Bazı tarihçilerimiz ve özellikle de gençlerimiz, benden Milli Gençlik Vakfını tanıtan yazılar ve dokümanlar istemektedirler. Hatıralar canlanıyor yazı serimde bunları sırası gelince yazmayı düşünüyordum. Ama bu türlü talepler artınca, bu konuyu hemen yerine getirmek üzere çalışmalara başlamaya karar verdim.   Bir döneme damgasını vuran ve kendinden sonra gelen ve aynı gayelerle çalışan kuruluşlara ilmi, sosyal ve kültürel sahada yetişmiş elemanlar hazırlayan “Milli Gençlik Vakfı”nı hayırla anıyor ve ondan sitayişle bahsetmeyi bir görev sayıyorum.   Zira bu vakfın 1980 – 1997 yılları arası 17 yıl Genel Başkanlığını yürüten ve vakıftan ayrılırken de bana verilen “Milli Gençliğin Şeref Başkanı” unvanıyla ayrılan bir insan olma bahtiyarlığını yaşıyorum.   Vakıfla ilgili konulara girmeden önce vakfın kuruluşuna gerekçe olan sosyal ve siyasal ortamı ele almak ve bu ortamın şartlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.   1946 yılından bu yana çok partili hayata girişimizi takip eden yıllar içerisinde ülkemizin siyaseti üzerinde birçok parti söz sahibi olmuşsa da bunlar bir genel tasnife tabi tutulduğunda CHP’nin başı çektiği “Sol parti” zihniyeti ile DP (demokrat Parti) AP (Adalet Partisi) ANAP (Anavatan Partisi ve son olarak da AKP (Ak Parti) ile aynı paralelde çalışan MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) “Sağ parti” misyonunu üstlenmiş oldukları görülmektedir.   Ülkemizde ki siyasi partiler, dünyada ki siyasi yelpazede bulunan Liberal (kapitalist) zihniyet ile Sosyalist ve Komünist partilere paralel olarak kurulmuşlardır. Bunlar icraatlarında da Batıda ki partilerin programlarını ve icraatlarını aynen uygulamaktadırlar.   Fikren, Batının kendilerinden üstünlüğünü kabul eden bu partiler, ekonomisinde faizi, sosyal hayatında üst ve alt sınıf uygulamasını, hukukunda İsviçre, İtalya kanunlarını esas almışlardır. İlmi sahada telif eserler hazırlama yerine batıdan kopya buluşları tercümeler yapıp bunları buluş saymışlar, sanayide kendi sanayimizi kurmak yerine montaj sanayi ve gazoz sanayisine ağırlık vermişlerdir. Ülkemizin manevi yapısını gözetmeden bir kısmı “Birleşmiş milletlere, Nato’ya” girerken diğer kısmı da iktidara geldiklerinde da “Sosyalist Enternasyonale” üye olarak girmeyi açıklamaktan kaçınmamışlardır.   Şimdilerde moda olan şey ise sağcısı ve solcusuyla AB (Avrupa Birliğine) girmeye özenmekte olduklarıdır. Ancak, bizimkilerin AB’ye üye olma istek ve aşklarını, AB yöneticilerinin uydurdukları bin bir mazeretle karşılamış olmaları ve bizim henüz AB kapısında bağlı bekletildiğimiz, gerçeğidir.   SAĞCILIK VE SOLCULUK   Gelecekte ülkemizin sahipleri olmaya namzet gençlerimizi de kendi boyaları ile boyayan bu siyasi partiler, gençleri sağcı gençler ve solcu gençler olarak iki ayrı bloka ayırmışlar ve bunları birbirleriyle çatıştırmaktan kaçınmamışlardır.   Avrupa’nın, “Düşmanı olmayan ideolojiler yaşamaz” fikrini benimseyen bu partiler, gençleri çeşitli açıklamalar, uydurma senaryolar ve olaylarla, birbirlerine karşı kışkırtmaktan geri kalmamışlardır. Bu gençlerin kavga ve çatışma esnalarında birbirine karşı kullandıkları sloganları, ithamları gençler arasındaki ayrışmayı daha çok açmıştır.   