Bütçe hükümetlerin en önemli entrümanıdır. Zira iktidar parti ya da partilerinin bütün icraatları bütçeye bağlıdır. Bu yüzden muhalefet partileri, hükümetin icraatlarını tasdik etmiş olacağı için, hiç bir zaman bütçeye olumlu oy vermezler. Bütçe bir sonraki yıl gelir ve giderlerinin planlandığı ve tahmin edildiği, bu gelirlerin toplanması ve harcamaların yapılmasına “izin veren” özel nitelikli bir kanundur. Bilmeyenler olabilir,o yüzden bugünkü yazımda onlar için bütçe ile ilgili bazı açıklayıcı bilgiler vermek istiyorum. Herhangi bir kanun çıktıktan sonra, yeni bir kanunla yürürlükten kaldırılıncaya kadar, ek bir işlem gerekmeksizin uygulanmaya başlanır. Süreklidir yani… Bütçe kanunu ise “sürelidir.” Bir başka deyişle sadece bir sonraki yıl için hüküm ifade eder. Son yıllarda “çok yıllı bütçeleme” esası kabul edilse de sonuç değişmemektedir. Zira birden fazla yıl da olsa sürenin öngörülmesi sürekliliği ortadan kaldırır. Örneğin bütçe bizde “orta vadeli plan” adı altında üç yıllık öngörü ile hazırlanır. Avrupa Birliğinde ise bu süre yedi yıldır. Yedi yılın her bir yılına ilişkin gelir ve giderleri “denk bütçe” esasları çerçevesinde belirlenmektedir. Malumunuz Avrupa Birliği bir “devlet” değildir. Uluslar arası herhangi bir organizasyon da değildir. AB’nin en önemli ayırt edici özelliği “supra natiolan” yani “uluslar üstü” olmasıdır. Bu özelliğiyle dünyada tek örnektir. Bu yüzden herhangi bir devletin bütçesi için model olamaz. Bütçe kanunun diğer ayırt edici bir özelliği ise, herhangi bir kanunun prosedüründen farklı esaslara göre çıkarılmasıdır. Zira kanun çıkarılması teklif-tasarı, bunların meclis gündemine gelmesi alt komisyonlarda-mecliste görüşülmesi ve oylanması gibi süreçlerden sonra mecliste kabul edilir ve Cumhurbaşkanı da onaylarsa resmi gazetede yayımlanır. Herhangi bir tarih öngörülmemişse 45 gün sonra otomatikman yürürlüğe girer. Bir çok kanun ise son maddelerinde öngörüldüğü şekliyle resmi gazetede yayımlandığı gün yürürlüğe girer. Şüphesiz takdir Meclistedir, farklı bir tarih hatta farklı bir yıl da önerebilir. Bütçe kanununun hangi esaslara göre çıkarılacağı ise anayasada özel olarak açıklanmıştır. Bütçe kanununu diğer farklı bir özelliği ise, Meclis üye tamsayısının en az yarısından bir fazlasının, yani salt çoğunluğun (bugünkü meclis bileşiminde 276) kabulü ile yasalaşmasıdır. Bir başka deyişle Meclis herhangi bir kanun için toplantı yeter sayısı (bugünkü meclis bileşiminde 184) ile toplanır ve toplananların salt çoğunluğu ile karar verir (ama bu sayı meclis üye tam sayısının 1/4’ünden az olamaz). Mecliste sayının 276’nın altına inmesi bütçenin reddi demektir. Böyle bir durum hükümetin istifasını gerektirir. Zira bu, “güvensizlik oyu” anlamına gelir. Bunun önemli bir nedeni temsil ettikleri “milletin” vergilerin toplanmasına ve kamu harcamalarının yapılmasına “izin vermemiş” olmasıdır. Zira malumunuz, demokrasilerde parlamento milleti temsil eder (temsili demokrasi). Herkesin yönetime katılmasının fiilen mümkün olmaması ve herkesin de zaten yönetmeye talip olmaması nedeniyle, böyle pratik bir yöntem geliştirilmiştir. Halkın hükümete vergileri toplama noktasında izin vermemesi elbette sorunu çözümsüz bırakmaz. Devlette devamlılığın bir gereği olarak geçici bütçe ile hizmetler yürütülür ve güvenoyu alabilecek yeni bir hükümet kuruluncaya kadar süreç devam eder. Eğer yeni bir hükümet meclisin mevcut bileşiminde kurulamazsa seçime gidilir ve halkın iradesinin yeniden meclise yansıması sağlanır. Yukarıda ifade edildiği üzere bütçenin onaylanmaması aslında milletin hükümete vergileri toplaması ve harcamaları yapması konusunda izin vermediği anlamına gelir. Buna “bütçe hakkı” denir. Bu haklını millet uzun uğraşlardan sonra elde edebilmiştir. Bu hak bizde olduğu gibi temsili demokrasilerde, millet adına, parlamento üyeleri tarafından kullanılır. Geçmişi 1215 Magna Carta Libertium’a (Büyük Özgürlük Fermanı) dayanan bütçe hakkının