Hakikati söylemek vazifemiz... İlla da konjonktürel zamanlarda... İsmet Özel'in güzel bir tesbiti var: "Yazar kendisini okuyucunun kabul edeceği şeyleri söylemekle sınırlandırmış, kendini alkış sağlayacak alana hapsetmişse ‘sahte’ bir yazardır" ( İ. Ö. Zor Zamanda Konuşmak).
Şüphesiz şirk en büyük günahtır ve tesbiti de bir o kadar güçtür. Zira yine Efendimizin tesbitiyle ‘karanlık bir gecede bir karıncanın ayak seslerini’ beş duyu ile hissetmek neredeyse imkânsızdır. Bir başka deyişle maddeyi aşan ve feraset olarak isimlendirilen alana talip olmadıkça aslında şirkten kurtulmak neredeyse imkânsızdır. Muhatapların bu cümleyi anlamasını da beklemiyorum. Zira, bu hakikati göremeyenler hemen her şeyi şirkle ilişkilendirmekteler. Güncel selefiliğin bir ayağı yani… (Hak sınırlar içerisinde yer alan tarihsel selefilikten ayırmak için güncel dedim). Aynen 28 Şubat dönemindeki kafayı sıyırmış kökten laik ve militan demokratlar gibi... Hani her şeyi laikliğe aykırı bulurlardı ya… Laf aramızda internetten hac müracaatı yaparken geldi bu düşünce aklıma: Hacca hac mevsiminde gitmek laikliğe aykırı mıdır diye... Öyle ya; bu şekilde olunca devleti din kuralına uydurmuş oluyoruz. Bu mantıktan değerlendirdiğinizde de aykırı zaten!..
Maalesef FETÖ ve DAEŞ elemanları gibi aramızdan devşirilen bu güruh, değişik gerekçelerle Efendimizi hayatın dışına itiyorlar. Örneğin bir konuşma esnasında veya yazınızda Kur'an ve hadisleri bir arada zikrediyorsanız sizi rahatlıkla şirkle ilişkilendirebiliyorlar. Efendimize vermedikleri söz hakkını kendileri sonuna kadar kullanıyor. Zaten bunu pek gizleme gereği de hissetmiyorlar. Açıktan ya da örtülü olarak Efendimizin bir 'postacı' olduğunu, mesajı iletip çekip gittiğini, söylemlerinin o topluma ve o döneme ait olduğunu ifade etmekte bir beis görmüyorlar...
Düşüncelerini destekleyen bir 'hadis' varsa da zayıf mı sahih mi irdelemeden rahatlıkla kullanıyorlar. Bir müsteşrikin şerh ettiği 1300 küsur sene sonra ortaya çıkmış gerçek olup olmadığı bile tartışmalı olan, muharref kitaplar gibi eksik mi fazla mı olduğu bilinmeyen, sonradan parçaları olduğu iddiasıyla eklenen bir metni esas alıp İslam'ın en hassas konular üzerinde kitap yazmakta beis görmeyenler (Kader risalesinden bahsediyorum) En mütevatir hadisişeriflerden olan Cibril hadisini de sulandırmakta beis görmüyorlar. Hasan-ı Basri gibi büyük bir tabiini süfli emellerine alet edenler, Efendimizden sadır olan sözleri, Kur'an'ı ondan iyi anlamış olacaklar ki, Kur'an'a arz etmeyi de ihmal etmiyorlar. Ne diyelim; cahil cesareti işte... Ergenlik çağındaki çocuklar gibi anne ve babalarının uyarılarına kör ve sağır olan bu güruha şimdilik dua etmekten başka çaremiz yok, sataştıklarında da ‘selam’ demekten…