Hani! Her mahallede tatlı bir ihtiyar vardır ya!

Bekir Amca’da o mahallenin, sözü dinlenir, örnek insanlarından biriydi.

Güzel giyinirdi, güzel konuşurdu. Tarih, coğrafya ve edebiyat bilirdi. Edepli bir adamdı her şeyden önce.

Yüreği sevgi dolu, küçüğe, büyüğe hep sevgiyle, ilerlemiş yaşına rağmen saygıyı elden bırakmadan yaşardı.

Güzel kul sözcüğü çok anlam ifade eder ya! Bekir Amca bu sözcüğün içini dolduranlardandı.

Hiç evlenmemişti.

Uzun süre dul kalan ablasıyla yaşadı, sonunda ecel gelip ablayı da alıp götürünce yapayalnız kaldı.

Bekir Amca’yı sevenler, ona yakın olanlar ağızdan ağza anlatırlardı.

Gençliğinde birini sevmiş, vermemişler.

Öylesine sevmiş ki, yüreğine başka bir sevgiyi yakıştıramamış. Ne kız evlenebilmiş, ne de Bekir Amca…

O nedenlerdir ki, derlerdi.

Öğle veya ikindi, akşam veya yatsı namazlarını aksatmadan camide, cemaatle kılmayı severdi.

Hem yürüyordu. Ağrıyan dizlerime iyi geliyor derdi. Hem de cami çıkışında yaşıtım bir iki kişiye rastlarsam iki kelam ederiz diye, o güzel Türkçesiyle olayı anlatıyordu.

* * * * *

Şehrin cenazeleri çoğunlukla, Merkez Camiinden kalkar. Eş, dost, akraba, arkadaş son yolculuğa yakınların kalabalık bir cemaatle bu avludan uğurlardı.

Şair ne diyordu;

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan,

Hiç yolcusu yokmuş gibi, sessizce alır yol

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol…”

 

Hava sıcak, oturduğu yerde bunalmış. Bir değişiklik olsun diye, öğle namazını Merkez Camii’nde kılmaya karar vermişti.

Her günkü gibi traşını oldu. Ütülü pantolon ve gömleğini giydi, kravatını taktı. Saçlarını taradı, bastonunu eline aldı ve ağır ağır merdivenlerden inip karşı kaldırıma geçti.

Dolmuş bekleyecekti. Uzaktan gürültüyle gelen dolmuşçu hızla on beş-yirmi metre ilerde durdu.

Bekir Amca yürüdü, yürüdü, dolmuşçu kızmıştı.

‘Hadi be ihtiyar, yolcular kaçacak’ diye çıkıştı.

Seslenmedi, sesini çıkarmadı, bas git demedi şoföre. Sadece gülümsedi ve içinden, ‘Ah! Şu gençler, hep aceleleri var. Zamanları yok. Hâlbuki bizde zamandan bol bir şey yok’ diye geçirdi.

Merkez Camiine geldiğinde arabadan indi. Caminin uzun sayılacak yolunda yürüdü. Her zamanki gibi, giriş kapısının önünde, musalla taşında cenaze vardı. Üstünde tülbent vardı, hanım olduğu belliydi. Ölenlerin yanına ayaklı bir tabelaya, bu mevtanın adı soyadı yazılırdı.

Mevtanın yakınlarına başsağlığı dilemek adettendir diye yaklaşırken…Gözlüklerinin üstünden, yüreğinden altmış yıldır çıkaramadığı, sevdiği insanın adını okudu. Şimşekler çaktı, gözleri karardı ve olduğu yere yığıldı kaldı. Bir daha kalkamadı.

Koştular, koşuşturdular, araştırdılar, kimi kimsesi olmadığını öğrendiler.

İkindi namazında aynı musalla taşından sevgisini yarım asır yüreğinde sakladığı kadının ardından cenazesi kalktı.