Uluslararası ilişkilerde eğer birileri sizinle uğraşıyor, ayağınızı kaydırmaya çalışıyorsa ortada çok önemli bir sorun var demektir. Bu sorun misyon sahibi olduğunuzda ise bir kaça katlanır. Yok eğer birileri sürekli sizi koruyor, işlediğiniz cinayetleri ört-bas ediyorsa, bu güçlere haraç ödüyor, onlar adına tetikçilik yapıyorsunuz demektir. Mafya liderine hizmet ettiğiniz sürece makbulsünüzdür bir başka deyişle... Aksi bir davranışın ölümle eşdeğer olduğunu siz de karşı taraf da bilir. Bu durumda en iyisi (!) bir parmak bal karşılığı tetikçiliğe devamdır.

Örneklendirelim isterseniz… Suud yönetimini ele alın… İşlediği cinayetlerin (sadece Kaşıkçı cinayetinden bahsetmiyorum) nasıl örtbas edildiğini, hukuksuzlukların nasıl da destek bulduğunu gelişmeleri biraz takip etmişseniz, görmeniz güç olmayacak… Birleşik Arap Emirlikleri de öyle değil mi… Etine bakmadan, buduna bakmadan nasıl da efeleniyor öyle… Ya Mısır’a ne demeli… Hiç sesleri çıkıyor mu global güçlerin… Arap Birliği-Avrupa Birliği zirvesinde idamlar gündeme bile gelmedi. Pek çok örnek var esasen… Bu örneklem eski Sovyet coğrafyası için de söz konusu büyük ölçüde… Rusya’ya rağmen bir yönetim yok zira bölgede… ‘Noluyo orada’ deme cür’eti gösteren Ukrayna’nın başına neler geldiğini biliyorsunuzdur.

Mevzubahis durum uzun yıllar, içerisinde yaşadığımız ülke için de söz konusu oldu gerçekte… Çok az posta koyabildik geçmişte zira… Küçük bazı tavizler karşılığı bölgede başta İsrail olmak üzere, Amerika’sıyla, Avrupa Birliği ile gayet uyumlu (!) ve dengeli bir rota izledi Türkiye… Ama tabi bu durum, bir şekilde bu güçlerin desteğini alan oligarşik mutlu azınlık için böyle idi. Görünüşte iktidar herkese açıktı ama, her nasılsa halkın iktidarı hiçbir şekilde mümkün olamıyordu. Bir miktar tehdit oluşturduğu durumlarda ise ‘beslemeler’ derhal harekete geçiyor ve gereği yapılıyordu. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ya da 15 Temmuz gibi… Ama her seferinde kimi zaman silahlı kuvvetlerle kimi zaman silahsız kuvvetleriyle tereyağından kıl çeker gibi sorunu kaynağında halleden Soros’un çocukları 2000’li yıllarda sendelemeye başladı. Nitekim çekirgenin son sıçrayışı da başarısız oldu.

Evet bekaa… Eğer öyle bir sorun varsa gerisinin teferruat olduğu bir kavramdan bahsediyorum. Peki ne demek istiyor devleti yönetenler bekaa sorununa vurgu yaparken… Ya da böylesine hayati bir mevzuyu, konuya hakim olduğu halde akla ziyan gerekçelerle sulandıranlar…

İsterseniz biraz geriye gidelim. 1923’te yaşlanan arslan yavrularının da ayrı baş çekmesiyle dar-ı bekaya irtihal etti. Henüz tecrübesiz ve biraz da kafası çelinmiş ‘yavrucak’ kendisinde karşı koyacak yeterince gücü de bulamadığından ‘şimdilik’ varlığını devam ettirecek şartlara rıza göstermek zorunda kaldı. Zaman zaman baş kaldırma girişimlerinde bulundu ise de; içerideki işbirlikçilerin nefesini ensesinde hissetti derhal… Ama yılmadı elbet… En kötüsü bu yılgınlık zira… Savaş içerisindeki mevzi yenilgiler alınması teslim olmayı değil, yeni taktikler geliştirme ve hataları bertaraf etmek için bir fırsat olarak değerlendirilmeli… Hiç böyle olmasaydı; İkinci Dünya Savaşında birkaç ayda teslim olan Fransa, Moskova yakınlarına kadar geri çekilmiş Rusya ağır bedeller ödeyerek ülkesini kurtarabilir ya da bütün orduları dağıtılmış Anadolu insanı kurtuluş savaşına teşebbüs edebilir miydi..

Evet arslan parçası büyüdü, kendine geldi, dostlarını ve düşmanlarını tanıdı, kendisine telkin edilen şeylerin sahteliğinin farkına vardı, biraz da kaslandı… Öncelikle işbirlikçileri karantina altına aldı. Ama malum olduğu üzere mikroplar her daim yedekte bekler ve vücut zayıf düştüğünde harekete geçerler.

Mücadele biraz yordu anlaşılan genç arslanı… Bazı hatalar da yaptı. Ha bir de ‘rantçılar’ var malum… Bunlara karşı da yeterince güçlü tepki vermedi ya da kimbilir veremedi… Ama sorun şu ki; bu rantçılar camiye namaz kılmaya değil, ayakkabı çalmaya gelenler… İşin

derinliğine vakıf olmayanlar ayakkabıların cami cemaatince çalındığını düşünüyor. Oysa cami ve namaz bir kılıf... Adam hırsız zira... Bugün burada yarın başka bir yerde başka bir kılıkta…

Sadede mi gel demek istiyorsunuz… Şunun şurası 2023’e birkaç yıl kaldı… Yüz yıl doluyor bir başka deyişle… Her ne kadar yetkililer ‘öyle değil’ dese de ‘hayatın olağan akışı’ Lozan’ın bizimle paylaşılmayan kimi kısıtlarının olduğunu ve süresinin 2023’te dolduğuna işaret ediyor. Bekaa diyenler açık olmasa da buna vurgu yamak istiyor. Zira egemen güçler sürenin uzatılması için bastırıyor. Sulandıranlar da ‘manda’ zihniyetinin devamından yana… Statükonun ve oligarşinin devamı için…