ama hayattan beklentileri artık sadece “iyi bir meslek” değil; daha özgür olmak, değer görmek, kendini gerçekleştirmek istiyorlar.
Bugünün en büyük problemi, öğrencinin öğrenme isteğinin çoğu zaman sınav kaygısının gölgesinde kalması.

Veliler: Kaygılı, talepkâr ama iyi niyetli

Veliler yalnızca çocuklarının geleceğinden değil, kendi geleceklerinden de endişeli. Bu yüzden bazen çocuğunun üzerinde fazlaca titriyor, bazen öğretmene gereğinden fazla müdahale ediyor, bazen de her şeyi okuldan bekliyor.
Velilerin bu kaygısı çoğu zaman iyi niyetten kaynaklanıyor fakat unutulmasın: Aşırı koruma, çocuğun hayat becerilerini törpülüyor; aşırı beklenti ise çocuğun özgüvenini.

Sistem ise hâlâ eski sorulara yeni cevaplar arıyor

Dünyanın değişim hızıyla yarışamayan bir eğitim sistemi… Müfredatlar yenileniyor, sınavlar değişiyor, isimler değişiyor ama içerideki sorunlar aynı başlıkla duruyor:
“Ezber mi, beceri mi?”

Bugünün dünyasında bilgiye ulaşmak saniyeler alıyor; önemli olan o bilgiyi analiz etmek, yorumlamak, üretmek. Ne yazık ki sistem hâlâ öğrenciyi bilgiyi hafızasında taşımaya zorluyor; oysa dünya iyi ezberleyenleri değil, iyi düşünenleri ödüllendiriyor.

Eğitim bir üçgendir: Öğretmen, öğrenci ve veli. Bu üçgen aynı noktada buluşmadıkça hiçbir reform, hiçbir yeni sistem, hiçbir sınav değişikliği tek başına çözüm olamaz.
Çocuklarımızın elinden tableti almak değil, onlara sorumluluk vermek; öğretmeni eleştirmek değil, desteklemek; öğrenciyi yarıştırmak değil, anlamak gerekiyor.

Belki de eğitimde asıl sonuç, önce bakış açımızı değiştirmekten geçiyor.

Eğitimde “Ne Yapmalı?

1. Öğretmenler için:

· Sihirbazlık yerine iş birliği: Tek başına her şeyi çözmeye çalışmak yerine, diğer öğretmenlerle ve velilerle iş birliği yapılmalı

· Dijital dünya ile barış: Teknolojiye karşı savaşmak yerine onu derslere dahil edilmeli. Öğrencinin telefonu “düşman” değil, doğru kullanılırsa “yardımcı” olabilir.

Dersin ortasında 1-2 dakikalık eğlenceli bir an hem öğrenciyi hem sizi motive eder.

2. Öğrenciler için:

· Dikkat egzersizi: Telefonu tamamen yasaklamak yerine, ders süresince “mini mola” sistemi yapılsa

· Sorumluluk duygusu: Evde ve okulda küçük görevler, özgüveni artırır. Kendi öğrenme planını yapmak küçük bir başarıdır.

· Hatalardan korkma: Yanlış cevaplar, sınav kağıdında değil, öğrenme sürecinde en değerli dersleri verir.

3. Veliler için:

· Kontrol yerine destek: Her soruyu çocuğun yerine cevaplamak yeri, rehber olun.

· Whatsapp molası: Her mesajı okumak zorunda değilsiniz. Çocuk büyüyor, biraz bağımsızlık gerekli.

· Kahkaha kullanın: Sınav kaygısı yüksek olsa da aile içinde mizah her zaman işe yarar.

4. Sistem için:

· Ezberden beceriye: Sınav formatları sadece bilgi ölçmemeli, problem çözme ve yaratıcılığı da teşvik etmeli.

· Esnek müfredat: Dünya hızla değişiyor; müfredat da esnek olmalı, öğrencinin ilgisine ve yeteneğine göre şekillenmeli.

· Öğretmeni motive et: Motivasyonu yüksek öğretmen, öğrenciye ilham verir.

