Eskiden (orta çağda, ilk ve ilkel zamanlarda) gücü elinde bulunduranlar, hükmettikleri tebaanın kendi dinlerine hatta aynı din içerisinde kendi mezheplerine, bir ileriki aşamada kendi 'meşreplerine' girmesi için kaba güç kullanırlarmış... Korkudan mıdır bilinmez ama, pek çok kez de sonuç vermiş... Kabile şefi ya da kralın din değiştirmesi ile topluca 'ihtida' ederlermiş... Roma'nın Hristiyan olması böyledir mesela... Kısmen Türkler için de geçerlidir bu durum... Karahanlı Devletinin hükümdarı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olmasıyla İslam Türkler arasında hızla yayılmıştı nitekim…

 

Hristiyanlık içerisindeki Katolik, Ortodoks veya Protestan kavgası da böyledir; İslam dinindeki Şii-Sünni ayrılığı da... Birbirlerini ağır bir şekilde suçlar, hatta tekfir eder, fırsat bulduklarında tepesine binerler... Kalıntıları hala devam eden Avrupa'daki pek çok savaş bu yüzden olmuştur mesela... Katolikler Dördüncü Haçlı seferinde (1204) Ortodoksluğun o zamanki merkezi kabul edilen Konstantinapolis'i (İstanbul) işgal edip yağmalamışlar, hatta Ortodokslara yarım asırdan fazla devam eden bir fetret dönemi de yaşatmışlardı. Ortodokslar ise aynı dinden olmalarına Haçlı Seferlerine destek vermemişler, hatta aleyhlerine istihbarat taşımıştır.

 

Şii-Sünni çatışması da öyledir... Şah İsmail kendisini güçlü hissettiğinde tebaasını Şiiliğe zorlamış ve sonuç da almıştır. O döneme kadar Şii olmayan İran bugün Şiiliğin merkezi ve İslam dünyasıyla pek çok çatışmanın sebebi olmuştur. Şah İsmail becerebilseydi Anadolu’yu da aynı akıbet bekliyordu. Durumun vahametini gören Yavuz babasına karşı durarak, hatta bir anlamda darbe yaparak duruma müdahale etmiştir. Osmanlı aynı yöntemi benimsememiş, 'hak' olarak kabul etmediği Şiiliğin siyasi etkisini bertaraf ettikten sonra 'tekke'leri aracı yapmak suretiyle zamana yayılı olarak bu insanların inançları üzerinde etkili olmuştur.

 

Ama tabi bir bütün olarak bertaraf edilebilmiş değildir. Nesilden nesile, ağızdan ağıza, sözlü kültürle aktarılan yarım-yamalak bilgi kırıntıları ile tarihi düşmanlık bugün de devam ettirilmektedir. Bu yüzden Osmanlı'nın yıkılmış-dağılmış olması ya da tekkelerin kapatılmış olmasını bir rövanş olarak görenler var. Ama ne var ki, zaman zaman etkin olsalar da, yeni yönetim de onlara göz açtırmamıştır. Nitekim Dersim isyanı sadece kabile ya da etnisite isyanı değil aynı zamanda mezhepseldir. Yavuz Selim köprüsünün adı verilirken gösterilen tepkiyi hatırlayın... Ya da genel olarak Osmanlı düşmanlığı yapanları... Hepsi aynı kanaldan beslenmektedir.

 

Gelelim günümüze... İnsanların din değiştirmeye zorlanma gibi bir durum yok elbette… Değişen dünyaya Türkiye de ayak uydurmuş ve doğrudan din irtibatlı kurumlar kapatılmıştır. Aslında yapılan yine aynı şeydir. Sonuca bakarak anlayabiliriz bunları… Nasıl o kadar insan bu süreç içerisinde Allah'ın dini ile arasına mesafe koydu öyle... Ve nasıl oldu da Allah'a inandığını ileri sürenlerin hayatı ve kutsalı değişti, nasıl gergedanlaştı. (gergedanlaşma; baskı ve korku nedeniyle kurulu rejimin bir parçası olmak...)

 

Malum; biz esas savaşı İngilizlerle yaptık… Yunan sonradan sürüldü önümüze… Hülyalar yaşayan Yunan ordusunun nasıl denize döküldüğü tarih kitaplarında yazar. Bu bir başarıdır elbette… Anadolu insanının başarısı… Bir süre sonra İngilizlerin çekildiklerini de biliyoruz. Bu çekilmenin yukarıda mevzu bahis edilen siyasal-toplumsal değişimle bir ilgisi yok mu… Ya da İngilizler Boğazlar sözleşmesinin imzalandığı 1936’ya kadar İstanbul’un işgalini neden devam ettirdi ve arkasından hangi şartlarda çekildi… Bu soruların tatmin edici bir cevabı yok ne yazık ki…

 

Bu İngilizler öyle profesyonel ki... Amerika, Rusya haltetmiş... Yoksa gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu nasıl kurar ve bilmem şu kadar yıl hakimiyetini devam ettirebilirdi… Tereyağından kıl çeker gibi hallediyor işini... Son ana kadar ortalarda gözükmüyor...  Üstelik ona ve adamlarına karşı hayranlık duyuyor, varlığınızı varlığına hediye ediyorsunuz... Kendiniz olmaktan çıkıp onun gibi olmak için ne varsa elde avuçta feda ediyorsunuz... Yani bir anlamda katilinize aşık oluyorsunuz ama bunu hiçbir zaman da farketmiyorsunuz.

 

Ne demişti Churchill Çanakkale savaşını kaybedince; ‘evet onları yenemedik ama tomurcuklarını kopardık...’ Çok doğru söylemiş... Nesil devam etiğine göre başka tomurcuklar yerleştirilmiş anlaşılan... Hitler de onların tomurcuklarını kopardı, Alman harbinde... Daha tam olarak gelemediler kendilerine... Üzerine güneş batmazken bir zamanlar, şimdi adaya sıkıştı kaldı... Ona da onun yolundaki yolculara da oh olsun yuh olsun...

 

İsterseniz ustadına bırakalım son sözü:

 

"Ebu Leheb öldü" diyorlar: Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor! (A. N. Asya)

 

Sadece kıtalar dolaşsa... Asırlar dolaşıyor... Putlar yeniden zuhur etti YA MUHAMMED...! (SAV)