Afyonkarahisar’ın tarih yüklü yokuşunda yer alan Mevlevihane, halkın değişi ile Türbe Camii ziyaretçilerini manevi âleme sürüklerken; Mevlevihane, Karahisar kalesine bakarak, kalenin dibine sığınmış, Hıdırlık’ı da arkasına almış; sessizliğin, huzurun, geçmişin izlerini taşırken sizi de alıp götürüyor 800 yıl öncesine.

Dünyadaki yüz kadar Mevlevihane içinde Afyonkarahisar Mevlevihane’si, Konya Mevlevihane’sinden sonra ikinci sırada en önemli Mevlevihane olma özelliğini taşıyor. Hz. Mevlânâ Afyonkarahisar’a gelmiş, oğulları Sultan Veled ve Alâaddin Çelebi’yi burada sünnet ettirmiş.  Daha sonra Mevlânâ’nın soyunun önemli bir kısmı Afyonkarahisar’da yaşamış. Torunlarından Sultan Dîvânî’nin icraatları hem Mevlevilik tarihi hem de Afyonkarahisar Mevleviliği açısından çok önem taşımaktadır.

Tasavvufi ruhunda sakladığı hazinesini görmek için müzenin girişindeki demir kapısından içeri girerken ‘’Bulanlar ancak arayanlardır’’ Mevlânâ’nın sözü ile dikkat kesiliyorsunuz tanık olacaklarınıza. Kaçımız ne aradığımızı gerçekten bilebiliyor? Kaçımız kendine arayabilme fırsatı tanıyor? Böyle düşünürken Mevlânâ’nın başka bir sözü aklıma geliyor nedense ‘’Eğriyi kendinde arayan, doğruyu kalbinde bulur.’’

Kapıdan girince hemen solda küçük bir odada el yazması Kuran-ı Kerim’ler ile eski derviş kıyafetleri ve eşyaları sergilenmekte. Merdivenlerden çıkınca ortada bir şadırvan, tam karşınızda Mevlevi Camii sizi beklemektedir. Mevlevihane; semahane, harem-selamlık, matbah, derviş hücreleri gibi bölümlerden oluşuyor. 

Mevlevihane’nin Camisi kesme taştan yapılmış, üstü merkezi kubbe ile örtülmüş. Caminin içerisi kasnağındaki renkli camlarla aydınlanıyor.  Yere kadar sarkan avizeler, yerdeki kırmızı halıyla bütünleşerek ferah, ulvî bir ortam sunuyor. Semahanenin doğusunda şerbethanenin üst katında, semahaneye bakan kafesli kadınlar mahfili bulunmaktadır. Semahanenin sol tarafındaki türbe bölümünde Mevlevi şeyhlerine ait ahşap 12 sanduka var. Burada Mevlânâ’nın torunlarından Aba Puş-i Veli, Sultan Dîvânî Mehmet Semai Çelebi, Hızırşah Çelebi, Şah İsmail’in oğlu Elkas Mirza ve diğer Mevlevi büyükleri yatmaktadır. Dualarınızın eşliğinde Allah’ın huzuruna çıkmanın huzurunu yaşıyorsunuz.

Camiye girmeden bir mezar daha görürsünüz. Namık Kemal’in annesi, Fatma Zehra Hanım, gayet süslü nakışlarla işlenmiş, İstanbul’da hazırlanmış mermer sanduka bir mezarda yatmaktadır.  (Neden Mevlevihane’ye gömüldüğü ile ilgili bilgileri yeni yazdığım kitapta okuyabilirsiniz.) Mevlevihane’nin avlusunda o dönem dervişlerin hayatlarının tasvir edildiği, dervişlerin temsili görüntüleri yan yana küçük odacıklar bulunmaktadır. Küçük bir müze görünümünde olan odaları gezerken, derinden gelen ney sesi, gitmek isterseniz sizi başka bir âleme taşır.