Sonuç olarak: Eğitim tek başına hiçbir kesimin çabasıyla düzelmez; öğretmen, öğrenci ve veli el ele verir, sistem de destek olursa işte o zaman gerçek değişim başlar.

Bugün, geride bıraktığımız yıllara dönüp baktığımda fark ediyorum hayatımızdaki dönüm noktalarının çoğu, bir öğretmenin “Sana inanıyorum” sözüyle başlamış; bir cümleyle, bir bakışla, bazen de sadece sabırla değiştiren insanları yetiştirmiş mimarlardır. Bir öğrencinin gözündeki ışığı fark edip büyüten, potansiyeli ortaya çıkaran ve çoğu zaman görünmeyeni gören insanlar…

Öğretmenlik, sadece müfredatı yetiştirmek değil; hayata dokunmak, yol göstermek, karanlıkta bir fener olmaktır. Bir çocuğun sessizliğini okumak, bir gencin umudunu tazelemek, bir ülkenin geleceğini şekillendirmektir.

“Her zaman şuna inandım: Çocuklar birer boyama kitabı değildir; onları istediğimiz renge boyayamayız. Her biri kendi tonu, kendi ışığı, kendi gölgesiyle dünyaya gelir. Öğretmenliğin de anne babalığın da asıl kıymeti; çocuğu bizim seçtiğimiz renge zorlamak değil, onun içinden gelen rengi keşfetmesine fırsat tanımaktır. Biz yalnızca yol açarız; o ise kendi tablosunu kendi elleriyle çizer.”

Ne yazık ki çoğu zaman tüm bu fedakârlıklar alkışsız, ışıksız sahnelerde yapılır. Belki kimsenin bilmediği bir köy okulunda; belki kalabalık bir şehrin gürültüsü arasında, belki de imkânsızlıklarla dolu bir sınıfın içinde. Ama bir öğretmen yine de dersine girer… Çünkü bilir ki, o sınıfta yetişen her çocuk bir sonraki yüzyılın taşıyıcısıdır.

Bugün, sadece teşekkür etmiyoruz. Aynı zamanda hatırlıyoruz:
Bir öğretmen, tek bir çocuğun kaderini değiştirerek aslında tüm ülkenin kaderine yön verebilir.

Ve bu yüzden, bir öğretmenin emeğinin değeri ölçülemez; bir öğretmenin izi silinmez, bir öğretmenin kıymeti yalnızca bir güne sığmaz.

Tüm öğretmenlere:
Sabrınız için, bilgiyi tutkuyla aktardığınız için, yeri geldiğinde aile, rehber, dost olduğunuz için…
Geleceğimizi şekillendirdiğiniz için…

Teşekkürler.

Emekli bir öğretmen olarak, bugün hâlâ bir sınıfın kapısını görsem, içimde duygularımın kıpırdadığını hissederim. Tebeşir tozunu silkeleyeli yıllar oldu belki, ama o tozun ruhumda bıraktığı iz hiç silinmedi. 24 Kasım yaklaştığında, içimde derin bir sızıyla karışık tatlı bir gurur belirir. Çünkü bilirim ki, öğretmenlik benliğinizden çıkarıp emekli olabileceğiniz bir meslek değildir; bir kere öğretmen olduysanız, ömrünüzün sonuna kadar öğretmen kalırsınız.

Bugün dönüp geriye baktığımda, yılların içinden bana bakan yüzler görüyorum: İlk kez okuma yazma öğrendiğinde gözleri parlayan o minik çocuklar, ergenliğin fırtınalarıyla boğuşurken “Beni anlıyor musunuz?” diye soran gençler, hayata atılırken yolumu gözleyip danışmaya gelen mezunlar… Ve ben her birine yeniden rastlıyorum. Kimi pazarda yanıma yaklaşıyor, kimi bir durakta, kimi de ekranın ucundan bir mesajla:
“Hocam, beni hatırladınız mı?”

