KAR YAĞAR, ERİR ÖMRÜM

 

Hayrettin DURMUŞ

 

Çocukluğum Sultandağlarının eteklerinde, Karapınar’da geçti. Ne çok yağardı kar o zamanlar. Toprak damlar kürünürdü her gün. Evler kar altında soluk alırdı adeta. Biriken kar boyumuzu aşardı. Bir keresinde bizim evin kapısını da kaplamıştı. Komşuların açtığı tünelden çıkmış, okula öyle gidip gelmiştik. Bir de tipi savurursa evin yolunu bulmak da güçleşirdi. Rüzgâr soluğumuzu keserdi. Hüzünle hatırlasak da o günlerin ne güzel günler olduğunu şimdi daha çok anlıyoruz. Hele naylon torbalar üzerinde kaydığımız anların keyfine diyecek yoktu.

 

Hem çocukluğumuza gidelim, hem de Kar’ın hikmeti üzerinde düşünelim isterseniz:

 

Kar yağar yola ve için türküyle dolar, haber bekler durursun. Kıyamazsın sevdiğine, vefasızlığı yakıştıramazsın ona ve “Yollarına kar mı yağdı gelmedin?” diye suçu yüklersin kara. Vuslat uzarsa âşık alır sazı eline ve şöyle seslenir:

 

“Bu yıl bu dağların karı erimez 

Eser bâd-ı sabâ yel bozuk bozuk…”

 

Kar aydınlığı yayılırken ufuklara gam kaplar yüreğinizi, bunalırsınız, acılar tazelenir, içiniz kararır. Kar ışığını sağarken bembeyaz, siz bir kara haber alırsınız ondan terleyerek…

 

Kar yağdıkça yerdeki eski karın üzerini kapatır, çürüyen, çamura bulanan kısımlarını örter de, bir tek içinizdeki yaranın üstünü örtemez.

 

Kar yağar, biriktikçe birikir ama güneş gülümseyen yüzüyle buluttan çıkmaya görsün, göz göz olur kar, dayanamaz, sonunda erir damar damar ve sessizce karışır gider ummana…

 

Kimsenin parmak izi kimseye benzemez. Her insan yalnızca kendine benzer, kendine özgüdür. Kar da öyle. Bir kar tanesinin diğerine benzediği görülmemiştir. O muazzam ahenk içinde hepsi birbirinin aynısı zannederiz ama her kristal diğerini kıskandıracak güzellikte, her birisi ayrı özellikte, ipekten kanatlarını çırparak konarlar yeryüzüne ve dağa taşa, kurda kuşa selam verirler. Nihayet onlar da bizim gibi karışırlar toprağa…

 

Merhametlidir kar. Erirken hayat bulur yer altındaki sular. Yorgan olup örtülür ekinin üstüne. Kar yağdı mı bir umut dirilir ekincide ve ataların sözü gelir dile. “Kar yılı var yılı” der sevinir. Bolluk ve bereketi müjdeleyen bir habercidir o. Gelişi hasretle beklense de mekânı ulu dağlardır. Yükseklerden dökülür, yeryüzünden sessiz sedasız çekilir, yerini bahara, yaza bırakır. Dumandır arkadaşı, vefalıdır, terk etmez dostunu, bekler sabırla dağı, taşı.

 

Karda gezip de izini belli etmeyenler kim bilmem ama âşıkları en çok kar ele verir. Kar da nazlanır bir sevgili gibi, o da saklanmak için gizli bir köşe arar. “Kar kuytuda eğleşir” sözü onun için söylenmiştir belki de. Tertemiz olsun insanlar, kalp leke kaldırmaz diye mi bembeyaz elbiseler giyerek gelir, yoksa nezaketi hatırlatmak için mi ipeğe bürünerek iner dünyamıza? “Ne kadar çok yağarsam yağayım yaza kalmam, giderim” diyerek, gençliğimize, kuvvetimize güvenmemeyi öğütleyip, eriyen ömrümüzü mü hatırlatır bize? Nedir muradı karın bilinmez.