İnsan çağlar öncesinden beri ona ölümsüzlük sunacak ab-ı hayatı arar. Oysa hayat ölüme akmaya yazgılı bir ırmak. Zamana karşı (in time) adlı bir film izlemiştim. İnsanların ömürleri bileklerine gömülü bir dijital saate yüklenmişti. Adeta her insanın bir ömür barkodu vardı. Zenginlerin onbinlerce saati varken, yoksulların bazen ayakkabılarını bağlayacak kadar bile zamanları yoktu. “Zira zamanın rahatlıkla satın alınabildiği bu sistemde zenginler sonsuza kadar genç kalarak yaşarken fakir ve güçsüz olan ise ölerek, elenir. Üstelik kendi yaşayamadıkları yıllar başkalarının hayatlarına eklenir. Güçsüz olanlar sadece bir gün daha hayatta kalabilmek için 'zaman' dilenir, ödünç alır hatta bazen zamanı çalar”. Zaman nedir? Ele avuca sığmaz ve biriktirilemez, ödünç verilemez, bankadan satın alınamaz bir şey.

Manevi ananem Fikriye; iş olacağına varır ahmak düşündüğüyle kalır derdi. Hepimiz aynı gemideyiz sözünün kriz zamanlarında hepimiz aynı tüneldeyize dönüştüğünü düşünüyorum. Tünele benzetirim zor günleri. Hem karanlıktır hem de ışık ve karanlığın oyunlarıyla bazen ürkütücü görünür. Ancak yolun devam etmesini sağlayan da bu tüneldir. Açıl susam açıl der, suyu deler, dağı deler, yola devam ettirir. …hedefe ulaşmayı kolaylaştırır güçlü yol, geçittir. Hala rotamızda olduğumuzdan eminsek tünele girdim diye üzüntüye, korkuya kapılmayız . Malum virüsün salgını da sanki bir tünel. Tüneldeki yolculuğumuzda öğreniyoruz ki telaşa kapılarak, ortalığı kışkırtıp, korkutarak, bencilleşerek birbirimizin sırtına basarak değil ancak bütün tedbirleri uygulayarak , paylaşarak, yardımlaşarak, umut ederek ve umut vererek ve birbirinin iyiliğini düşünerek ve öyle davranarak var olabiliriz, tünelden dışarıya çıkabiliriz. Otomatik Portakal adlı romanından 15 yaşındaki kahramanı üzerinde , “iyi ya da kötü nedir?”, “İnsan özgür iradesiyle kaderini seçebilir mi?” gibi soruların yanıtlarını kurcalarken “Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum..”. demiş Antony Borgess.

Güven, umut, iyimserlik ve dayanıklılık. Frans de Waal Empati Çağı adlı kitabında şöyle yazar: ‘Bencil güdülere ve piyasa güçlerine dayalı bir toplum zenginlik üretebilir, ama hayatı daha değerli kılacak birliği ve karşılıklı güveni kesinlikle üretemez. Bu yüzden, mutluluğun ölçüldüğü araştırmalarda ilk sıralarda en zengin ülkeler değil, vatandaşlarının birbirine en fazla güvendiği ülkeler bulunuyor”. “Geleneksel ekonomik sermaye para, taşınmazlar, eşya, maddi varlık olarak tarif edilir. İnsan sermayesi ise tecrübe, beceri, bilgi ve fikirlerden oluşur. Sosyal sermayeden dem vurduğumuzda ilişkiler, temas ağları, arkadaşlar aklımıza gelir. Son dönemde bu kavramlara bir yenisi eklendi: Pozitif psikolojik sermaye. Burada da güven, umut, iyimserlik ve dayanıklılıktan söz etmiş oluyoruz . Kendimizi kötülemekten, kendimizi beğenmemekten yorulmuş olmalıyız artık. İçimizde bir tutam iyi varsa onu birlikte büyütelim ve bir ortak kader olarak Türkiye’ye inancımızı tazeleyelim” diyor Prof. Dr. Kemal Sayar. Alınan tedbirlere uyalım, elimizi sık sık yıkayalım, 1.5 metre mesafeyi koruyarak iletişim kuralım, hapşırırken ağzımızı kapatalım, bol bol su içelim vb. Olacak olan olur ve krizler içlerinde fırsatları da barındırır . Elbette tedbir bizden takdir Allahtandır. “Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz ise bilemezsiniz /Bakara 216”.

Virüsün ve gündemin nereye evrileceğini bilemiyoruz. Lakin bedenimiz kadar ruhumuzun da hijyenine ve gıdasına itina gösterelim. Tedbiri elden bırakmadan ve umudumuzu yüksek tutarak üstesinden geleceğimize inanıyorum. Akıbetimiz hayrolsun.