Hasan Cemal – Milliyet… “Türkiye bizden ibaret değil ve Kemalist cemaatin düştüğü hataya bizim de düşme ihtimalimiz var. Bunu tek bir şey engelleyebilir: Kendimizi sorgulamak. Her gün aynaya bakmalı ve kendimize şunu söylemeliyiz: Kendine Müslüman, kendine demokrat olma…” Bu köşede önceki gün “Fethullahçılar’ın gücü üzerine bir yazı…” başlığını taşıyan uzun yazım çıktı. Bu konuyu yakın takipte tutan bir meslektaşımdan sabah vakti mesaj aldım: “Yazın ilginç ama naif.” “Naif de olabilir, yüzeysel de… İçeriğinde şu yanlış dediğin ne var?” “Yanlış değil de, iyi niyetten kaynaklanan vurgu zayıflıkları diyelim.” “Bir örnek…” “Sandığın kadar iyiniyetli olduklarından kuşkuluyum. Devleti ele geçirme bahsi mesela…” “Bu konuda pek o kadar naif olduğumu sanmıyorum. Ama seninkisi biraz abartılı bir bakış açısı… İşlerin bu raddeye gidebilecek kadar koordineli olduğuna, olacağına ya da böylesine güçlü olabileceklerine, hatta onlarıın da kendilerine bu kadar güç vehmettiklerine ihtimal vermiyorum.” “Fakat unutma. İçlerindeki çokluk pek fazla çoğulculuk anlamına gelmiyor. Ayrıca merkez, aşırı güçlü…” “Olabilir. Ama oyunu kuralına göre oynamaya devam ederler diye düşünüyorum. Türkiye’nin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel olsun bir çok bakımdan farklılaşmış ve gelişmiş yapısı, Çarşamba günkü yazımda da belirttiğim gibi, bu ülkede artık ‘İslamcı düzen’e imkan vermez. Onların da bu gerçeğin çoktan beri farkına vardıklarını ve dinin ipiyle birlikte demokrasinin ipini de elden bırakmayacaklarını sanıyorum. Benim gördüğüm bu…” Şunu da ekledim: “Bu arada geçmişi de unutma. Fethullahçılar’ın da, bir zamanların solcuları gibi askere, devlete dönük olarak geçmişte yaşananlardan kaynaklanan hınçları da var.” Bu çerçevede kendisine Mustafa Akyol’un bir yazısını anımsattım. Şöyle diyordu: “Öncelikle bilmeliyiz ki, ‘cemaat’ dediğimiz insanlar, ceberrut bir devletin on yıllardır tehdit ettiği bir geleneğin mensupları. Sadece çay içip Risale-i Nur okudukları için derdest edilmiş, sırf namaz kıldıkları için işlerinden kovulmuş, kısacası ‘öz vatanlarında parya’ haline getirilmiş insanlar. Daha beş yıl öncesinde bile, küstah generallerce ‘Anadolu denizinde boğulmakla’ tehdit ediliyorlardı. Bu yaşanmışlıklar nedeniyle, ‘cemaat’in, kibarca ‘derin devlet’ dediğimiz Kemalist statükoya karşı ‘bilenmiş’ olması, doğal ve anlaşılır bir durumdur. Bu, kanımca Türkiye için hayırlı da olmuş, çünkü söz konusu statükonun ezici gücüne karşı kararlı, cesur ve organize bir direniş geliştirmiştir. (Katolik Kilisesi’nin komünist rejime karşı Polonya’da oynadığı rol gibi.) Ancak bu tür büyük siyasi mücadelelerin bir handikapı vardır. Onu yürütenlerde keskinlikler, körlükler ve hatta özgüven patlamaları üretir. Bunun üzerine bir de Türkiye’deki her kesimin müptela olduğu ‘komplo teorisi tutkusu’ eklenince, haklı bir davada taktik hatalar yapmaya başlar, hatta kurunun yanında yaşı da yakacak bir hoyratlık sergilersiniz.” (Mustafa Akyol, Kuşkuların savaşı, Star, 15 Şubat 2012) Son söz mü? Bunu da Hüseyin Gülerce’ye, Gülen Cemaati’ne yakınlığını hep belirtmiş olan meslaktaşıma bırakıyorum: “Türkiye bizden ibaret değil ve Kemalist cemaatin düştüğü hataya bizim de düşme ihtimalimiz var. Bunu tek birşey engelleyebilir: Kendimizi sorgulamak, özeleştiriyi öne çıkarmak… Her gün aynaya bakmalı ve hiç çekinmeden kendimize şunu söylemeliyiz: Kendine Müslüman, kendine demokrat olma…” (Hüseyin Gülerce, İslami kesim ve demokratlık, Zaman, 8 Şubat 2012)