Eski yoğurt pazarı kavşağından geçerken,

Anılar takıldı birden aklıma, durup dururken,

Neydi o kalabalıklar, o telaş. Vakitte çok erken,

Öğlene kalmaz dağılır, elin boş dönersin bazen.

 

’Bak yoğurdun tadına, beğenmezsen alma.’’

Göz göze gelmiştik, pazarda yoğurtçu kadınla,

Ak kesesinden açtı süzülmüş yoğurdu, ısrarla,

 Sunarken kesesini yüzüme bakmıştı merakla…

 

Dalmışım pazarın şenliğine, dilimde yoğurdun tadı,

’Al hanım abla’’ göstermişti önündeki yağı, kaymağı.

Baktım eline yüzüne yoğurtçu kadının, bembeyaz yaşmağı,

Güven vardı temizliğinde, sözünde;  bu yoğurttan almalı.

 

Sormuştum ‘’ Nerenin sütü? ‘’Anlattı öğünerek köyünü,

Gözleri dalmıştı gençliğine, sağarken ineğinin sütünü,

Alışkın nasırlı elleri ile her sabah, her Allahın günü,

Bir bir söyledi; doldurduğu kovasını, harcadığı bütün gücünü…

 

’Yaşımı bilmem, anamdan doğalı yaşarım’’demişti,

Rutine bağlamış işlerini, habersiz geçiyordu günleri.

 ‘’Ekmek yok çalışmazsan eğer, daha dün mayaladım peyniri,

Hile olmaz benim yoğurdumda, sütümde kendi ürünüm her biri’’

 

Şimdi nerelerdesin, şalvarı çiçekli, önüceği işlemeli köylü kadın,

Hala çalışıyor musun? Kim bilir hangi pazardasın, nasılsın?

Tadını arıyorum eski yoğurtların, sütlerin, yağların, kaymakların,

Artık adı kalmış, anılarda yokuş aşağı, eskimiş,  yoğurt pazarının…