Malumunuz 24 Nisan’da hükümet bir açıklama yaptı. Açıklama hem iç hem de dış kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Zira özenle hazırlandığı belli olan açıklama, geçmiştekilerin bir tekrarı değildi ve ABD Başkanının açıklaması da beklenmedi. Açıklamada var olduğu zaten kabul edilen acılar, empati dili kullanılarak bir “taziye” ile paylaşılıyordu. Dünya kamuoyunu ikna eden Ermenilere karşı yeni bir hamle olduğu anlaşılan mesaj; Türkçe, Almanca, Batı Ermenice, Doğu Ermenice, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, Rusça, Arapça olmak üzere tam 9 dilde yayınlandı. Açıklama Cumhuriyet tarihinde bir ilkti. Gerçi Atatürk’ün yaşananları “fezahat” (alçaklık) olarak tanımladığına dair tarihi kayıtlar olsa da, bu açıklama bir devlet politikasına dönüşmemiştir. Ne zaman nerede söylediği, hatta söyleyip söylemediği dahi tartışmalıdır. (En kuvvetlisi 24 Nisan 1920 TBMM’dir). Ancak son açıklama mevcut devlet politikasında köklü değişiklikleri getirmektedir. Daha doğrusu şimdiye kadar savunulanlardan farklı olarak mevcut politikanın değiştirilmesi anlamı taşımaktadır. Açıklama özet olarak aşağıdaki gibidir; “Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının hangi din ve etnik kökenden olursa olsun, Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer milyonlarca Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğu yadsınamaz. Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir. Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır.”Çağrıda tarih komisyonunun kurulması talebinin geçerliliğini koruduğu da vurgu yapılan diğer bir konudur.” Türkiye Ermenistan’a karşı benzer adımları geçmişte de atmıştı. Daha çok Yukarı Karabağ’dan kaynaklanan sorunlar nedeniyle Azerbaycan’a verilen desteğin bir göstergesi olarak kapatılan sınır kapılarının yeniden açılması ve ilişkilerin normalleştirilmesini öngören protokoller, daha sonraki gelişmeler nedeniyle rafa kaldırıldı. Ancak süreçte izlenen politika ve dünya kamuoyunun dikkatinin konuya yönelmesi, Türkiye’nin uluslar arası alanda elini güçlendirdiğinden şüphe yoktur. Ermenilerin de Türklere yönelik bir kısım ön yargısı bu süreçte kırıldı. Diplomasi kanalı açıldı yani… Anlaşmanın içeriği de iki taraf açısından gayet tatmin edici idi. Protokollere göre diplomatik ilişkiler kurulacak, Türkiye sınırlarını açacak, kara-hava-demir yolları kurulacak, Ermenistan Türkiye ile sınırı resmen tanıyacak, (hali hazırda Türkiye’den toprak talebi söz konusu) iki ülke arşivlerini açacaktı. Ancak; Azerbaycan’ın gösterdiği sert tepki, Türkiye’nin anlaşmada açıkça ortaya konmamış olan hususları ileri sürmesi ve Ermenistan Anayasa Mahkemesinin anlaşmanın içeriğine gölge düşüren kararı gibi nedenlerle anlaşma bir başka bahara ertelendi. Uluslar arası politika realist olmayı gerektirmektedir. İşte Ermeni sorunu, İşte Kıbrıs Sorunu, işte PKK sorunu… Her üçünün de ülkemize ağır bedelleri olmuştur. Adeta dünya yokmuş gibi ortaya konan politikalar sonuç vermeyince, bu politikaların değiştirilmesinin bedeli çok daha ağır olmaktadır. Örneğin, yıllardır aslında siyasi olan PKK sorununu askeri yöntemlerle çözmeye çalıştık ve bedeli ülkemize hem doğrudan hem dolaylı, hem içerde hem dışarıda son derece ağır oldu. Politika değişikliği de aynı şekilde ve üstelik onur kırıcı bir görüntüde oldu. Bir başka deyişle Türkiye’nin istediğini yaptıramamak bir tarafa adeta masaya oturmak zorunda kalmış izlenimi vermesi, ülkemiz için diğer bir fatura oldu. Ama her şeye rağmen geç de olsa teşhisin doğru konulması, tedavinin de cevap vermesi ümitlerimizi tekrar yeşertmiştir. Ermenistan’la ilişkiler konusunda henüz bu noktaya geldiğimiz söylenemez elbette… Ama Ermenistan’ın ısrarla sürdürdüğü politikası kendisi açısından sonuç vermiş gibi gözükse de, bölgedeki gelişmelere bağlı olarak aleyhine dönme ihtimali hala vardır. Bir taraftan Türkiye’nin her alanda güçlenmesi, bir taraftan Rusya’nın gerek Ukrayna gerek Kırım ve gerekse Suriye politikalarında Türkiye ve dünya kamuoyu ile ters düşmesi, Rusya’yı bir çıkış yolu aramaya itebilir. Zira, bir taraftan Ermenistan’ın politikalarını büyük oranda Rusya’ya göre