Dünkü yazımızda, İran-Irak savaşının ardından Türkiye’nin yeni baştan konumlandırılması arayışına işaret etmiş, bunun bir dış proje olduğunu da özellikle vurgulamıştık. İlgili projenin önündeki en büyük engel Özal’dı…   Nitekim o da bu yüzden bertaraf edilmek istenmemiş miydi? Bir de şuna işaret etmiştik: Bu proje sırf Türkiye ve Özal’ın bertaraf edilmesi ile sınırlı değildi. Çünkü 1988 tarihinde Özal’a düzenlenen suikast ile, Pakistan lideri Ziyaül Hak’ın uçağı düşürülerek öldürülmesi aynı tarihe denk düşüyordu. Dolayısıyla İran-Irak ateşkesinin ve Afgan direnişinin sona ermesi ile birlikte, bölgeye dönük yeni bazı küresel projeler devreye sokulmak isteniyor demekti. İşte bu izahları yaparken, dünkü yazımda, daha önemli bir gelişmeyi unuttuğumu fark ettim. Eğer o noksanı tamamlamazsam, bu analitik tarih okumasının bir noktada yarım kalacağını düşündüm. Dolayısıyla bugünkü yorumun asıl amacı, o noksanı telâfidir. Onu da tamamladıktan sonradır ki, sürecin 28 Şubat’a doğru nasıl evrildiği daha iyi anlaşılabilecektir. Türkiye’nin Özal’a muhalefet dalgaları ile hop oturup hop kalktığı sıralarda, dünya tarihini ilgilendiren önemli gelişmeler vuku buluyordu. Bunlardan ikisine yukarıda işaret etmiştik. Biri, İran-Irak savaşının, İran’ın teklifi ile sona ermesi!.. İkincisi de Ruslar’ın Afganistan çekilmesi, daha doğrusu da mağlûbiyeti!.. Üçüncü büyük gelişme de, işte bu ikisini takip ediyor. Ruslar tarihi ihtiraslarından soyunmaya ve Prestroyka dediğimiz yeni döneme geçiş yapıyorlardı. Yeryüzü tarihi açısından deprem gibi büyük olaylar vuku buluyor, Ruslar Orta Asya’dan ve Güney Kafkasya’dan bütünüyle çekiliyorlardı. Daha enteresanı da Batı’da Berlin Duvarı yıkılıyor, Varşova Paktı iptal ediliyor, ardından da bütün Doğu Avrupa ülkeleri hür ve bağımsız ülkeler haline geliyordu. Yani dünyada öyle bir şey olmuştu ki, Türkiye’nin Kuzeyinde, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, doğusunda, batısında kendini aşan, tehdit eden hiçbir güç kalmamış oluyordu. İşte Türkiye’nin potansiyel büyüklüğü, bölgesel gücü ve Balkanlar’a, Kafkaslar’a ve Orta Asya’ya dönük sorumlulukları bulunduğu fikri bu aşamada doğdu. Yani Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kendini tarihin suçlusu gibi algılayan ruh, ilk defa kendine geliyor ve kendi coğrafyalarına karşı öyle mahmur, öyle bakıyordu!.. Dolayısıyla bu uyanış önceki fikri ve siyasi uyanışlardan farklı idi. Belki de büyük savaşların, büyük zaferlerin sağladığı münbit bir intibah hali gibi bir şeydi. Yani Türkiye’nin, AK Parti iktidarı ile yürürlüğe soktuğu Bölgesel Açılım Politikaları’nın tam zamanı idi!.. Vakit bu vakit, mevsim bu mevsimdi!.. Fakat ne oldu biliyor musunuz? 1992-1993’lerden, 2002-2003’lere kadar Türkiye’nin, Türk halkının, gençliğinin, yukarıda işaret ettiğimiz tarihi rolünü hatırlamaması için, elden ne geliyorsa işte onlar yapıldı. Partileri parçalandı: ANAP bölündü, inkiraza yüz tuttu!.. MHP parçalandı, ne olduğu ortada!.. Erbakan Hoca ile Esat Hoca arasında fitneler sokuldu. Böylece Türkiye’nin Orta Asya’ya, Nakşilik aracılığıyla uzanmasının önü tamamen alındı. Türkiye küçük, parçalanmış partilerin zavallı koalisyonları ile, tam tamına on yıl geçirdi. Dolayısıyla bu on yıla, Türkiye’nin tarihi fetret’lerinden biri nazarıyla bakabilirsiniz. İşte bu dönemde bir de, üç koldan devam eden seri cinayetler vuku buluyordu. Fakat en önemlisi de terör azıyor da azıyordu. Türkiye adeta şaşkına dönmüş, ne yapacağını bilemiyor, hop oturup hop kalkıyordu. Dolayısıyla kendi coğrafyamızda son derece primitif bir ülke olup çıkmıştık. Değil bölge ile ilgilenmek, kendi derdimizin bile hakkından gelemiyorduk. Siyaset zavallılaşmış, adeta karı-koca kavgasına dönmüştü. Askerlerin karizması da habire yükseliyordu. Terör ise hem azdırılıyor, hem de önlenemiyordu. Terörü önlemek için yeni, gelişmiş terör silâhlarına ihtiyaç duyuluyordu. Müttefik Amerika ise bu silahları vermiyordu Türkiye’ye!.. Kongre engeline işaret ediliyordu. İşte ne olduysa(!), sonunda ona da bir yol bulundu. Bize dediler ki, fakat bu silâhları İsrail’den de alabilirsiniz!.. Tabii, onları ikna edebilirseniz!.. Dikkat edin lütfen, bu ilişki ve pazarlıklar 28 Şubat’tan bir hayli öncedir. Sonunda İsrail’le işbirliği öyle bir noktaya vardı ki şaşar kalırsınız!.. Türkiye’nin dış politikasını ipotek altına almaya kadar uzanan sayısız angajmanlar!.. İsrail Filistinlilerden ne çekmişse, Türkiye’nin PKK’dan çektiği de odur!.. Türk-İsrail dayanışmasının temel ilkesi bu!.. Sonra da Öcalan’ı barındıran Suriye’yi, ortak stratejik düşman ilân etmek!.. Aynı şekilde FKÖ’ye ve Hizbullah’a, ayrıca PKK’ya yardım eden İran’a karşı da aynı politika!.. İsrail-Türkiye ittifakı daha o sıralarda bizi bölgemizden tecrit etmiş, kendi bölgemize yabancı hale gelmiştik. Buna engel olacak, itiraz edecek, kuşku üretecek toplumsal ve siyasal kesimlerin, idari veya askeri bürokrasinin bütünüyle tasfiyesi!.. İşte bu aşamaya da 28 Şubat’la gelindi. Fakat bu proje ilk yarayı ne zaman aldı biliyor musunuz? Gergin Suriye ilişkileri, ilk defa ne zaman yumuşamaya dönüştü? Ya da bunu kim sağladı dersiniz