Değerli Okurlar! Şimdiden kaç yazı devam edeceğini tahmin edemiyorum ama, uzun zamandır aklımda olan şu ‘insan’ haklarını bir de ben mercek altına alayım diye düşündüm. Haydi Bismillah…

10 Aralık, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi nedeniyle bütün dünyada ‘insan hakları günü’ olarak kutlanır. Beyanname Amerika’da en uzun başkanlık yapmış olan (dört dönem; o dönem ABD’de şimdiki gibi iki dönem sınırlaması yoktu) Franklin D. Roosevelt’in eşi başkanlığında Çinli, Sovyet, İngiliz, Fransız, Kanada, Avustralya ve yanı sıra bir Şilili ve bir de Lübnanlı (Hristiyan) temsilciden oluşan komisyon tarafından hazırlanmış 30 maddelik çerçeve bir metindir. Dünya nüfusunun en az % 25’ini temsil eden (o dönem bu oran daha azdı) İslam dünyasından hiç kimse yoktu da diyemiyorum. Zira ortada söz konusu misyonu taşıyan bir devlet yoktu.

Özellikle Lübnanlı temsilci ve aynı zamanda raportör (Charles Malik) katı bir Yunan Ortodoks Hristiyan’dı. Nitekim sonraki dönemlerde çıkan Lübnan İç Savaşında katliam ve İsrail’le iş birlikleriyle anılan Falanjist Hristiyan Örgütün üst düzey yöneticilerinden birisiydi. Üç bin civarında Filistinli’nin katledildiği Sabra ve Şatilla mülteci kampları katliamı bu örgüt tarafından, İsrail desteğiyle ve onun adına yapılmıştı mesela... İşte böyle bir kişilik İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kilit isimlerinden birisi idi. Suç ortağı da kasap Ariel Şaron'du. İnsan hakları kime kalmış, artık onu da siz değerlendirin.

O zamanlar henüz komünist olmayan Çin temsilcisi ise Konfüçyanizm’e (Konfüçyüsçülük) atıf yapılması için çaba sarfetti. Başarılı da oldu. Ama koca İslam dünyasından dolayısıyla Allah’ın dininden eser miktarı kadar bile iz yoktur beyannamede... 'Evren'de Müslüman yaşamıyor sanki... Ya da müslümanlar insan kabul edilmiyor. Yoksa onların da görüşleri alınırdı değil mi...

Komisyon’un bileşiminden de anlaşılacağı üzere metin bir-iki garnitür ülke eklenerek Amerika başkanlığında savaş sonrası galip olan yeni dünyanın veto yetkili temsilcileri tarafından hazırlanmıştır. ‘Güçlü’nün sesi bir başka deyişle… İnsan ‘hakları’ ama ‘güçlü’nün sesi… Öyle de olmuştur nitekim son yetmiş küsur senedir.

Sovyetler Birliği ve kimi diğer sosyalist ülkeler oylamada kendine göre gerekçelerle çekimser kaldı. Yeni dünyaya entegre olmaya çalışan dönemin Türkiye’si ise beklendiği üzere beyannameyi onayladı.

Beyanname doğrudan emredici olmadığı gibi Birleşmiş Milletlere yaptırım yönünde herhangi bir yükümlülük de getirmemektedir. Ancak ‘hegemon’ güçlerin dilinden düşürmediği ve suçlamalarda genellikle birinci sıraya koyduğu, ‘gereği’ yerine getirilinceye kadar da ilgili ülkeyi ağır ambargolara maruz bıraktığı, kimi zaman da dış müdahalelere gerekçe oluşturan beyanname; bir yanıyla içeriği, bir başka yanıyla da uygulaması bakımından ağır eleştirilere muhatap olmaktadır. Bu konuya ileride değineceğiz. Şimdi kısa bir teknik bilgi verelim.

Çok taraflı uluslararası anlaşmalar yayımından itibaren ülkelerin onayına açılır. Onaylayan ülke söz konusu metinle kendisini bağlı kabul eder. Ancak çeşitli maddelerine ‘çekince’ koyabilir. ‘Anlaşmayı imzaladım ama şu maddelerin benim için uygulanmasını uygun bulmuyorum’ anlamına gelen kavram, ilgili anlaşmanın iznine de tabidir. Bir başka deyişle anlaşma çekince konmasına izin vermeyebilir ya da sınırlı (belli maddeler için) izin verebilir. Her maddeye çekince konamayacağı için de tamamen serbest değildir. Ancak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne (İHEB) çekince konulamaz. Çünkü İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bağlayıcı bir antlaşma değil, ilkeler bütünüdür.

Konunun hukuki tarafı böyledir ama, bir de pratiği vardır. Pratikte bu türden konular uluslararası (international) değil, ‘uluslarüstü’ (supranational) kabul edilir. Kavram, egemen olmalarına rağmen devletlerin her istediklerini yapamayacağı anlamındadır. Çeşitli (Greenpeace gibi) çevreci örgütler, insan hakları kurumları, kredi derecelendirme kurumları, Atom Enerjisi Kurumu gibi yapıların ‘aynı gezegeni kullanıyoruz’ gerekçesiyle yaptırım güçleri vardır. Mesela Yağmur Ormanları'nın sahibi Brezilya olabilir ama kullanımında özgür değildir. Zira Amazon Ormanları dünyanın akciğeridir. Ya da Stratejik geçiş yolları (Panama-Süveyş, İstanbul-Çanakkale) veya nükleer gibi stratejik silahlar başka ülkeleri de ilgilendiriyor.

İnsan hakları da öyle… Elbette kendi içerisinde anlamlı bütün bunlar… Zira ‘hakikat’ sahada bir başka türlü cereyan ediyor. Öyle olmasaydı; Ruanda’da, Bosna’da, Yemen’de, Afganistan’da, Suriye’de, Sudan’da, Arakan’da ve elbette Gazze’de de karşılık bulurdu söz konusu haklar… İrdeleme ilerleyen yazılarımızda inşaallah…