Bir önceki yazımızda İran hakkında yanlış bilinenler üzerinde durmuştuk. Devam eden değerlendirmelerimizde de öyle olacak; içerik farkıyla elbette...
Ama bu arada siyonizmin temsilcisi, arkasına aldığı global haydut ve medeniyet düşmanları ile katliamlarına devam etti. Bu yüzden yeni gelişmeleri de işin içerisine katarak büyük fotoğraf üzerinde durmaya devam edeceğiz. Yanlış anlaşılmasın; Nasrallah cinayetini sıradanlaştırıyor değilim. Siyonist cinayetleri bildiğim gibi, Nasrallah’ın İran’ın politikalarına destek için Suriye sahasında işlediği cinayetlerin de farkındayım; şükürler olsun...
Konuyu, üzerinde yapılmamış tartışmanın kalmadığı olay üzerinden izah edelim isterseniz... Saddam Hüseyin bir katildi değil mi... Peki bu durum profesyonel ve global katil Amerika’nın Irak’ı işgal edip Saddam Hüseyin’i idam etmesinin arkasında olmayı gerektirir mi... Okuma-yazma bilmeyen rahmetli annem (1931 doğumlu idi) bile o doğal hali ile Saddam Hüseyin’in işgalci devlet Amerika’nın, onun tanımlamasıyla gâvurun gözetiminde idamına tepki göstermişti. Başka detayı nereden bilsin Türkiye’nin o karanlık döneminde yetişmiş bir insan... İrfani birikimi ve bir çocuk saflığı ile tarafını belli etmişti o dönem...
Coğrafyanız üzerinde hesabı olanların, o ya da bu gerekçeyle arkasında yer almak eğer ihanet değilse, gaflettir. Kendi saikleriyle bile olsa bu türden kimselerle mücadele içerisinde olanların ayağına çelme takmak da böyledir. Nasrallah muhtemelen içeriden giden istihbaratla mevzubahis saldırının kurbanı oldu. Şimdi bir an için düşünün; kendinizce gerekçelendirerek mücadele içerisindeki kişi, örgüt ya da devleti açığa düşürüyorsunuz. Hatırlarsanız 1967 savaşından önce Iraklı bir pilot savaş uçağıyla birlikte İsrail’e kaçmış ve hava kuvvetlerine ilişkin sırları para karşılığında bu ülkeye devretmişti. Bu bilgiler sayesinde İsrail 6 gün içerisinde hepsinin işini bitirdi. Oysa İsrail hava kuvvetleri o dönemde bölge ülkelerinden daha güçlü değildi.
Eğer Saddam Hüseyin yargılanacak ve idam edilecekse, coğrafya üzerinde hesabı olanları ülkeye davet ederek olmalı değil bu... Belki Saddam’ı idam ettirip içinizi soğutursunuz ama, işte bugünkü Irak’a dönersiniz. 15 Temmuz’da olan da farklı değildi aslında... İş birliği içerisindekiler başarsaydı, yerinizde şimdiki gibi rahat oturabileceğinizi mi zannediyorsunuz. Karşı duruş buna izin vermedi ve Irak’ın, Suriye’nin aksine coğrafyadaki planlar suya düştü.
Şer cephesinin değirmenine su taşıyan her ne varsa karşısında durmak gerek... Kendine has nedenlerle İran’ın Filistin davasına sahip çıkmadığı ve Kudüs’ün kurtuluşu için mücadele etmediği söylenemez. Sizin-benim bakımından da durum böyle olması gerektiğine göre, söz konusu ‘idea’yı zayıflatacak ya da düşman planlarını güçlendirecek duruşa dolaylı da olsa destek verilemez.
Hizbullah’ın, İran’ın bölgedeki uzantısı olduğunu bilmeyen yok... Hizbullah ya da İran’ın İsrail ya da arkasındaki güçlerle savaşmak yerine iş birliği yaptığını söylemek muhatap almaya değecek türden bile değildir. İran ya da akasındaki örgütleri ‘kutsal davanın’ savunucusuymuş gibi gözü kapalı savunmak ise bir başka yanılgı noktasıdır (bu konuyu sonraki değerlendirmelerimizde ele alacağız inşaallah).
Buradan not düşmüş olalım; bu ülkenin pek yakında savaşa doğrudan taraf olacağı çok kuvvetli bir ihtimal... Zira İran sürekli tahrik ve tahkir edilmektedir. Kanaatimce İbrahim Reisinin ölümü de İsrail bağlantılı olarak şüphelidir ancak, Heniye suikastı gizlenebilir türden değildir. Üstelik kendi topraklarında icra edilmiştir. Savaşı yayma çabası içerisindeki İsrail Nasrallah cinayeti ile bu hedefini bir ileri noktaya taşımıştır. İran belki de bir sonraki seferde nükleer tesislere İsrail-ABD müdahalesi ile karşı karşıya kalacaktır. Savaş çıktı ve İran işgal edildi diyelim. İran halkının, Türkiye’nin, diğer bölge ülkelerinin hangi çıkarı vardır burada... İran’la yaşadığımız sorunlar bu işgale göz kırpmayı meşrulaştırmaz.
Stratejik zorunluluklar kimi zaman önceden hesap edemediğiniz ittifakları gerekli kılabilmektedir. Sözgelimi Kırım Savaşında Osmanlı devleti Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile iş birliği yapmıştır. Ya da Kurtuluş Savaşı esnasında Rusya’nın çeşitli destekleri olmuştur. Rusya elbette bunları kendi çıkarları için yapıyordu ama o an için ortak bir hedef vardı. Nitekim savaş sonrası Rusya ya da Sovyetler Türkiye’yi kendi blokuna çekme politikası izlemiştir, hatta savaş ve işgalle tehdit etmiştir ama o dönemdeki bir başka stratejik çıkar kendisine NATO içerisinde karşılık bulmuştur.
Baş kısma dönecek olursak; bir an için İran ya da desteklediği grupların da çabası ile Filistin davasının İsrail ve arkasındaki insanlık ve medeniyet düşmanlarına üstün geldiğini varsayalım. (Böyle değilse bile bir başka türlü olacak zaten). İran ve desteklediği gruplar doğal olarak söz sahibi olmak isteyecek... Kudüs’ün kurtulmuş olmasına ya da Filistin’in özgürlüğüne değmez mi bu durum... ‘Büyük İsrail’ için yeni mevziler kazandıracak olan aksi durum daha mı iyi bir seçenek...
Sonuç vermiş örnek de verelim isterseniz... Türkiye Azerbaycan’a destek vermiş ve Karabağ kurtulmuştur. Azerbaycan’ın kendisine has nedenlerle İsrail’le ilişkisi de bilinmedik değildir. Bu gerekçeyle Karabağ’da destek esirgenseydi ve Karabağ hala işgalcilerin elinde olsaydı daha mı iyi olacaktı.
Saddam Hüseyin’in de, Nasrallah’ın da suçu-cezası varsa (el-cevap öyledir) bu cezayı vermek coğrafya üzerinde planları olanlara alan açmayı gerektirmez. Ahiret hesabı elbet var. Dünyadaki hesabı ise işgalcilere değil, mazlumlara bırakmak gerek... Yoksa önce Saddam’ın heykelini yıkar, idam edersiniz, ama sonra arkanızı kimse toplayamaz.
Not: İran ve Şii siyasetine ilişkin şerh ve çekincelerimize sonraki değerlendirmelerimizde yer vereceğiz inşaallah...