Bir parti liderinin, ölen gençlere yazık oluyor diyen bir yardımcısına; “Gençler kendilerini ispat ediyorlar(!)” demesi meşhurdur.   Bir taraf diğerine; “Komünistler Moskova’ya, ya sev ya terk et, bu vatan için ha ekmeğini yemişim ha kurşun…” derken diğer taraf da “Faşist köpekler, Devrimden kimse kaçamaz, Susma sustukça sıra sana gelecek…” gibi sloganlar kullanmışlardır.   Bu sloganlarla, gençlerin üniversitelerde, caddelerde, yollarda birbiri ile çatışmasını sağlamış, kahvehaneler taranmış, insanlar öldürülmüş ve 80 ihtilaline zemin hazırlamışlardır.   Dikkat edilecek olursa bu partiler ve bunların yan kuruluşları yıllarca milletin inancı, tarihi ve kültürü ile ve bu değerlerin kanunlarımıza girerek bütün ülke insanına ulaşmasını sağlayacak ilgili en küçük bir çalışma yapmamışlardır.   Ülkemiz, halkının yüzde 99’u Müslümandır ve milletimiz daha çok Kur’an-ı Kerimde zikredilen “Eshab-ül yemin – sağcılar (Defteri amâlleri sağından verilecekler–Cihad’da dâhil İslamı yaşayanlar)” ile “Eshab-ül şimal – solcular (Defteri amâlleri solundan verilecekler–İslamı kabul etmeyenler, İslamı yaşamayanlar)” kavramlarına aşinadır.   Kuruldukları andan itibaren çalışmalarında, eylem ve söylemlerinde sağcılık ve solculuk temalarını işleyen bu partileri takip eden halkımız, sağ partileri sanki Müslüman partiler olarak görürken, sol partileri ise İslam karşıtlığı misyonu yükleyerek değerlendirmiş, oyunu kullanırken de bu değerlendirmeyi gözetmiştir.   Nitekim CHP’nin kurulduğu günden bu yana, Müslüman halkla bir türlü anlaşamaması, camileri ahır ve kışla yaptırması, Kur’an öğretimini yasaklaması, bunu gizli yapanları genç – yaşlı, erkek – kadın dinlemeden hapislere attırması, ezanın evreselliğini bozarak onu Türkçe ezan haline getirmesi ve ülkede bu ezanın okunması hususunda baskı yapması tarihe mal olmuş birer gerçektir.   Hâlbuki her iki zihniyetin partisi de batıdan ithal yabancı fikir ve görüşlerin mahsulüdürler ve Kapitalist bir tasnif olan ekonomik sağı ve solu ülkemizde temsil etmektedirler. Her ikisi de maddeci ve materyalist olan bu görüşler (görüşün sahipleri değil) Batıdan kopya edilmişlerdir. Her ikisi de kuvveti üstün tutarlar hakkı değil… Maneviyatçı olmadıklarından da ülkemize özlenen saadeti getiremezler.   Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için gösterilen “Timsah misali” hatıralarımızda canlılığını korumaktadır. “Bu maddeci ve kökü Batıya bağlı partileri bir şeye benzetmek gerekirse, bunları bir timsaha benzetebiliriz. Timsahın da birbirine karşı gibi görünen iki çenesi vardır. Alt çene kapitalizmi (ülkemizde sağcılığı), hareketli üst çene ise komünizmi (ülkemizde ise solculuğu) temsil etmektedir. Bu iki çene arasına aldığı besinle, esas gövde olan Siyonizm’i (Yahudi idealleri) beslerler.”   Çünkü Kapitalizmin kurucusu Adam Schmith, Durkaym, Freud, Darvin nasıl birer Yahudi iseler, Komünizmin kurucuları Karl Marks, Engels, Lenin de birer Yahudi’dirler.   Bu da bir tesadüf değildir. Zira Siyonizm tek karargâhtan idare edilir. Bunlar, Siyonizm karargâhından almış oldukları emir ve talimatlara göre hareket etmişlerdir.   