Devlet ya da milletlerin tarihinlerinde seksen ya da yüz yıl çok da uzun sayılmaz. Hemen her milletin tarihinde buna benzer fetret dönemleri yaşanmıştır. Türkiye Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın yaptığı gibi savaşı bitiren anlaşmayı yırtıp atmamış ya da atamamıştır belki ama, dünya konjonktürünü zorlayarak küllerinden yeniden doğmanın sancılarını yaşamaktadır bugün... Türkiye’nin misyonunun 2000’li yıllarla birlikte belirginleşmesi bir tesadüf olmasa gerek… Eğer 15 Temmuz kalkışması başarılabilseydi NATO-Amerika eksenli olduğu besbelli olan bu darbe ile bu toplum yine ‘ehlileştirilecek’ (!) kölelik ve sömürge belirsiz bir süre daha devam edecekti. Bu yüzden bu kutlu mücadelede tarafınız son derece önemlidir.

 

Ayasofya gerçekten sanat değeri fevkalade güçlü bir insanlık mirası, medeniyet sembolüdür. Romalılar zaten bir medeniyet oluşturamamış olsalardı, bin yıl ayakta kalamazlardı. Bugün bunun kanıtı olarak dünyanın pek çok yerinde Roma’dan kalma eserler vardır. Osmanlının artık bir bölgesel güç olmaktan çıkıp dünya gücü haline geldiği kabul edilen bu dönemde, Fatih fevkalade bir ileri görüşlülükle bu efsane eseri fethin bir sembolü olarak camiye çevirerek gelecek nesillere yani bizlere emanet bırakmıştır.

 

Denebilir ki; Ayasofya herhangi bir yapı değil ki yıkılsın… Bundan birkaç yıl önce (Haziran 2018) ziyaret ettiğim balkan coğrafyasında kimi şehirlerde sembolik olarak bile eser bırakılmadığına şahit oldum. İkamet ettiğim şehirlerde geçmişte yüzlercesi olan eserlerin nasıl yok edildiğini, camilerin nasıl kiliseye çevrildiğini, minarelerinin tıraşlandığını ve kendi haline bırakıldığını görmüştüm.

 

Ayasofya müzeye çevrileli beri devam eden tartışma bükün yeniden alevlenmiş gözüküyor. Bu vesileyle Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi esnasındaki kimi tartışmalı hukuki süreçten de geniş kamuoyu malumat sahibi oldu. İfade edilmeyen ise; bu kararın neden alındığıdır. Bunun bugünkü gün yüzüne çıkmış bilgilerle izahı da yoktur. Sadece şu kadarını söyleyeyim; Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi idari ya da teknik bir konu değil, siyasi bir mevzudur. Bir başka deyişle gerçekten camiye ihtiyaç olduğu için bu karar alınmış değildir. İslam’ın şiarını onurunu korumaya dönüktür. Konuyu cami ihtiyacı ile ilişkilendirmek eğer fevkalade cahilce değilse, kötü niyetli, hatta insanların zekâsıyla alay etmek, milletin onuruyla oynamaktır.

 

Bu hamlenin aradan geçen şu kadar yıldır neden yapılmadığı, şimdilerde durduk yerde gündeme getirildiği sorulabilir. Siyaset bir anlamda hangi adımın ne zaman atılacağına karar verme sanatıdır. Dolayısıyla konu aslında sadece bir zamanlama meselesidir. Dikkat ederseniz CHP bile karşı çıkamıyor. Yanlışlarını kabul ettiklerinden değil, çaresiz olduklarından... Pekala devrimlerle ilişkilendirebilirlerdi. Seçim kaygısıyla yapıldığı iddiasını ise cehalet kelimesi bile açıklamakta yetersiz kalır. Zira seçime üç yılı aşkın bir süre var ve 24 saatin fazla olduğu politik arenada bu süre içerisinde köprünün altından geçen suyun haddi hesabı olmaz… Erken seçim mi dediniz… Elbette seçmenin gazını almak için zaman zaman dostların sizi alışverişte görmesi lazım…

 

Tabi bir de 2023’ün yaklaştığını gözardı etmemek gerekir. Bir önceki yazımızda Lozan’a ilişkin gizli hükümler olduğu iddiasından bahsetmiştik. Lozan görüşmelerine katılan İsmet İnönü’nün bir seferinde ‘yüz yıl kazandık’ dediği yönünde bilgiler vardır. Dolayısıyla 2023’ü bu bakımdan da değerlendirmek gerekmektedir. Daha açıkçası Lozan’ın iddia edilen hükümleri Ayasofya’nın statüsünü değiştirmeyi gerektirmiş olabilir.

 

Toplum olarak en büyük hastalıklarımızdan birisi de hemen her konuyu politik pencereden değerlendirmemizdir. AK Parti bu misyona bugün sahip çıktığı için muteberdir. Yarın o da miadını doldurur. Özal da öyle değil miydi… Hatta Menderes… Başarıyı bu kişilere atfetmek başlı başına bir sorundur. Hepiniz Halit B. Velid’i bilirsiniz. Hiçbir savaşı kaybetmemiş ve onca savaşa iştirak etmesine rağmen yatağında vefat etmiştir. İskenderiye’nin fethinde fethin müyesseriyetini bilen Hz. Ömer savaşın en kızgın zamanında onu görevden almıştır. Zira kimsenin zaferin ondan olduğu vehmine kapılmasını istememiştir. Unutulan şu ki; şairin dediği gibi ‘ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır’ın sırrına vakıf olmadıkça; ne Tayyip Erdoğan ne başkası… bu şer odaklarına güç yetiremez. Zaferi kendine malettiğin gün, aynı zamanda tükendiğin gündür.