Nihayet Afyonkarahisar’ın yeni müzesi, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından seçim arifesinde ziyarete açıldı. Müze kompleksi, 2011 yılının Aralık ayında temeli atılırken büyük heyecan duymuştum. Yıllar geçtikçe müze binası ‘’neredeyse kendisi müzelik olacak’’ diye düşünmedim değil.  Çeşitli nedenlerle aksayan inşaat tamamlanıp açılınca ilk işim merakla müzeyi gezmek oldu.

1933-1970 yılları arasında Gedik Ahmed Paşa (İmaret) Külliyesinin içinde yer alan Taş Medresede bulunan müzeyi hatırlıyorum. O zaman çocuktum. Bahçesinde büyük boy küpler, mermer taşlar vardı. Daha sonra müze 1971 yılında Konya Yolu kavşağında Kurtuluş caddesindeki binasına taşındı. Müzeyi çok kereler ziyaret ettim. Yolum her düştükçe bahçesindeki kalıntıları; mezarları, heykelleri küpleri seyre dalar öyle geçerdim. ‘’Müzenin orada inecek var, müzenin orda oturuyorum, müzeyi geçince’’ gibi yol ve yön tariflerinde kullanılan müze artık eski müze oldu. Yeni müze şimdi tam ters istikametinde; Afyonkarahisar-İzmir Karayolunda ziyaretçilerini bekliyor.

Yeni müze ilginç mimarisi ile dikkat çekiyor. Afyonkarahisar’daki Mevlevihane’ye atıfta bulunularak; dervişlerin giydiği uzun ve geniş, yırtmaçlı, beli kırmalı, yakasız ve kolsuz giysi olan tennure biçimini sembolize ediyor. Müze 55 bin metrekarelik alana kurulmuş, 25 bin metrekarelik kapalı alana sahip.

Bahçesindeki açık hava müzesinde sergilenen eserleri inceleyerek ana binaya yöneliyoruz. Geniş ferah girişten sonra turnikelerin olduğu taraftan ziyaretimize başlıyoruz. Mayıs’ın 1’ine kadar ücretsiz olduğunu öğreniyoruz.  Önce merdivenlerden alt kata indik. Loş karanlık, gizemli bir çağa adım atıyoruz. Kalkolitik Çağ Salonu… Tarihe yolculuğumuz başlarken, müzede sergilenen eserlerin teknolojinin bütün yeniliklerinden yararlanılarak kronolojik sıralandığını anlıyorsunuz.

Bu katta bizi bütün görkemi ile mermerden yapılmış Herkül karşılıyor. Herakles (Herkül), Roma dönemine ait bir heykel... Önden ayakta tasvir edilmiş ancak, sağ ayak üst baldırdan, sol ayak kasıktan kırılmış. Sağ kolu arka kalça üzerinde, sol kol pazıdan itibaren kırık. Buna rağmen cüsseli görüntüsünden etkileniyorum. Adımlarımız dolambaç şeklindeki salonda ne kadar yavaş yürüsek de milattan önce 5000-3000 yılları arası dönemi ışık hızıyla geçiveriyoruz. Bir üst kata merdivenlerle çıkıyoruz.

Müzede Paleolitik döneme kadar uzanan eserlerle birlikte Eski Tunç Çağı, Hitit, Frig, Pers, Lidya, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin yaklaşık kırk dokuz bin beş yüz yetmiş iki kayıtlı eserden üç bin altı yüz parça eser sergileniyor. Müze beş bloktan meydana gelmiş, her blokun üzerinde on altı Türk Devletini temsil eden kolon var. Kolonlar salonda geçişleri sağlıyor.