Bazı derneklerin, cemaat ve tarikat gençlerinin, yanlış yolda giden bu sağcı ve solcu gençlere doğru yolu göstererek; “Bizler bu ülkede birbirimizin kardeşleriyiz. Ayrı ayrı fikirler taşımamız bizim kardeşliğimizi bozmamalıdır. Her ayrışma ve çatışma milli birliğimizi zedelediğinden düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir” diyeceklerine, kenarda kalmayı ve kendi bünyelerine aldıkları az sayıda gençlerle meşgul olmayı tercih etmiş olmaları, bizlere ve ülkemize gelecek umumi belayı defetmekten uzaktır. Kaldı ki terk edilen her siper, düşman fikirlerin boş bularak yerleşmelerine sebep olacağı aşikârdır.   Bunlar, İslam’ın evrenselliğini, peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) in gerektiğinde çadır çadır gezdiğini, ashabını tebliğ için başka başka diyarlara elçi olarak gönderdiğini unutmuşlar mıdır ki ve çalışmalarını dışa dönük, bütün gençliğini kucaklayan bir çalışma olarak yapmamışlardır.   Bu Müslüman cemaatler, Peygamberimizin, Hülefay-ı Raşidinin (dört halifenin) birer devlet başkanı olduklarını ve ister inansın ister inanmasın hükümlerinin geçtiği yerlerdeki insanları, hak ölçülerine göre idare ettiklerini bilmezler mi? Bu hakikati bilmemeleri bir büyük suç, bildiği halde uygulamamaları daha büyük bir suç değil midir?   MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN ÇIKIŞI   Aklı başında, milletin değerlerine sahip, “Batı nedir? Batılılar saadetten niçin yoksundurlar?” diye bilen evlatları, bu yanlış gidişe, 1969 yılındaki siyasi çıkışlarıyla dur demişler, batıl partilerin ve onların fikirlerinin halkımızca anlaşılmasını sağlamışlardır.   Bu görüş sahipleri kendilerini tarif ederken, “Ne sağdayız, ne solda. Hak yoldayız, hak yolda…” diyerek tanıtmışlar, kendi dışlarında kalan her iki görüşü de kalın çizgilerle belirtmişlerdir.   Bir siyasi kuruluş olarak temsil ettikleri görüşe ise “Bu milletin bin yıllık görüşü yani Milli Görüş” adını vermişlerdir.   Bu görüşe ait açıklamalarında; “Milli Görüş, Sultan Alparslan’ın Malazgirt’teki görüşüdür. Sultan Kanuninin Görüşüdür. Sultan Fatihin atını denize sürerken ki görüşüdür. Çanakkale’de 120 okkalık (okka kilodan ağırdır) top mermisini, Ya Allah diyerek kucağında top yatağına süren Seyyid Çavuşun görüşüdür” diyerek açıklamışlardır.   Milli Görüş mensupları görüşlerini TBMM’ne taşımak, ülke yönetiminde söz sahibi olmak için 1969 seçimlerinde, bütün illerde koydukları bağımsız adaylar harekâtıyla bir büyük hamle yapmışlar, ancak bu çalışmalardan sadece Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın aday olduğu Konya’dan üç milletvekili oyu alarak meclise girebilmiştir.   1969 seçim çalışmalarında Erbakan’ın, dolayısı ile Milli Görüşün önünü kesmeye çalışan AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel Konya halkına, “Bir gülle bahar olmaz. Bir milletvekili koskoca mecliste ne yapabilir ki…” diye konuşunca Prof. Erbakan buna cevaben Konya hükümet meydanına toplanan kalabalığa; “Evet bir gülle bahar olmaz ama her bahar da bir gülle başlar” diyerek karşılık vermiş ve Konya milletvekili olarak da TBMM’ne girmiştir.   MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN İLK PARTİSİ   Milli görüşe ait genliğin yetiştirilmesi ve aksiyoner haline getirilmesi ilk olarak bu görüşün 26.Ocak.1970 de kurulan, amblemini “şahadet parmağını açmış yumulu sağ el” olarak alan Partisi Milli Nizam Partisine ve onun Gençlik kollarına verilmiştir.   İftiharla ifade etmek istiyorum ki bu esnada Prof. Erbakan’ın mühendislik öğrencisi olan ben, aynı zamanda bu partinin Gençlik Kolları Genel Başkanı olarak da çalışmalarımı yürütüyordum. Partinin teşkilatlandığı bütün il ve ilçelerde gençlik kollarının kurulmasına ve fikir ve eylemlerimizin ülke gençliğine ulaşması için çalışıyordum.   Her teşkilat için gerek duyulduğu gibi biz de gençlik kollarımız için “Tek Nizam” adında bir gençlik gazetesi çıkartıyor, gazetenin münderecatını geliştirmeye ve gazeteyi ülkemizin en ücra köşesine kadar göndermeye çalışıyordum.   Bu parti, İzmir gençlik kolları, Genel Başkan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın vermiş olduğu “ilim ve İslam” adındaki konferansını kitap olarak bastırıp dağıtığı gerekçe gösterilerek 1971 yılında Anayasa mahkemesi tarafından kapatıldı.   Burada bir anekdotu sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim.   Anayasa mahkemesi safahatının sonuna yaklaşırken hepimizin yüzünde bir üzüntü okunuyordu. Bu arada Doğudan bazı Şeyh efendiler Genel merkezimizi ziyarete geldiler. Genel Başkanımızla görüştüler. Bizim neden dolayı üzüntülü olduğumuzu öğrenince de bizi teselli etmek için; “hak davanın kaderinde böyle inkişaf (gelişme) ve inkıraz (daralma) lar görülebilir. Buna üzülmeyin. Göreceksiniz, çok geçmeden bir kısmınız milletvekili ve bir kısmınız ise Bakan olacaksınız” demişlerdi.   Biz bu söze hayret etmekle birlikte söyleyenlerin itibarlı insanlar olmasından dolayı inanmak durumunda kaldık. Vatka ki 1973 seçimlerine giren Milli Görüş’ün o günkü partisi, seçimlerde 48 milletvekili ve 3 Senatör çıkardı ve kurulan hükümette 8 de Bakanı oldu.   Peygamberimizin ve Dört Halifenin bizzat uğraştıkları siyasetten, kendilerini ve yakınlarındaki gençleri uzak tutmaya çalışan bazı cemaat ve guruplar, bizim milli gençliği siyasi bilgilerle ve tecrübelerle donattığımızı görünce; “Siz gençliği siyasetin içine sokuyorsunuz” diyorlar. Biz de onlara;       “Elbette… Bundan daha tabii ne olabilir ki… Siyasetle yani ülke idaresi ile milli ve manevi değerlerimize bağlı insanlar ilgilenmeyecekler de bu değerlerden uzak insanlar mı ilgilenecekler? Yıllardır bunlar ilgilendi de, ülkemizin ve milletimizin hali ne oldu? Görmüyor musunuz?” diyoruz.       Hemen burada bir açıklama yapmak mecburiyetini duyuyorum. Evet… Ülkemizin idaresi ile Milli ve manevi değerlerimize bağlı insanlar ilgilenmelidir ama koltuk ve iktidar uğruna kendi öz değerlerinden taviz verebilen insanlar değil… Çünkü bunların iktidar uğrunda vermeyecekleri taviz, yabancılara satmayacakları değer yoktur.”       Milli gençliğin yetiştirilmesi ile 1970’de görevlendirilen, sizin de tanıdığınız MNP Gençlik kolları Genel Başkanlık divanı üyeleri şunlardır.       