elde edilmesi, demokrasi hareketleri arasında da gösterilir. Zira bu süreçte halk krala isyan ederek “keyfi vergi” alamayacağını bu yüzden vergileri toplarken “halka danışması” gerektiğini (temsilsiz vergi olmaz ilkesini) kabul ettirmiştir. Bu yüzden anayasalarda vergilerin kanunla konulup değiştirilebileceği, hatta kaldırılmasının da yeni bir kanunla yapılabileceğini düzenleyen hükümler vardır. Zira kanun milletin temsilcisi olan parlamento tarafından çıkarılır. Bizim anayasamızda bu hüküm 73. maddede yer almaktadır. Burada aslında vergi kanunlarının diğer herhangi bir kanundan farklılık arz eden bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Zira vergi kanunları normalde herhangi bir kanun prosedürüne göre çıktığı halde bütçenin reddedilmesi halinde “uygulanamaz.” Yani sürekliliği askıya alınır. Bu uygulanamama bütçede yer alması gereken bir verginin “unutulması” halinde bile böyledir. Elbet bu geçici bir durumdur. Zira bütçenin kabulü ya da bir sonraki yılda bütçeye tekrar konması vergi kanunlarının tekrar uygulanmasını gerektirir. Bütçe kanununun son özelliği ise Cumhurbaşkanının tekrar görüşülmek üzere geri gönderme yetkisinin olmamasıdır. Halk arasında “yanlış” kullanıldığı şekliyle, Cumhurbaşkanı bütçe kanununu “veto” edemez. (Cumhurbaşkanının veto yetkisi vardır, ancak kanunları tekrar görüşülmek üzere geri gönderilmesi veto değildir). Zira Cumhurbaşkanı kendisine onay için sunulan herhangi bir kanunu gerekçe göstererek tekrar görüşülmek üzere geri gönderebilir. Hükümet isterse Cumhurbaşkanının istediği düzeltmeleri yapar, isterse de noktasına virgülüne dokunmadan aynen kabul eder. Genellikle de böyle olur. Bu durumda da Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine gitme yetkisi vardır. Cumhurbaşkanı da doğal olarak bu hakkını kullanır. Ülkemiz bütçesi Türkiye’nin büyümesine paralel olarak süreç içerisinde sürekli büyümüştür. 1990’lardaki 50 milyar dolarlardan 2010’lu yıllarda 200 milyar dolarlara yükselmiştir. Bunun elbette GSMH’nin son 10 yılda yaklaşık dört kat artarak 800 milyar dolarlara yükselmesinin önemli bir etkisi olmuştur. Ancak vergi denetimlerinin etkinleştirilmesi, özellikle e-devlet uygulamalarının önce vergi numarası, sonra da vatandaşlık numarası merkezli takiplerle etkinleştirilmesi bu büyümede önemli rol oynamıştır. Zira vergi gelirleri yine bu dönemde neredeyse her yıl, bütçenin ve ekonominin bir önceki senedeki büyümesinin üzerinde artmıştır. Ancak maalesef vergi bileşimimiz son derece sorunludur. Özellikle KDV, ÖTV gibi fiyatın içerisine gizlenmiş vergilerin yüksekliği, stopajın (tevkifat-verginin kaynakta kesilmesi) yaygınlığı vergilerin % 95’ten daha fazlasının “mükellefe hissettirilmeden” alınmasına yol açmıştır. Maliye Bakanının bizatihi kendisinden duyduğum, “vergi sistemimizde dolaylı vergilerin yüksek olmadığı, tam tersine dolaysız vergilerin düşük olduğu” yönündeki açıklaması siyasi mülahazadan başka birşey değildir. Sıklıkla yapılan aflar da vergi sistemimizin temel sorunlarından birisidir. Vergi barışı kanunu adı altında AK Parti hükümetlerinin ilk kurulduğu ve Kemal Unakıtan’ın Maliye Bakanlığı dönemde çıkartılan kanunun bizzat bakan tarafından “son af kanunu” olduğu ifade edilmesine rağmen, normal şartlarda olağanüstü dönemlerden sonra, (ki bu ekonomik de olabilir, dönem 2001 krizinin sonrası olması nedeniyle makul karşılanmıştı) çıkartılması gereken afların, her 2-2.5 yılda bir çıkarılmaya, geçmişte olduğu gibi, devam edilmiştir. Bu da mükellefler arasında “güven sorunu” oluşturmaktadır. Bu yazımda size herhangi bir iktisadi ve idari bilimler fakültesi veya benzeri nitelikteki bir fakültede okuyan bir öğrenci için sıradan olan bu bilgileri paylaştım. Zira okuyucularımızın bu bilgilere vakıf olması doğal olarak mümkün olmayabilir. Bir sonraki hafta , inşaallah, sizinle 2014 bütçesinde yer alan bütçe büyüklükleri ve bunların hangi düzeyde gerçekçi olduğunu değerlendireceğim.