İnsan hafızası isimleri unutur belki, ama bir öğrencinin umutla parlayan gözlerini asla unutmaz. O gözler hâlâ belleğimde taptaze duruyor.

Öğretmenlik, çoğu kişinin dışarıdan gördüğü gibi yalnızca ders anlatmak değildir. İçinde kocaman bir sabır, ince bir sezgi, güçlü bir vicdan ve kimi zaman da sessiz bir kahramanlık barındırır. Sınıfa girerken “Bugün hangi çocuğun kalbi kırık? Hangisi evde aç uyudu? Hangisinin gözlerindeki solgunluğu kimse fark etmedi?” diye düşünmeden öğretmen olunmaz.

Ömrüm boyunca yüzlerce öğrencim oldu ama hiçbiri “sayı” olmadı. Kimisi sessizliğiyle, kimisi taşkınlığıyla, kimisi inadıyla, kimisi zekâsıyla beni eğitti. Evet, biz öğretirken aslında çokça da öğreniriz. Öğretmenlik, insanın kendini de büyüttüğü tek meslektir belki de.

Emekli olduktan sonra bazen eski okulumun önünden geçerken içimde garip bir duygu yükseliyor. O kapıdan yıllarca girip çıktım; bazen yorgun, bazen bir haberle sevinç çığlıkları atarak, bazen de bir öğrencinin derdiyle içim acıyorken… Ama her seferinde aynı duyguyu taşıdım: “Bugün bir hayat daha değişebilir.”

Öğretmenlik böyle bir şeydir işte… Büyük fedakârlıklar içeren ama çoğu zaman görünmeyen bir meslek. Toplumsal beklentilerin ağır, imkânların yetersiz olduğu zamanlar çok oldu. Ama bir öğretmenin sahip olduğu en güçlü şey maaşı, ödülü, takdiri değildir. Bir öğretmenin en büyük zenginliği:
Bir öğrencinin hayatında iz bırakmış olmaktır.

Şimdi çoğu meslektaşım gibi ben de emekliliğin dinginliğiyle izliyorum ülkenin gençlerini, okullarını, yeni öğretmenleri… İçimde bir dilek var: Keşke her öğretmen hak ettiği değeri görse, keşkeler yerine imkânlar çoğalsa, keşke bu ülkenin tüm çocuklarına eşit bir eğitim sunulsa. Çünkü öğretmenlik yalnızca bireyleri değil, memleketi ayağa kaldıran meslektir.

Bugün Öğretmenler Günü…
Ama biliyorum ki, takvimde bir gün yetmez. Öğretmenlik, her günün hatırlanması gereken bir emektir. Çünkü biz, sınıfta yalnızca konu öğretmedik; cesaret öğrettik. Sadece dört işlem değil, hayata tutunmayı öğrettik. Sadece ders vermedik; hayalleri büyüttük, özgüven inşa ettik.

Ve belki de en önemlisi; bir çocuğun gözündeki ışığı hiç söndürmemeyi öğrettik.

Tüm meslektaşlarıma – görevde olanlara da emeklilere de – selam olsun.
Bu ülkenin geleceğine attığınız her tohum, yarının ormanında filizlenmeye devam ediyor.

Öğretmenlik, ömür boyu süren bir onur madalyasıdır.
Bizim madalyamız da kalbimizde taşıdığımız anılardır.

Emekli bir öğretmen olarak bugün oturup yılların içinden geçen yolculuğuma baktığımda fark ediyorum ki, mesleğim yalnızca bir iş değilmiş; ömrümün en güzel hikâyesiymiş. 24 Kasım gelip çattığında, bir sınıf tahtasının karşısında geçirdiğim yıllar, defter kokuları, teneffüs çığlıkları ve özellikle öğrencilerimin yüzleri bir bir gözümde canlanıyor. Meslek hayatı bitti ama içimdeki öğretmen hiç emekli olmadı.

Bu yüzden her Öğretmenler Günü’nde kendi kendime şöyle derim:

İyi ki öğretmen olmuşum.

Ve her anımda, her öğrencimde, yeniden öğrenmişim...