Sağdan sola; (oturanlar) Beşir Atalay (Profesör, E. İç İşleri Bankanı), Nevzat Laleli (Makine Mühendisi, Milli gençliğin Şeref Başkanı, Genel Başkan), Mehmet Elkatmış (Av. E. Nevşehir Milletvekili), Ömer Köse (Avukat), Celal Çakmak. (ayaktakiler) Ömer Akdoğan, Bülent Arınç (Başbakan Yardımcısı) ve bir İlahiyatçı arkadaşımız.       İKİNCİ PARTİ MİLLİ SELAMET   Milli Nizam Partisinin kapatılışının takiben 1,5 yıl kadar sonra 11.Ekim.1972 tarihinde Milli Görüş’ün ikinci partisi MSP (Milli Selamet Partisi) Süleyman Arif Emre’nin Genel Başkanlığında kuruldu ve milli görüşü tekrar milletimize aktarmaya başladı.       Bu aciz kardeşiniz henüz mühendislik öğrencisi olmama rağmen bu partinin önce Yenimahalle ilçe başkanlığına getirildim. 1973 seçimleri banim ilçe başkanlığım döneminde yapıldı. O seçimlerde 48 milletvekili çıkartarak mecliste üçüncü ve partinin de işareti olan “anahtar parti” olduk.       Ne AP ve nede CHP kendi başlarına veya ikisi bir araya gelerek hükümet kuramıyorlardı. Mutlaka MSP’ yi yanlarına almaları gerekiyordu. Bu kurulacak hükümetin güvenoyu alabilmesi için şarttı.       Siyasi çalışmalar ve hükümet kurma çalışmaları bir taraftan devam ederken diğer taraftan da gençlik çalışmaları devam etmekteydi.       Benim her zaman tekrar ettiğim bir söz vardır. “Gençlik çalışmalarında devamlılık esastır. Bu çalışmalara ara verdiğiniz zaman, o arada yetişen gençlere artık bir daha ulaşamazsınız. Zira onlar sizin hakka bağlı mesajlarınızı almadıkları için yanlış kulvarda at koşturacak ve sizin karşınızda yer alacaklardır”       73 seçimlerinden sonra, Milli gençliğin yetiştirilmesine ait çalışmaların hızlandırılması isteyen parti üst yöneticileri, beni bu kere MSP Gençlik Kolları Genel Başkanlığına getirdiler.       İkinci dönem gençlik çalışmalarımda bir ilçe yönetimi tecrübesine de sahip bir kardeşiniz olarak çalışmalarıma kaldığımız yerden devam etme imkânı buldum.       GENÇLİĞE GÜZEL İKİ ÖRNEK   Milli Gençliğin yetiştirilmesi konusunda çalışmalarımızı gece gündüz ara vermeden sürdürürken, bu gençliğe kendisiyle iftihar ettiğimiz bazı örnek şahısları göstermemiz ve gençlerimize; “İşte sizler de bunlar gibi olun…” dememiz gerekmekteydi.       Aslında böyle insanların sayısı, bizim tarihimizde sayılamayacak kadar çoktur. Ama bunlarda ikisi peygamberimizin de methine eriştikleri için çok daha fazla öne çıkmışlardır.       Gençliğimiz için en önemli örnek, Peygamberimizin methine mazhar olan, bize en yakın bir zamanda yaşamış, “gemilerin karadan yürütülmesi gibi” harika olayların yaşanmasını sağlamış, bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmış, bir büyük zat… 21 yaşında ki Sultan Fatih Han Hazretleridir.       Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) Hendek harbi öncesi açılan hendek içinde kırılamayan bir taşa vurduğu darbeyle taştan üç kıvılcım çıkar ve taş kırılır. Buyurur ki Peygamberimiz; “Ben bu üç kıvılcımda, Bizans’ın, Acem’in ve Yemen’in feth edildiklerini görüyorum”       Diğer bir Hadis-i Şeriflerinde ise Peygamberimiz (s.a.v); “İstanbul, mutlaka feth edilecektir. Onu feth eden kumandan ne güzel kumandan, onu feth eden asker ne güzel askerdir” buyurmuştur.       İşte bu Peygamber müjdesi (muştusu) Sultan Fatih’e ve onun askerlerine ait olmuştur.   