BU TELAŞ NİYE?

Hayrettin DURMUŞ

Uyandığımız her sabah, yattığımız her gece gündemimiz o kadar çok değişiyor ki, koşar adımlarla bile takip edebilene aşk olsun. Bir acı haberin soğukluğunu üzerinizden atamadan yenisi çörekleniyor içinize. Gündemin içinde boğulmamak için ne yapsak acaba?

Oysa ay dolanıyor, yıllar geçiyor, günler birbirini takip ediyor, her şey yörüngesinde kendisine tayin edilen işi yapıyor. Güneş hiç vaktini sektirmeden doğuyor, batışını bir saniye bile geciktirmiyor. Günler her sene aynı vakitte uzuyor, aynı vakitte kısalıyor. Cemre’nin havaya, suya, toprağa hasreti hiç bitmiyor. Bulutlar mavi gökten hiç gitmiyor. Yağmur bir görünüp bir kayboluyor ve bu muhteşem ahenk, bu muazzam disiplin hiç değişmiyor.

Öyleyse bu telaş niye?

İnsanoğlu hep telaşlıdır, yoğundur, işleri bir türlü bitmez, zaman bir türlü yetmez. Hep acelesi vardır, plânları vardır yarına, öbür güne dair.

Dünyadaki birçok meseleye kafa yorar da; güneşe gülümsemeyi, aya el sallamayı, buluta seslenmeyi, çiçeğe selam vermeyi, rüzgârın uğultusunu, kuşların cıvıltısını dinlemeyi unutur.

Yaşadığımız dünyadaki muazzam ahengin, muhteşem görüntünün, atın, otun, böceğin, sineğin kendisi için olduğunu anlamaz, hatırlamaz.

Hayatı paylaştığımız her canlının farklı bir görevi vardır oysa ama insan kendisinin ve çevresinin farkında değildir çoğu zaman. 

Dalların ıtıra dönmesinden anlamaz mıyız baharı? Ağustos böceğinin ötmediği yaz buruk bir yaz değil midir? Onlar saz çalacak ki biz uykuya dalacağız. Sonbaharın güzelliklerini silecek kar. Her yer, her yön beyaza bürünecek.

Gün gelecek beyazlıklar içinde bir ırmağın sularına karışıp gideceğiz ummana.