Globalleşme, küreselleşme... Ne kadar çağdaş bir kavram değil mi... Oysa dominant kültürün, yani seküler batı kültürünün bilinçaltımızı ele geçirmesinden başka bir şey değil… Bunu geçmişteki gibi zorla da yapmıyor, ‘standartlaşma’ diyor mesela… Gerçekte kültür emperyalizmi (siz batılılaşma da diyebilirsiniz) kavramı durumu ifade etmek için kullanılmaktadır.

 

Küreselleşme görünüşe göre değerlendirilirse “modern dünyanın imkân ve kabiliyetlerinden” maksimum düzeyde yararlanabilmeyi ifade eder. Kavram pozitif çağrışım yapsa da, zamana yayılı olarak güçlü olanın şartlarını kabule zorladığı, farklı yaşam ve kültür algılamalarını ortadan kaldıran, insanları zevk ve üzüntülerinde bile “tekdüzeleştiren” yapısı göz ardı edilmemelidir.  Bu anlamda küreselleşme yerel ya da bölgesel uygulamaları da ortadan kaldırmakta, dominant kültürün kabullerini evrenselleştirmektedir.

 

Günümüzde bu evrensel kültür ekonomide kapitalizm, siyasette demokrasidir. Hâlihazırda alternatifsiz gözüken bu iki ilke de bizim 60 yılı aşkındır girmek için mücadele etiğimiz Avrupa Birliği’nin Kopenhag kriterlerinde somutlaştırdığı politikalarının da temelini teşkil etmektedir. Bir Avrupa Birliği ‘standardı’dır bir başka deyişle… Başka türlü de sizi kabul etmiyor zaten…

 

İki kutuplu dünyada sosyalim sürekli kötü gösterildi bize… Öyleydi de zaten… Ama karşımızda bir düşman olduğunu bilir, ona göre pozisyon alırdık. Şimdilerde varolan ve kutsallaştırılan (küresel) değerler toplumu içeriden ikna etmiş… Doğal olarak düşman içeride olduğundan kilidin de bir faydası olmuyor. O meşhur Çin seddi düşman askeri yurda girmesin diye inşa edildiği halde, her seferinde içeriden satın alınan adamlar vasıtasıyla çoğu zaman bir işe yaramamıştır. İşte bu “satın almanın” günümüzdeki adı küreselleşme vasıtasıyla yürütülen kültür emperyalizmi…

 

Soykırım ya da uluslararası hukuk literatüründeki adıyla, genocide (jenosid) işte bütün bu doğal farklılıklar nedeniyle tek tek değil topluca; bir başka deyişle, bir toplumun "ortak farklılıkları" nedeniyle en temel insan hakkı olan yaşama haklarının ellerinden alınmasıdır. Soykırım, değişik sistematik ayırımcı politikaları içerse de asıl ve özel anlamı budur. Bir başka deyişle soykırım, devlet eliyle yürütülen (Hitler Almanya’sında olduğu gibi) ya da göz yumulan (Arakan- Patani'de olduğu gibi) toplu ve sistematik katliamın adıdır.

 

Bir grubun yok edilmesi niyetiyle grubun vazgeçilmez yaşam kaynaklarının ortadan kaldırılması düşüncesini içeren çeşitli örgütlü planlar da bu kapsam içerisinde değerlendirilmektedir. Bir başka deyişle bir ulusa ait siyasi ve toplumsal kurumların, kültürün, dilin, milli hislerin, dinin ve iktisadi varlığının tahrip edilmesi ve bu gruplara dâhil kişilerin bireysel güvenlik, özgürlük, sağlık ve milli onurlarının yok edilmesini de kapsam içerisine alan görüşler vardır.

 

Kültürel soykırım da böyledir. Sizin yerinize düşünen 'küresel aktörler' bu yolla yani sizi ikna ederek elinizde avcunuzda maddi manevi her ne varsa alır. Hatta siz onun gönüllü askeri, yani beslemesi olursunuz. Küreselleşme bütün yerel örf, adet, kültür… her ne varsa hepsini sıfırlanmak suretiyle tek tip bir insan modeli oluşturmak istiyor. Oysa insan için farklılık zenginliktir.

 

Bir insanlık suçu olan ‘islamofobia’ da, kadın-erkek eşitliği gibi pazarlanan ‘cinsiyet eşitliği’de, geçmişte FETÖ ve Adnan Oktar marifetiyle sunulan Dinler arası Diyalog da… Olayın esasen küresel ve uzun vadeli bir savaşın parçası olduğunu unutmamak gerek… FETÖ bunun ‘ılımlaştırılmış ayağı ise DAEŞ de ‘radikal’ ayağı…’ idi. Ilımlı İslam olarak sunulan FETÖ de, radikal olarak sunulan DAEŞ de aynı kaynaktan besleniyor ve aynı amaca matuf… FETÖ içerideki, DAEŞ de dışarıdaki insanı İslam’dan uzaklaştırdı. Bu açıdan bakarsanız savaşın esasen kiminle yapıldığı anlamak da güç olmayacaktır.