Cihat şuuruyla İstanbul’u almak için planlar yapan, bu planı uygulamak için emirler veren ve bu emirleri takip ederek onların yapılıp yapılmadıklarını kontrol eden Sultan Muhammed (Mehmet) Han, gece sabahlara kadar uyku uyuyamaz hep çalışırdı.       Bir gece gözü şehirde sabahlara kadar lambası yanan bir pencereye takıldı. Acaba, sabahlara kadar ışığını yakan bu adam kimdi? Ne için ışık devamlı yanıyordu?       Bir gün olayı, Vezir-i Azam’a (Başbakan) açtı ve adamın kimliğinin tespit edilmesini istedi. Vezir-i Azam, yaptırdığı inceleme sonuncunda sabahlara kadar ışığı yanık kalan bu adamı tespit etti ve Padişah’a bildirdi.       “Padişah’ım. Burada bir molla (öğrenci) kalmaktaymış ve sabahlara kadar ders çalıştığı için lambası yanık kalıyormuş” diye bilgi arz etti.       Sultan Mehmet Han; “Gidin ona söyleyin. Onun da benim gibi İstanbul’u almak gibi bir derdi mi varmış. Gündüz çalışsın gece istirahat etsin” dedi.       Çalışmalarımızı Genel merkez, il ve ilçeler bazında sürdürmekte, gençlerimizin milli değerlerimize bağlı olarak yetişmesini sağlamaktaydık. Ancak hiç olmazsa yılda bir kere bu gençlerimizi bir büyük meydanda, o olmazsa bir büyük stadyumda bir araya getirmeliydik. Böylece gençlerimiz, bu davada yalnız olmadığını anlayacak, moral bulacak ve daha çok şuurla nacaktı. Diğer taraftan binlerce gencin aynı aşk ve aynı heyecanla attığı sloganlarla ve marşlarla gençlerimiz birbirine kenetlenecekti. Bir slogan olarak söylediğimiz; “Tuğlaları birbirine bağlayan harç, gençleri birbirlerine bağlayan marştır” gerçeği büyük bir gençlik kitlesi tarafından yaşanmış olacaktı.
Binlerce gencin toplanıp dağılması o ilde yaşanlara, medyada yer alacağından bütün milletimize sanki bir işaret fişeği olarak görünecek, milletimizin gelecekten ümidi artacaktı. Merhum, şair Necip Fazıl Kısakürek’in bu konuda ki bir tespitinde; “Bu ülkenin kurtuluşu, futbol oyununda stadyumları dolduranlar kadar, hak ve hakikatin hâkim olmasını isteyenlerce doldurunca gerçekleşir” Bu düşüncelerle her yıl “İstanbul’un fethi günlerinde” Milli Gençliği bir araya getirmeli ve İstanbul’un fethini bir seremoni olarak değil ruh ve manasına uygun olarak kutlamalıyız” diyerek bir karar aldık. Ve bu kararımızın ilk uygulamasını 29. Mayıs.1974 günü “İstanbul’un fethi ve Gençlik günü” adıyla Fethin 521. seneyi devriyesinde yine İstanbul’da İstanbul Spor ve sergi sarayında Anadolu’nun her yerinden gelen binlerce gencin iştirakiyle kutladık. Bu çalışmamızı her yıl aynı tarihte periyodik olarak kutlamalarla devam ettirdik. Ancak 1980 ihtilalinin sonrası üç sene kadar Konseyden izin alınamadığı için yapılamayan bu büyük ve coşkulu çalışmalarımız, daha sonra ki yıllarda özellikle bürokrasi tarafından karşımıza çıkartılan birçok zorluğa rağmen başarıyla yapıla gelmiştir.
