Birkaç yıldır yazlar sauna sıcaklığında geçiyor. Hele bu yıl bunaltan sıcaklar soğuk kış günlerini özletti diyebilirim. İnsanoğluna da hiçbir şey yaranmaz. Geçmek bilmeyen uzun kışın ardından yazı özler,  üşüdük mü ‘’Bi yaz gelse artık’’ der dururuz. İlkbahar tatlı tatlı yüzünü gösterip kaçarken, yağmurlardan gözümüzü açamazken geldi yaz. Bahçelerin işleri aksadı yağmurdan.

    Tabii yaz geldi diye yazlıkları olanlar kaçtılar hemen. Tatil planı yapanlar otellerine, pansiyonlarına koştular.  Garibanlar da çalışmaya devam… Yıllık izinlerinizi bile bulunduğumuz şehirde geçirdiler. Hayat pahalı… . Burası başkent,  denizi yok ama öyle nemli oluyor ki bu aylarda, Adana’ya taş çıkartır. Adana’nın adı var. Sıcaktır nemlidir ama alışkın Adanalılar… Geçenlerde klima mucidine lokma döktürdüler dua ederek. Şimdi de kışı arar olduk.

Ya tatile gidemeyenler…  Bir iki senedir ‘’N’oluyoruz yahu? ‘’bile diyemeden şıpır şıpır terin içinde;  alışkın olmadıkları sıcaklarla mücadele etti durdular. Düşünebiliyor musunuz?  Evine klima taktırmaya kalktı Ankaralılar. Mağazalarda klima kalmadı.

        Tatile gidemeyen Ali Bey, yıllık izinde, emekliliğine az kalmış, erken emekli olacaktı olamamış. Düğün yapmak için emekliliğine güvenmişti. Olmadı. Düğüne kalkıştı bir kere geri dönemedi.

 Böyle sıcaklarda dışarı çıkmayayım diyor, olmuyor, markete gidilecek, ekmek alınacak, pazar alışverişi oydu buydu işi çok. Erkenden serinlikte göreyim işlerimi diye yola çıkmak istiyor. Erken merken dinlemiyor sıcaklar, daha geceden serinlememişti ki hava. Güneş ne zaman doğdu, ne zaman kaynattı ortalığı anlamadı.  Bu sefer Ulus’a gidecek. Hava durumunu dinledi sıcaklıklar 10 derece daha artacakmış. ‘’Eyyam-u Bahur sıcakları geldi, Beyrut çöl sıcakları geldi, daha gelecek hangi sıcaklık kaldı?’’ söylendi durdu kendi kendine.

        Gideceğinden değil, hem havalar daha da ısınacakmış, hem de kızının düğünü yaklaşıyor alınacaklar listesi elimde onlar alınacak.  Birazda evdeki düğün hazırlıkları telaşından kaçıyor. Hanımıyla kızı ;  ‘’Yok düğünümüz şöyle olsun, yok arkadaşlarımdan şunları çağıralım,  yok bunlar gelmesin’’  Kızın havası bir ayrı, ‘’ Onu istemem, bunu istemem’’  Anasının havası bir ayrı ‘’Onu isterim,  bunu isterim’’ Ali Beyin eti ne budu ne? Kenara koyduğu üç beş kuruş, hepsi o.

        Kına gecesini kız tarafı yaparmış, salon arıyor. Zaten salonlar dolmuş. Taa kışa kadar yer yok. Olanları da hanımıyla kızı beğenmiyor. Evde yapalım diyor Ali Bey, hanımı; ‘’Aa! Ele güne karşı ne derler ayol’’  Ev zaten küçük hangi birimizin akrabasını alacak. Ali Bey de eşi de ayrı ayrı Anadolu memleketinden. Akrabaların hepsi dışarıdan gelecek. Eh!  Konu komşu, çevreleri de var. Mümkün değil sığılmaz evlere.

