Yaşı müsait olanlar hatırlar; Refah-Yol hükümeti kurulup Merhum Erbakan Başbakan olunca yıpratma ve yıkma politikası ertesi gün başladı. Hatta kurulmadan... Zira tehditler nedeniyle protokolü tamamlanmış olan hükumet, Mesut YILMAZ tarafından son anda bozulmuştu. Erkek; Mesut değil Tansu çıkmıştı. Yeni koalisyonun ortakları (Erbakan ve Çiller) tehditten ve ülkenin nazik durumundan haberdar olduklarından hükümeti opsiyonlu kurmuşlardı. Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Çok geçmeden ortalığı yine puslandırdılar. Darbecilerin parlamentodaki sözcüleri ağababalarından aldıkları talimatların gereğini yapıyorlardı. Zira Amerika’da İsrail’le sıkı ilişki içerisindeki Yahudilerin öncülük ettiği Hudson Institute’deki görüşmeler sızmıştı bile…

20 yıldan fazla bir zaman geçti. Malum mikroplar vücut direnci azaldığında ortaya çıkar, ya da kurtlar puslu havayı sever. Eli silahlı ve İsrail’in ordu içerisindeki uzantılarının hiç değilse kulakları uzatıldı da, ‘silahsız’ ve sivil (!) çete için aynı şeyleri söyleyemiyoruz maalesef… Onlar havanın tekrar puslanması için kenarda bekliyorlar… İçlerinde kendisi de darbeye muhatap olmuş ve artık aramızda olmayan eski politikacı baş aktör de var, beşli çete olarak isimlendirilen iş dünyasının temsilcileri de… İşadamları da var, üniversite, yargı ve bürokrasi çevreleri de… Aktörlerin hiç birisi hesap vermedi.

Netameli zamanlarda konuşmak nasıl “zorsa”, güçlü iken adil olmak da o kadar güç… Olamadılar, adil davranamadılar, kendilerine emanet edilen silahı memleketin öz evlatlarına çevirdiler. O kadar da çok işbirlikçileri varmış ki… Kimisi darbecileri şakşakladı, kimisi onlarla aynı kareye girmek için birbirleriyle yarıştı, kimisi de mağdurlarla aynı karede görünmek istemedi. Aramıza ajan olarak girip yalan yanlış bilgileri götürüp ihanet edenler bile oldu… Koltuğunu muhafaza için… Öyle ya, hiç bitmeyecekti, sembolik olarak bin yıl bile telaffuz edilmişti. Aslında kıyameti kendileri davet etmişlerdi… Yorgan gitmiş ama kavga daha yeni başlamıştı. Sürece katkıda bulunanlar, pastadan daha fazla pay alabilmek için aç kurtlar gibi saldırdılar… Onların da eli mahkumdu tabii… Teşekkür için patronların ayağına gitmek bir tarafa, haraç-mezat verilen ihaleler cabası idi…

Deve amudu ile götürülürken yol kazası oldu. Mercedes’in içinden çıkanlar siyasi ilişkinin boyutunu deşifre ederken, ardarda mantar gibi türeyen “bankacıklar”, hizmetin karşılığı olarak ikram ediliyordu. İşbirliği öylesine ileri gitmişti ki; kel alaka, fodul, üstelik ebleh generaller bu bankaların yönetim kurullarında imza karşılığı büyük taltiflere mazhar oluyorlardı. General ve bankacı… Öyle mi… Öyle maalesef…

“Silahsız-silahlı kuvvetler” uluslararası ortaklarıyla deniz üssünde kirli planları üzerinde çalışırken depremin merkez üssünde yerle yeksan olmuşlardı… Her nasılsa artık… Belki de tesadüftür. Ama öyle oldu… Sünnetullahtan bihaber olanlar “senin adaletine güvenmiyoruz” demişlerdi inanmadıkları tanrılarına… Öyle ya ölümün anlamını nereden bilebilirlerdi ki… Mevlana değillerdi ya ölümün aslında “düğün gecesi” olduğunu görebilsin… 'Can’ım benim, bir milim ilerleme yok, şimdi kaçakları oynuyor.

Devlet hiç de öyle deniz filan da değilmiş… O da bir yere kadar… Bitti işte… Aradan henüz beş yıl geçmişti oysa… Oluşan puslu havadan istifade ne var ne yok ‘götürülünce’, gerçek depreme muhatap olanlar bürokrasideki partnerler vasıtasıyla Merkez Bankasının da içini boşaltmışlardı. Birkaç günde zenginliklerini üçe katlamışlardı. Sahip oldukları bankalar da işlevini tamamlamıştı. Paraları çuvallara doldurup bir gecede bankaların içini boşalttılar. Öyle ya; banka batsa da koskoca devlet garantisi vardı. Sindirilmiş, üstelik olup bitenden habersiz kuru kalabalıklar ne yapabilirlerdi ki… Bir de siyasi miyopi diye bir şey vardı… Unutulur gidilirdi… Ama gel gör ki; gerçek depremin önce ekonomik depreme arkasından da siyasi depreme yol açacağını nereden bilebilirlerdi ki…

Onlar için yeni bir dönem başlamıştı hesabını verecekleri. Bin yıl sürecek dedikleri 28 Şubat daha on yıl bile olmadan “game over” olmuştu. Nedenini ‘we mekeru’nun ne anlama geldiğini bilenler biliyordu elbette… ‘ihmal’ ile ‘imhal’ arasındaki farkı bilenler de… Evet malvarlıklarının önemli bir kısmından oldular, ama hesabın fitil fitil burunlarından getirildiği filan da yok maalesef…