Bu toplantıların bir önemli yönü de İslam âleminden birçok devlet ve ilim adamının toplantılara iştirak etmeleri, burada bazı misafirlere konuşmalar yaptırılmasıdır. İstanbul’un fethi ve Gençlik günümüz gibi mutlu günümüzde ülkelerinden gelerek aramıza katılan bu erkan ile gelecekte İslam Birliğinin kurulmasına (D-8’ler) yol açacaktı. MİLLİ GENÇLİK VAKFI KURULUYOR 1975 yılının 29. Mayıs gününe gelindiğinde Milli Gençlik vasıflarına haiz gençliği yetiştirmek, bu gençlerimizi bir çatı altında toplamak, onların daha ileri seviyede eğitimlerini yapmak ve şuurlandırmak ve bütün geçliğe kucak açmak için “Milli gençlik Vakfı” adında bir vakfın kuruluş müjdesi ilan edildi. Vakıflar kanunu çerçevesinde kurulan bu vakfın ilk kurucuları; Reşat Aksoy Yüksek Mühendis Konya Milletvekili Nazım Karaman İlahiyatçı, İnşaat Mühendisi Ali Güzelsoy İnşaat Mühendisi Ali Tandoğan Müteahhit Yahya Zararsız İnşaat Mühendisi Ertan Yülek Makine Yüksek Mühendisi Mustafa Aksoy Mimar Yüksek Mühendisi Enver Ergün Makine Mühendisi Cengiz Acar Ekonomist 1975 yılında askerlik görevini yapmaya hazırlandığımdan, vakfın kuruluş çalışmamalarında bulunamadım. Ama Vakıf senedinin ilgili maddesine göre daha sonra kurucular listesine dâhil olmamız mümkün oldu. Bu kurucu üyeler; Nevzat Laleli Makine Mühendisi Muzaffer Baydar Öğretmen, İdareci Mükremin Karakoç İdareci Fikret Erçoban İktisatçı Yılmaz Bölükbaşı Öğretmen Burhan Uzgur Öğretmen Mehmet Atamtürk Öğretmen

KUR’AN KURSLARI FEDERASYONU
5.Haziran.1977 seçimleri yaz aylarına ve zannederim Ramazan ayına denk geldi. Ben de bu seçimlerde MSP’den Ankara milletvekili adayı olarak çalışmalara katıldım. Seçim çalışmaları öyle zorluklarla geçti ki bu zorlukları diğer seçimlerde pek yaşamadık. MSP’nin önce CHP-MSP Koalisyon hükümetinde görev alması, daha sonra 1980 ihtilaline kadar iki kere AP-MSP-MHP hükümetlerinde yer almasıyla, Hükümet protokollerine yazılmış olan maddi kalkınma “Ağır sanayi Hamlesi ile manevi kalkınmaya” büyük önem verilmiş hatta manevi kalkınma 5 yıllık kalkınma programlarına alınarak adım adım takip edilmeye başlanmıştı. Bu cümleden olarak da “Binası bitmiş okulların İ.H.Okulu olarak açılması, Yüksek İslam Enstitülerinin derslerinin ve müfredatlarının yeniden düzenlenmesi, Kur’an kurslarının sayısını artırılması, din görevlilerinin kadrosunun artırılması, İ.H.O mezunlarının üniversitelere girebilmesi gibi tüm kolaylıklar sağlanmıştı. Ancak benim de Ankara milletvekili adayı olduğum, 1977 seçimlerinde hangi köye ziyarete gitmişsek karşımıza, “MSP Kur’an kurslarını kapattı” diye bir itham ve iftira çıkardılar. Bu iftirayı bazen savıyor, bazen de savamıyorduk. Milli Görüş sahipleri olarak Kur’an hizmetini geliştirmeye ve Kur’an Kursları Federasyonunu kurmaya karar verdik. Hemen ifade etmeliyim ki Milli Gençlik, milletinin milli ve manevi değerlere sahip, Allah’ın kitabı Kur’an-ı kerimi okuyan, onu anlamaya çalışan ve hayatına hakim kılmaya çalışan bir gençliktir. Bu iki sebepten dolayı 29.Mayıs1978 tarihinde Genel Merkezi Konya olmak üzere “Kur’an Kursları Federasyonu”nu kurarak Milli gençlik çalışmalarımıza devam ettik. Bu federasyonun Genel Başkanlığını yine ben deruhte ediyordum. Resimde Kur’an Kursları Federasyonu Balıkesir Bölge toplantısını görüyorsunuz. (Soldan sola) Şakir Simit (Genel Muhasip), Orhan Sert (Genel Başkan Yardımcısı), (ayakta) Zülfer Erol (Genel sekreter), (konuşan) Balıkesir Müftüsü, Nevzat laleli (Genel Başkan), Mehmet Solmaz (Genel Başkan Yardımcısı) Musa Okçu (Yönetim kurulu üyesi)