şekillendirmesi, diğer taraftan mevcut durumun karşı taraflarca (Türkiye ve Azerbaycan) kabul edilemez bir noktada olması Rusya’yı da bir çıkış aramaya zorlayabilir. Burada kurbanın Ermenistan olma ihtimali elbette vardır. Rusya’nın Ermenistan’ı da işin içine katma ihtimali, bir başka deyişle arkasındaki desteği çekmesi, dengeleri değiştirebilir. Herkes bilmektedir ki, Ermenistan’ın tek başına politika üretme gücü yoktur. Bunu kendileri de bildiğinden küresel güçleri sürekli arkalarında tutmaktadırlar. Küresel güçlerin de hali hazırda bir denge unsuru olarak Ermenistan’ı kullanması, şimdilik sonuç verse de bunun sürdürülebilirliği her zaman mümkün olmayabilir. Zira Ermenistan bir İsrail değildir. Askeri gücü de siyasi gücü de ekonomik gücü de bölge ülkeleri nezdinde İsrail’inki ile boy ölçüşemez. Bir başka deyişle, Ermenistan İsrail’in aksine, bölgesel bir güç değildir. Ermenistan’ın; diasporanın ekonomik ve siyasi, Rusya’nın da siyasi ve askeri gücüyle ayakta durduğu ortadadır. İsrail’in bile ayakta kalması önemli ölçüde ABD ile birlikte yürüttüğü politikalara bağlı olduğuna göre, bölgede dengelerin değişmesi, Ermenistan’ı yalnız bırakmayı gerektirirse, Ermenistan’ın tek başına işin içinden çıkması son derece güçtür. Ermeniler, Rus desteği olmasa, Azeri ordusunun karşısında duramazlar. Bunu Ermeni yöneticileri de bildiğinden, ekonomik olarak Rusya’nın öncülüğünü yaptığı gümrük birliğine dahil olmuşlardır. Ermenistan’ın 10 milyar dolar gibi küçük bir ekonomisi vardır (Türkiye’nin ki 800 milyar dolar). Ekonomisi önemli ölçüde Rusya’ya bağlıdır. 3000-3500 dolar civarındaki kişi başına milli geliri ile Türkiye’nin üçte birinden daha azdır. % 20’lere yaklaşan işsizlik yanında, nüfusun % 35’inden fazlası açlık sınırının altında yaşamaktadır. 2.6 milyar dolar kadar milli bütçesi ile 1.5 milyar dolayında küçük bir bütçesi ve ihracatı söz konusudur. Denize kıyısı olmayan ve dört ülkeyle sınırı olan Ermenistan Türkiye ve Azerbaycan’ın sınırı 1991 ve 1993’te kapatması nedeniyle ticaretini İran ve Gürcistan üzerinden yürütmektedir ve son derece düşüktür. Batıya açılan kapısı olan Türkiye kapısının açılması ise Ermenistan’a ekonomik olarak çok şey kazandıracaktır. Ermenistan bölgesel enerji ve ekonomik işbirliklerinin de dışında bırakılmaktadır. Zaten sıkıntılı olan ekonomisi, bu global işbirliklerinin de dışında kalması nedeniyle nüfusu özellikle göçler dolayısıyla sürekli azalmaktadır. Sırf 100.000 kadar işçinin Türkiye’de sel-sefil yaşadığı, küçük bedeller karşılığı en ağır işlerde kaçak olarak çalıştıkları hükümetçe de bilinmektedir. Ermenistan ekonomisi, halkının refahını yükseltecek bir zenginlik sunamamıştır. İdeolojik beslemelerle şimdiye kadar sürdürdüğü politikaları, bölgesel dengelerdeki kıpırdanmaya son derece duyarlıdır. Belki hatırlarsınız; Ermenistan 1990’lı yıllarda açlık sorunuyla bile karşı karşıya kalmıştı. Türkiye sınırı kapatmış olmasına rağmen, uluslar arası baskıların da etkisiyle sınırlarını geçici olarak açmış, Ermenistan’a trenlerle buğday göndermişti. O süreçte ekonomik zorluklarla mücadele eden Rusya bu yardımı yapamamıştı. İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Konuşmadan sorun çözülemez. Komuşmanın uluslar arası ilişkilerdeki karşılığının adı diplomasidir. Dünyanın özellikle Yahudi soykırımı nedeniyle çok hassas olduğu soykırım iddiasından Türkiye’nin bir an önce kurtulması gerekmektedir. Bu da doğal olarak inatlaşma ile olamaz, olmamıştır da zaten… Bu yüzden Türkiye’nin çıkışı fevkalade önemlidir. Bir anlamda Türkiye dünya kamuoyu nezdinde Ermeni iddialarına karşı bir gol atmıştır. Ermeni tarafının ise, ikna edici bir politika geliştirememiş olması, sürecin yavaş yavaş aleyhine dönebileceğinin de göstergesidir. Barışa dönük adımların atılmasına en fazla Ermenistan’ın ihtiyacı vardır. Türkiye’nin ihtiyacı ise bölgede Azerbaycan’la yapılabilecek bir barış ve uzun vadede dünya kamuoyunun Türkiye aleyhine dönmesinden kaynaklanabilecek sıkıntıları bertaraf etmiş olması olacaktır. Yoksa zaten nüfusu az, alım gücü düşük, küçük bir ekonomi olan bu ülkeden Türkiye’nin ekonomik anlamda kazanabileceği pek az şey vardır.