Afyonkarahisar Mevlevihane’sinde, Sultan Dîvânî’nin torunlarından Şah Mehmet Çelebinin kızı Destina Hanım ve yine Sultan Dîvanî soyundan Karahisar Mevlevihane’si Şeyhlerinden Küçük Mehmet Çelebi’nin kızı Güneş Han-ı Kübra Hanım’ı görüyorsunuz yine temsili olarak. Bu iki kadının Mevlevihane idaresinde bulunduklarını öğreniyoruz. Üstün niteliklere ve yüksek ahlaka sahip kadınlar o dönemde hadis ve tefsir ilimlerini öğrenmiş, başkalarına da öğretmiş kariyer sahibi olmuşlar. Güneş Han-ı Kübra Hatun’un, babası öldükten sonra şeyhlik ve halifelik yaptığı rivayet edilmekte. Kadınlara verilen eğitimin öneminin en güzel örneğini yansıtmakta buradaki iki kadın.

Mevlevilerin mutfak yaşamlarını tasvir eden mutfak bölümüne geçiyoruz. Avlunun sağında bulunan ‘‘Matbah-ı Şerif ’’ denilen, içinde yemeden ziyade ‘‘çiğ kimselerin’’ piştiği mahalde yatıp kalkan ve ‘‘can’’ tabir edilen derviş adaylarının yetiştirildiği yer. Burasının bir bölümü çilehane… Çile, nefsi terbiye etmek için yaşanan bir süreç, manevi bir eğitim dönemi. Bin bir gün süren bu dönemde insan ahlakının olgunlaşması konusunda önemli aşamalardan geçiriliyor. Çile çıkarmak için üç gün mutfakta bulunuluyor, olan biten izleniyor. Eğer çile için kalmaya karar veriliyorsa Kazancı Dede rehberliğinde kişi pişiyor. Görünüşte yemek pişiriliyor gibi ise de burada ham olan insanın piştiği yerdir.  ‘’Arayanlar ancak bulanlardır.’’ sözünün gerçekleştiği yer burası. Allah hepimizi bu arayışa giren ve sırlara erdiren kullarından olmayı nasip etsin inşallah.

Bugün artık bu mutfakta ham insanlar değil, Muharrem ayında aşure pişiriliyor. İslamiyet’ten önce de pek çok kültürde Muharrem ayı aşure gününe özel oruç tutuluyordu. Bugün Hz. Âdem’in tövbesinin kabul gördüğü, Hz Halil İbrahim’in Nemrut’tan kurtulduğu, Hz. Musa’nın Firavun işkencesinden kurtulduğu, Hz. Yunus’un balık karnından çıktığı, Hz. Nuh’un gemisinin su üstünden indiği, Hz Eyüp’ün yaralarının geçtiği gün olduğuna inanılmaktadır.  Ayrıca Hz. Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in Kerbela ’da şehit edilmesi de bugüne rastlar.

Tüm bu dini ve tarihi öneme bakıldığında aşurenin İslam kültürüne kattığı anlamın yanı sıra pişirilip dağıtıldığı her ev için de anlamı büyümektedir.

Mevlevihane’de de 40 hatimli dua ile pişirilen Şifalı Aşure geleneği sürmektedir. Bu yıl da Cumhuriyetimizin, 100. Yılı nedeniyle yine kırk hatimli, kırk kazanda şifalı yüz bin kap aşure pişirildi ve dağıtıldı. Aşure geleneği, geleneksel bir tatlı olmanın yanı sıra toplumsal dayanışma ve paylaşmanın simgesi olarak 550 yıldır şifa dağıtmaya devam ediyor.

Dağıtılan her şeyde olduğu gibi şifalı aşurenin dağıtılması, yoğun ilgi yüzünden yine izdihamlara neden oluyor. Milli ve manevi değerlerimizin korunarak gelecek kuşaklara aktarılırken, kırk hatimli, kırk kazanda pişen şifalı aşurenin bereketi, bolluğu, duası, sevabı, şifası tüm yurdumun üstünde olsun. Allah kabul etsin.