Hidayet Şefkatli Tuksal’ın Twitter’da paylaşım rekoru kıran “Şey edebiyatının sahiciliğe delaleti” başlıklı yazısını okumuşsunuzdur. Yolsuzluklara, kanunsuzluklara konu olan hususların “şey” diye adlandırıldığı o meşhur telefon konuşmalarını nazara veriyor ve netice “Arkasında durmaya devam edeceğim bir AK Parti artık yoktur.” diyor. Hidayet Hanım’ın atladığı bir ayrıntı daha var orada; “Selamün aleyküm, inşallah, maşallah, Allah’ın izniyle, Allah’a emanet.” Dinde ve dindarın hayatında hepsinin yeri var bu sözlerin. Olması da lazım. Bazıları ayetle, bazıları sünnetle emredilmiş, tavsiye edilmiş ve uygulanmış. İmandan, itikattan sosyal hayattaki huzur ve ahenge kadar uzayan yanları var. Nitekim bu noktayı çok iyi kavrayan İslam ümmeti bunları baştan bu yana hayatının içine koymuş, örf olmuş, âdet olmuş, kültürün ayrılmaz bir parçası haline gelmiş. Öyle ki 15 asırdır İslam coğrafyasında bizimle aynı atmosferi paylaşan gayrimüslimler bile kültürel manada bunları söyler hale gelmiş. Bir tanesini örnek vereyim; inşallah. Şâe, Arapçada irade etme, dileme, isteme, arzu etme demek. İslam inancına göre insan hür düşünceye sahip irade ve ihtiyar sahibi bir varlıktır. Onu sair canlılardan üstün kılan ve ahirette yaptıklarından hesap vermeye mecbur bırakan da bu özelliğidir. Bununla beraber insanın dilediği şeyi yaratma, kuvveden fiile çıkarma gücü yoktur. O ancak ve ancak Allah’ın nihai takdiri ve yaratması ile olur. Onun için insan bir şeyi yapmak istediğini ifade ettiğinde bunu Allah’ın meşietine havale etmesi, yapacağım yerine “O isterse, murâd buyurursa, meşieti izin verirse yapacağım” demesi imanî bir gerekliliktir. İşte inşallah, kısaca bu manayı ihtiva eden bir beyandır. Kur’an anlatır bize bunu. Der ki: “Hiçbir konuda: Allah’ın dilemesine bağlamaksızın, “Ben yarın mutlaka şöyle şöyle yapacağım” deme! Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret ve “Umarım ki Rabb’im, doğru olma yönünden beni daha isabetli davranışa muvaffak kılar” de.” “Selamün aleyküm” ve mukabeleten söylenen “aleyküm selam”, vedalar esnasında muhatabımıza yönelik dua manasını taşıyan “Allah’a emanet” ve buna benzer sözleri ‘inşallah’a ilave edebilirsiniz. Şimdi sonuca geleyim; kaynağı, manası, muhtevası, getirisi düşünmeden söylense de Müslüman kimliğinin adeta bir parçası haline gelmiş bu imana işaret eden sözler, Hidayet Hanım’ın yazısına konu olan o konuşmalarda kullanılıyor. Bu konuşmalar doğru veya yanlış, ona mahkeme karar verecek. Masumiyet karinesi var. ‘Beraat-ı zimmet asıldır’ hukuk kaidesi şu aşamada nihai bir kanaate varmamıza engel. Ama bazı şeyler vardır ki “şüyuu vukuundan beterdir”. Hele bir de bunları destekleyen başka deliller ortaya savrulmuşken. Pekâlâ ne var bunda diyebilirsiniz. Zaten problem burada. Şüyuu vukuundan beter o konuşmalara mevzu teşkil eden şey hak adına haksızlık, adalet adına adaletsizlik, sorumluluğu üstlenilen millete adil dağılım yerine şahıs, aile, grup, parti çıkarlarını önceleme, rüşvete, irtikaba, ihtilasa kapılar açıp havuzlar oluşturma hatta o havuzun içine girip boğulma, herkesin eşit olduğu kanuna karşı hile, yandaşlarını kayırmaya yönelik fesatlar, oyunlar ve daha neler. Nedir bütün bunlar? Dinen haramdır, ahlaken ayıptır, hukuken suçtur, siyaseten yanlıştır. Hiçbir din alimi, hüküm çıkarımında kullanılan metotlar yerine kendi heva ve hevesini bile koysa bunlara cevaz hükmü veremez. Hiçbir ahlak teorisyeni, konuşmalarda geçen hususlara ayıp değil diyemez. Hiçbir hukuk doktrini, mezkur eylemlere kanunidir, meşrudur, yapılabilir diyemez. Ve hiçbir rasyonel akıl, bu yapılanlar siyaseten doğrudur diyemez. Soruyor okuyucu; bu süreçte sizi en çok üzen ne? İşte cevabım bu. Dinen haram olan uygulamalara Müslüman kimlikleri ile siyaset yapan, “dindar muhafazakâr” tanımlaması ile halktan oy isteyen insanların dinî değerlerini hiçe sayarak siyaseti de, dinî kimliklerini de kirletmeleri. Selamün aleyküm ile başlayıp, inşallah ile devam eden, Allah’a emanet ile biten konuşmalarında dinin haram dediği amelleri konuşmaları. Dikkat edin, yaptılar demiyorum, telefon konuşmalarına konu olması diyorum. Baksanıza geçtiğimiz gün bir Yunan gazetesi, secdeye eğilmiş sırtlar üzerinde sırtında dolar torbası ile yürüyen bir insan tasviri yapmış ve bu insan ülkemizin Başbakan’ı. Dışarıdan Türkiye’nin nasıl görüldüğünü anlamak adına çok manidar bir karikatür. AHMET KURUCAN – ZAMAN GAZETESİ