Kültürel mirasımızın en değerli eserleri arasında yer alan, yurt dışından iadesi sağlanan Kybele Heykeli ve Tatarlı Tümülüs’ünü de atlamadan görmek istiyorum. Kybele Bereket Tanrıçasını basından takip ettiğim için meraklıyım. Heykel, 1960’lı yıllarda kaçak yollardan İsrail’e götürülerek satılmış, ardından ABD’den 13 Aralık 2020’de Türkiye’ye getirilmişti. İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bir süre sergilendikten sonra 24 Aralık 2021’de Afyonkarahisar’a memleketine geldi.  Heykelin daha büyük olduğunu hayal ediyordum, biraz küçük geldi gözüme. Onun için kaçırılması kolay olmuş derken; 48 yıl önce koskoca ahşap Tatarlı Tümülüs’ü nasıl kaçırdılar anlamak mümkün değil. Üzerinde boyaları bulunan Tümülüs’ü parçalar halinde kaçırılmış olması olası ki; Almanya Münih Arkeoloji müzesinde iken, 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı girişimleri ile otuz sekiz küçük ahşap parça ve dört kalas olarak Türkiye’ye getirildi. Kültür mirasları listesinde en önemli eserler arasında yer alan Tatarlı Tümülüs’ü, antik çağ ahşap resim sanatının tek örneği. Bu mezar odasının frizlerinde; savaş, av, huzura kabul, ölü gömme âdeti, kurban gibi Anadolu - Pers Sanatı izleri bana çok ilginç geldi. Zaten ahşap resim sanatının tek örneği olması bu eseri değerli kılıyordu. Eserlerimizin yurt dışına kaçırılmaları da üzdü tabii. Kim bilir daha neler kaçırıldı, kaçırılıyor?

Müzeyi gezmeye devam ediyoruz. Duvarlarına yazılan yazılarından bilgi ediniyoruz. Sergilenen eserlerin önünde hangi döneme ait olduğu bilgisi de var. Gizemli atmosfer sağlayan loş ışığı altında yüz yıllar öncesine gidiyor, o dönemin içinde buluyorsunuz kendinizi. Kullanılan eşyalar, çanak çömlek kalıntılarını, paraları, sikkelerini gördükçe o dönemlerde yaşayanlarla iletişim kurmaya çalışıyorsunuz. Müzeyi gezmek için özel bir zaman ayırmak gerekir. Öyle ayaküstü gezilecek yer değil. Her katında ayrı uygarlık sizi alıp götürüyor, sonra dik merdivenlerinin önüne getiriyor. Bir üst kata çıkarken çağları atlıyorsunuz. 

Müzede teşhir edilen eserler kronolojik düzende, ait oldukları döneme ilişkin görsel canlandırmalarla adeta o dönemde yaşıyormuş hissi uyandırıyor yüzlerce insanın ve hayvan figürünün işlendiği oyma taşlar ve kitabeler sizi tarihsel süreç içinde yolculuğa çıkarırken, dönemlerine göre oluşturulan salonlarda insanlığın gelişimine tanıklık ediyorsunuz.

Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamadan en üst kata, Milli Mücadele günlerine geliyoruz. Kocatepe’yi, Atatürk ve silah arkadaşlarını bir kez daha saygı, rahmet, minnetle anıyoruz. İnsanlar nereden nereye gelmiş, bu topraklar neler görmüş, neler yaşamış adeta birer ibret hikâyesi gibi geliyor bana. Nerede saltanat içinde yaşayanlar? Güçlüler, güçsüzler, savaşlar, açlıklar, kıtlıklar, hırslar, zenginler… Biri biterken öteki başlayan medeniyetler… Hele de seçim arifesini yaşadığımız bu günlerde ‘’Vay yalan dünya, kimseye kalmamış ‘’dedirtiyor insana.

En üst kattan asansörle iniyoruz aşağıya, çıktığımız katları birer birer geçerek. Müzeyi merakla gezen her yaştan insanlarla karşılaşıyoruz. Müzede interaktif teşhir çalışmaları sayesinde görme engelliler için sesli betimlemeyle engelsiz müze oluşturulduğunu öğreniyorum. Okul çağındaki öğrencilere yönelik müze içinde aktiviteler planlanmış. Şanlıurfa’dan sonra Türkiye’nin en büyük ve geniş ikinci müzesinin şehrimizde olması gurur verici... Aynı zamanda en fazla tarihi eser barındıran ilk beş müzesinden biri. Ortak mirasımız olan yeni müzemiz; memleketimizin turizm açısından da Afyonkarahisar tarihini ve kültürel birikimini yansıtan gözde mekânı olacağına inanıyorum. Hayırlı uğurlu olsun. Emeği geçenlerin emeklerine sağlık.