Ben şapkamı kaybetmekle meşhurum. Geçenlerde yıllardır kafamda dolaştırdığım şapkamı odamda aradım durdum. Bakmadığım yer kalmadı. Sonra okulun koridorlarında düştüm peşine. Açık olan kapısının önünden defalarca geçtiğim bir dostum: “Hayrola hoca, bu kaçıncı geçişin” diye sordu, merakla. “Şapkamı kaybettim, onu arıyorum” dedim, telaşla; “yavaş yavaş gerçekleşiyor bu işler, önce şapkayı kaybediyorsun, sonra şapkanın altındakini.”



Sonunda, nice kaygılı arayışlardan sonra buldum şapkamı. Bir daha ki yitirişe kadar şimdilik rahatım. Bu kaçıncı kaybedip buluşum şapkamı. Neden bana haber vermeden bir yerlere gider anlamıyorum. Çok da alıştım kendisine, İstanbul’da Eminönü’ndeki bir şapkacıdan almıştım özenle. Öyle çok anım var ki onunla. Anılar kimi zaman çok ağırlaşıyor, kafamda kocaman bir kazan taşıdığımı sanıyorum.



Daha önce yitirip bulamadığım epey şapkalarım olmuştur. Unuttum onları. Nice şemsiyeler unutmuşumdur Kadıköy vapurlarında.



Bir Yunanistan yolculuğunda, Selanik’ten İstanbul’a otobüsle gelirken, yol üstünde Şoförün tavsiyesiyle yemek yediğimiz lokantanın yemeklerinden, servisinden epey yakınmış, otobüs şoförüne de çıkışmıştım. Sen misin çıkışan, o sinirle güzelim şapkamı unutuvermiştim lokantada. Epey gittikten sonra fark ettim unuttuğumu. Şoförü sevindirmek için şapkamı lokantada unuttuğumu söyledim. “Ne yapalım, üzerine bir bardak su iç, epey geçtik orayı” dedi, büyük bir sevinçle. Bu konuşmamızın arasından bir iki dakika geçti geçmedi, ardımızdan korna çalarak hızla gelen bir araba yanaşıp, durdurdu otobüsü. Lokantanın pek de beğenmediğim sahibi, şapkamı getirip verdi bana. Bunları unutulan şapkanın kırk yıl hatırı vardır diye yazıyorum.



Şapkam çıplak kafamla ilgilidir. Çıplak ruhumu ne örter bilmem. Freud’u pek seven öğrencilerimin bu unutmalarımla ilgili, çok özel olduğu için burada yazamayacağım yorumları vardır.



Belki de kendimi unutmak için unutuyorum bir yerlerde şapkamı. Nasıl oluyorsa buluyorum yeniden.



Kaybetmekten korkuyorum demek ki. Her şeyimi değil ama. Şapkamı özellikle. Tesbihlerimi, kalemimi, çantamı falan da unuttuğum olmuştur, pek üzülmedim onlara.

Dostlarımızı kaybetmeye ne dersiniz? Şapkamız gibi midir dostlarımız? Bir anlamda evet. Başımız üstünde yerleri vardır. Çoğu yitince, bir daha bulunmuyor. Yeniden bulduklarımıza seviniyoruz bazen. Bazen de, eski tadı alamıyoruz onlardan.



Ömür yitiriliyor, yeniden bulunması da olanaksız. Düşlerimizde, belleğimizde kalıyor birazı. Biz ölünce de, anımsadıkları kadarıyla tekrar buluyorlar bizi. Bedenimiz bu dünyadan gidiyor, yitiriyorlar onu. Bizi hatırladıkları sürece kalıyoruz insanların belleklerinde. En son kim hatırlamışsa ölüm sonrası, son yaşayışımız o oluyor bu dünyada.



Yitmeyen şeylerin ardına düşüyoruz. Ölümsüzlüğe inanıyoruz. Bu dünyadaki konukluğumuzda ölümsüz değiliz. Türkçemizin o güzel deyimiyle, kimse kazık çakmıyor bu dünyaya. Gidiciyiz.



Ne zaman şapkamı kaybetsem aklıma ölüm gelir. Ölüm yaşama dâhildir çünkü. Ölmeyecek olanın ardına düşmüşüz biz insanlar. Teker teker, bireyler olarak ölürüz ama çocuklarımızın bu bize bitimli olan hayatı sürdüreceğini düşünürüz. “İlelebet payidar” olacak bir hayata adarız kendimizi.



Yıllar önce doğduğum yer olan Sandıklı’lı bir akrabamı daha üç yaşında bir çocukken dedesi İstanbul’a gezmeye getirmişti. Torununu mutlu etmeye çalışan dede, onu İstanbul’un caddelerinde elinden tutup dolaştırırken, ona şekerler, dondurmalar, pastalar teklif ediyordu. Birden rengârenk balonlarını sevinçle elinde tutan baloncunun yanında durdular. Dedesi torununa Sandıklı ağzıyla: “Gızım sana balun alıverem mi?” deyince torunu biraz kaygılı, biraz mahzun dedesini yanıtladı: “Neyneyen balunu, sönüveri!” Küçük kız çocuğu sönebileceği için balonu reddediyordu.



Dedesi ben olsaydım torunuma şöyle derdim belki de: “Olsun, her balon bir gün söner, sönünceye kadar bizimdir ama. Alalım elimize balonu, sevinçle dolaşalım sokaklarda.



Her balon sönmeye mahkûmdur. Sönmediği sürece yaşayabiliriz onu. Balonları tatmayı bilmek gerekmez mi? Gereğinde elimizle patlatmak. Üstelik şöyle bir mâni de düzerdim torunuma ben:



Balon güzel balon da

Oynayalım salonda

Sönerse varsın sönsün

Ölümsüzlük yok onda.



Bu yazımda şapkamı, balonları anlattım. Siz artık ne anlarsanız anlayın.











http://ahmetinam.com/site/2018/05/19/balonlar-soner-mi/


  •