        Sığılmaz! Ali Bey de biliyor ama ne yapacak? Kıza kalırsa sanki peri padişahının kızı, beş yıldızlı otellerde saraylara layık kına gecesi istiyor. Görüyor televizyondan, internetten ünlüleri, ‘’onlar gibi olsun düğünüm’’ diyor, özeniyor. Bir tanecik kızı var, istiyor babası ona en âlâsından düğün yapmayı ama…

        Sıcaklar bir taraftan, düğün hazırlıkları bir taraftan, imkânsızlıklar bir taraftan, iyice bunaldı Ali Bey. Evden kaçma bahanesi ile Ulus’a gitmek istedi. Hanım da takıldı peşine, ‘’Şimdi sen bilemezsin rengini desenini, ne alacağını?’’ diyerek atladılar dolmuşa, doğru Ulus’a…

Ellerinde up uzun liste ile Samanpazarı, Çıkrıkçılar yokuşunu tırmandılar. Listede sekiz adet nevresim takımı, Ali Bey; ‘Hanım yatılı okul mu açıyoruz bu ne?’’ Hanımı çemkiriyor ‘’Kızın çeyizi yok dedirtmem!’’ Beş adet yatak örtüsü, biri tüllü olacakmış, Elli tane el havlusu, yüz havlusu, altı kilo boncuk elyaf…  ‘’Boncuk elyaf ne yahu?’’  Ali Beyin bilmediği konuyu yakalamanın keyfi ile hanımın burnu kalkıyor, ‘’Sen anlamazsın! Lazım.’’ 

       Bir taraftan esnafla pazarlık ederken,  diğer taraftan hanımıyla pazarlık ediyor Ali Bey.  ‘’Nevresim dört takım olsun. On adet havlu… Onu bırak şunu al. ‘’ diye daha ucuzlarına yöneliyor.  İkisi de işi inada bindirdi. Sıcak bunaltıyor zaten.  Bir taraftan, hanımı alıyor öte taraftan Ali Bey bıraktırıyor.  Sonunda aldılar alacaklarını. Daha fazla uğraşamadı Ali Bey, hanımının dediğinin çoğunu aldı. Ah kredi kartları…

       Kolları,  elleri ağır eşyalarla dolu... Yürümekte zorlanıyorlar Ali Bey, kucağında paketlerden önümü bile göremiyor. Sırılsıklam olan gömleğinden sular pantolonuma doğru çağlayarak akıyor. Gözünün içine ter doldu, yanıyor. Hanımı da ondan farklı değil. Saçları ıslak, rimelleri akmış gözlerinin altı kapkara.

       Dolmuşa yetiştiler kendilerini attılar içine. Elimizdeki paketlerle zor zar oturdular. Yorulmuşlar da… Neyse ki yer buldular. Bir iki kişi daha bindikten sonra hareket etti dolmuş. Hava zaten sıcak, dolmuşun içi daha da sıcak,  hamam adeta...  Yanıyor, kavruluyorlar. Susuzluktan dilleri damakları kurudu. Önlerinde oturan 65-70 yaşlarında bir amca şoföre; ’’ Oğlum şu klimayı aç piştik!’’ diye seslendi.  ‘’Sahi ya neden hiç aklımıza gelmedi klimayı açtırmak’ ’diye düşündü Ali Bey. Dolmuşta bulunanların hepsi umutla şoföre baktık. Hiç duymadı bile şoför.

        Dolmuş yola devam ediyor, deminki amca ya baktı Ali Bey. Bir daha tekrar eder mi diye. Sıcaktan gömleğinin yakasının bir kaç düğmesi açılmış, yakasının içine soktuğu kâğıt peçeteler dışarı bölük pörçük sarkmış, pancara dönmüş yüzünü durmadan siliyor amca. O sildikçe uzamış kaşları gözünün içine giriyordu.  İkide birde başını arkaya çevirip camları kapatan oldu mu diye kontrol ediyor. Camlar sımsıkı örtülü. Cam kenarında oturanlar camı açmak için zorluyorlar, açılmıyor camlar.

        ‘’Bu sıcaklar, yedi gün kalıcı parfüm, ucuz diye satanların yüzünden oldu. Deldiler ozon tabakasını cayır cayır yanıyoruz.  Tabii atıyorlar nükleer bombaları; değiştirdiler güzelim havaları, ağaçları kestiler, ormanları yaktılar…’’  Amca epeyi söylendi. Ne küresel ısınma kaldı söylemedik, ne Amerika, ne Rusya. Çin’e kadar uzandı… İç ve dış siyasete de girdi çıktı. Sonra aklına klima geldi, bu sefer yüksek sesle ve sinirli  ‘’Kaptan! Aç şu klimayı yahu’’  Şoför yolcu bindirmek için durdu, yine duymadı. Yollarda sık sık duruyor zaten, iki gidiyor bir duruyor. Trafik sıkışık. Hep de kırmızı ışıklara denk geliyorlar.

