Şiir, fiil kökünden bir isim olup, his, duygu, demektir. His, olumlu ve olumsuz her türden duyguyu kapsar. Bir konuda, yeryüzündeki kişi adedince his vardır. Ucu açıktır; metresi litresi, sabitlenmiş manası yoktur. Birisi bir şiir yazar; başkası o şiirde kendisini bulur. Mesela “Mona Roza” şiiri yazıldı. O şiirdeki duyguları üç aşağı beş yukarı çok kişi yaşadı. Herkes “komşu kızın Karacaoğlanı” gibi şiir yazamaz. İşte şiirin şöhreti burada başlıyor. Herkesin gizli duygularını dile getir; şöhrete ulaş! Herkesten birisi olmak, böyle bir şeydir. Bunun hepten ifsat olmuş şekline; Flört: Aşkın test sürüşü diyoruz. Bu tür bir şiir, kişinin kendi meselesidir.

     Şiirin bir de vatan meselesi boyutu var. Sipariş üzere şiir yazılamaz. İstiklal marşı bunun istisnasıdır. İstisnalar kaideyi bozmaz. 15 Temmuza ve o kadar orman yangınına istinaden şiiri bırak ağıt bile yazılamadı. Çünkü İslami kavramlar üzerinden düşünülmüyor. İstiklal Marşı esasen şiir değildir; şiir formatında çok güçlü İslami bir metindir; Kuran’ın ve sünnetin emrettiği itikadı, besmeleyi esas alır. Şiir deyince İstiklal marşından ötesi var mı? Ama gel gör ki İstiklal Marşına rağmen her gelen nesil bir öncekini kesinlikle aratıyor; Allah anlaşılmasını nasip etsin!

     Şiir doğru yol çizemez? Çünkü insanlar, apaçık ayetten, hadisten, hikmetli sözlerden anlamıyor da; şairin gizemli, gizli kapaklı sözünden mi anlayacak? Sözün en doğrusu, en şeffaf olanıdır. Gizli kapaklı sözü herkes kafasına götürüyor; gönlüne göre anlam yüklüyor. Tıpkı ithal, joker kavramları kafasına götürüp istediği manayı yüklediği gibi. Bu yükleme zandır; yalandır. Mesela kültür kavramını herkes kafasına götürüyor; kimisi buna İslam’ı, kimisi Marksizm’i, kimisi liberalizmi yüklüyor, vs. Herkesin bizzat kendi değerini açıkça söylemeyişi takıyyeciliği doğuruyor. “Bir kavramı duyduğunuz zaman kafanıza götürmeyin; kullanım alanlarına bakın!” (Wittgenstein)

     Şiir neden istikamet çizemez? Şiirin şöhreti ve şaibesi var. Şaibe üzerinden hakikat inşa edilemez. Şiir bir suçlama yöntemidir. Peygamberimiz şair olmakla suçlandı. Hakikat, gizli kapaklı sözlerle değil; şeffaf, açık, net sözlerle dile getirilir. “Zannetme ki şair sözü yalandır” sözü, Fuzuli’yi Fuzuli yapan sözdür. Bu da şair sözü ya! İstediğin manayı çıkarabilirsin. Bu el çabukluğunu, bu tavşan çıkarmayı şairden başkası yapamaz. “Boşa çıksın, şairlerin, kâhinlerin, reislerin kuvveti” diyen de ünlü bir şair. Şairlik, ‘kâhin’ tasnifine dâhil edildi; söyleyene değil, söylettirene bak!

     Bir tabela sahibi; “Yeni bir vatandaşlık tanımı yapılmalı” dedi. Haydi yap da görelim; vatan ne, vatandaş kim, kaç çeşit, vatansız dünya vatandaşı kim? Vatan; hutbesinde hak ilah kavramının izah edildiği (edilmiyor) hür Cuma namazı mı; yoksa baklava tepsisi mi? Vatanın lafını ederek vatanı götürmeye çalışıyor. Bir şeyin, şiirin, vatanın, kelimenin tanımını yapabilmek için kavramlarda “4T: Teşhis, Tanım, Tasnif, Tasfiye” ameliyesini bilmek zorunludur. Sen hayatında “şu kelimelerin üzeri çizilmeli” demediysen, senin üzerin çizilmiştir. 4T’yi bilmeyenin dört tekeri patlamıştır.

       Şairler vatan için ölmeyi esas alır; bu küçük cihad’dır. Büyük cihat, “cahiliyenin 12 çekerine” mani olmaktır; bunu dile getiren yok. Nice şairler Kuranın bir benzerini yazmaya çalışan filozofları, felsefeyi, yedi düveli öne çıkardı; (hâşâ) Allah, İslam, Müslüman kavramlarını yedi düvel dili ile ‘takas’ etti. Alsancağımızı seviyoruz ama alsancağımızın altında dalgalanan İngiliz bayraklarını (binalardaki İngilizce isimler ve kimlik tanımlarını) kim indirecek? Küfre temel olan şarkılar, türküler  (tıklayınız, “küfür müzik oldu”) şiir vasıflıdır. Şiir, insanın heva ve hevesini, zaafını dile getirdiği, putunu konuşturduğu bir alandır; bunu görmek kime düşer? Neşet Ertaş’ın ve diğerlerinin şarkı, türkü, saz icraatları sonuçta şiir eksenlidir ve bu icraatlarda besmele çekmenin imkânı yoktur. “Besmeleyi reddeden” meslekleri herkes baş tacı ediyor. Şiir yazmak Türk sineması gibidir. Şiiri biz (Akif, N. Fazıl, İ. Özel) yazdık; ama yaşama biçimimizi batı tayin etti. “Sopayı biz yedik; ama parayı Cüneyt Arkın aldı.” (Süheyl Eğriboz)  Batı, Yunus Emre ve Mevlana’yı çok sever; ama Peygamberimizi ve İmamı Azamı hiç sevmezler...  4T ameliyesini bilmedikçe, şöhret nedir, kimin şiirinden, nesirinden kim geçiniyor, besmeleyi reddetmek nasıl olur; bilmek mümkün değildir.