EDEP’İN ANLAMI… Edep kelimesi, e (eline), de (diline) ve b (beline) harflerinden müteşekkildir ve tam manasıyla insanın uyması gereken düsturların başında gelir. Erenlerin “Elin tek, dilin pek, belin berk tut!” demesi de bunun dervişçesidir. “Eline, beline, diline” düsturu ise hakikat yolcusunun kendine ait olmayan bir şeyi almaması, uygunsuz kelâm söylememesi ve kimsenin namusuna halel getirmemesi demektir. Edep’in ne olduğunu anlattıktan sonra edepsizleri anlatalım: Tefeci Hüseyin Efendi’yle zampara İbrahim Efendi karşılıklı oturmuşlar. Masanın üzerindeki kartonda “tefeci” ve “kart zampara” yazıyor. Dolarları çıkarmışlar ve yazının üstünü kapatmışlar. Bu esnada İbrahim Efendi’nin muhterem babası kapıyı açıp dükkana girince, rüzgardan paralar uçar ve kartonun üstündeki yazı ortaya çıkar. Ağa baba uçan paraları da görür, masadaki yazıyı da.. Der ki: “Eğer rüzgâr olmasaydı, yerle gök arasında, pis kokudan yaşanmaz olurdu. Para, pisliklerinizi bir an için örttü ama rüzgar parayı uçurunca pis kokularınız işte böyle yayıldı. Damatlarınızdan utanın…” Utanmazlar… Tefeci Hüseyin Efendi, tefeden eşek kadar para kazanıyor onun için bindiği eşeğin peşinden koşturuyor… İlla eşek olacak… Sıpaların, ağzını burnunu kırmasına rağmen… İbrahim Efendi, üniversiteli öğrencilere burs vermeye çalışıyor ama aklı başka şekilde faydalanmakta… Yuvası sarsılmasına rağmen zamparalık içine işlemiş… Kart zampara… Damat Efendi ve ortaklarına gelince… Damat gemi iyice azıya almış dörtnala koşuyor… Bazı önemli isimlerle beraberliğini vurgulayıp, işbitiriciliğe devam ediyor. Ankara, İstanbul Konya ve Isparta’da ofisleri var. Kardeşi Karun Efendi ile Sümbül Serkan Efendi, gizli ortaklarına paketlerini dağıtıyor. Herşeyin bir sonu vardır… İzliyor ve o günü bekliyoruz… LOKUMCU’NUN KULAĞI… Kara lokumcu, bu köşeyi okuduğunda kulağı kıvrılıyor. En yakın dostu Süleyman K.; “Doğrusu tüyleri diken diken olanı, kalbi sıkışanı duydum ama böyle kulağı kıvrılanı ilk kez duyuyorum” dedi. Zaten ben de duymamıştım. Kara lokumcu buradaki o tatsız yazıları okuyunca soluğu, kalan tek dostu Süleyman K.’nın yanında alıyor: “Bak ne oldu?…” “Ne?…” “Kulağım…” Süleyman K. hemen teşhisi koyuyor: “Valla sen yine köşeyi okumuşsun…” Kara lokumcu’nun yüzü değil, kulakları kızarıyor, sonra kıvrılıyor… Neden mi? Kısaca anlatalım… Kara lokumcu, işi düşecek kişileri mangala davet eder. Yanında her dediğine “evet” diyecek biri olur ki, konuştukları inandırıcı olsun. Konuya girinceye kadar, ortamı ısıtmak için zamparalıklarını bile anlatır. Son mangal partisinde “evet”ci pozisyonunda olan tefeci Hüseyin’de vardır. Lokumcu yakın tarihe kadar, komşusu Nebahat’la, trafo Nezahat’la, kara Emine’yle ve arabacının eşeğiyle olan hikayelerinden övüne övüne bahseder. Ki, ne kadar erkek adam olduğu anlaşılsın! Tıpkı tefeci Hüseyin’in, Süleyman K.’nın kendi hikayeleriyle övündüğü gibi… Gurup bunlar, rezillikleri diz boyu… Kulak meselesine dönelim… Lokumcunun hikayelerini, tefeci Hüseyin çoklu ortamlarda anlatmaya başlayınca… Lokumcunun kulağı, kızarıp kıvrılmaya başlıyor… Yakında; lokumcuyla uygun adım yürüyen Süleyman K.’nın da kulaklarının kızarıp kıvrıldığını duyarsanız, şaşmayın… Unutmayın ki; Üç kuruşluk insana, beş kuruşluk değer verirsen, aradaki iki kuruşa seni satar…