       Yine umutla baktılar şoföre,  açtı sanıyorlar yok. Sıcak sıcak… Hâlâ sıcak. Yakalarını serinlemek için sallamaya başlıyor yolcular. İçeri birde burunlarının direğini sızlatan ter kokusu yayılıyor.   ‘’Açsana şu klimayı, ne laf anlamaz adamsın!  ‘’  Yaşlı adamın çıkışına şoför gayet sakin, ‘’Klima bozuk!  Camları açın, bende arada kapıyı açarım idare ediverin ‘’dedi.

Yaşlı amca zıpladı yerinden, Biraz önce toplumsal konuları kendi kendine söylenirken sinirlenmişti zaten, bütün sinirini şoförden çıkaracak,  ‘’Ne demek klima bozuk? Parasını almayı biliyorsunuz. Bu işi yapıyorsan bakacaksın dolmuşuna, kliması mı bozuk?  Frenimi bozuk? Camları açılıyor mu, kapanıyor mu? Dolmuşu sürmekle olmaz bu işler’’ Çığırından çıktı amca, bağırıyor da bağırıyor. Durdu biraz  ‘’Siz şoförler hepiniz aynısınız’’ birde küfür savurdu ardından. Şoför birden irkildi, diğer saydıkları neyse de, küfür olmadı. Amca ver yansın ediyor. ‘’ Bedavadan vermişler dolmuş plakasını, müşteri kimin umurunda, yanıyor mu?  Pişiyor mu? Araç dolmuş hala yolcu alıyorsun, seni şikâyet edeceğim.’’ Şoför,  ‘’Ben ekmek paramın peşindeyim, evde beni bekleyen iki çocuğum var. İşinde gücünde adamım ben. Evimde ne pişiyor?  Mazot olmuş kaç para? Haberin var mı?’’

        Her şeyden haberi vardı yaşlı amcanın, sıcak başına iyice vurmuş; ne şoförü duyuyor, ne kendini… Verdi veriştirdi. Efendi gibi duran şoförde bıraktı efendiliğini, yavaşlattı dolmuşu. Sağa çekti. Durdu. ‘’İn ulan aşağı, götürmüyorum’ ’Yaşlı adam ‘’İnmiyorum eşşek gibi götüreceksin! ’’  Küfürler havada uçuşuyor. Dolmuştaki yolcular kime hak vereceğini şaşırdılar.

       Şoför’ ’Dolmuşu boşaltın başka dolmuşa binin gitmiyorum.  Klima bozuk… Var mı diyeceğiniz?’’ dedi ve kontağı kapattı, indi dolmuştan.

       Şoför sigarasını yaktı. Bağıra bağıra söyleniyordu. ‘’Benim iki çocuğum var, alnımın teri ile namusumla evime ekmek götürüyorum. ‘’ Ağlıyor mu? Yalvarıyor mu? Belli değil.

        Önce hemen inmediler, beklediler siniri geçer diye. Geçmedi. Sonra yolcuların hepsi indi dolmuştan. En son yaşlı amca indi, daha doğrusu inmek zorunda kaldı.

        Niyeti ciddi gitmeyecekti dolmuş. Ali Beylerin inişi yine zor oldu. Bin bir güçlükle yerleştirdikleri paketlerini sendeleye sendeleye indirdiler. Şoförle konuşmaları hiç kâr etmedi. Yaşlı amcayı susturamadılar zaten.  Dolmuş şoförü yolcuların paralarının yarısını iade etti. 

        Bir saat kadar bekledi Ali Bey ve eşi başka dolmuşu. Dolmuşlar yanaşmıyor bile, tıklım tıklım dolu, yolun ortasından hızla geçip gidiyor. Yol kenarında bekleyen bütün yolcular, elleriyle kollarıyla durdurmaya çalışıyor, kimisi hızla giden dolmuşun arkasından elleri havada koşuyordu. Onlar öyle bakınırken, koşarken, boşalttıkları dolmuş gitmiş haberleri bile olmadı. Yaşlı amca; ‘’dolmuşun plakasını alan oldu mu? diye sordu. Olmamış.

       Yolcu indirmek için yanaşan başka dolmuşa, hepsi de hücum etti. Zaten dolu gelen dolmuşa binmeleri epey vakit aldı. Hanımı dolmuşta, Ali Bey dolmuşun kapısında, paketlerini olağan üstü çaba ile içeri alabildiler. Nasıl bindiler kendileri de şaşırdı.

       ‘’Bu sıcak havada;  şu bozuk klimanın yaptığına bak sen’’ Ali Bey bütün kabahati bozuk klimaya ve sıcak havalara yüklüyordu.