Mevlana’nın o hepimizce bilinen manzumuyla başlamak istiyorum: Her gün bir yerden göçmek ne iyi… Her gün bir yere konmak ne güzel… Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş… Dünle beraber gitti, cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait… Şimdi yeni şeyler söylemek lazım… Mevlana ki; bundan 750-800 yıl önce yaşamış ve dinin mesajlarını en iyi anlamış, meramını kelimelere sığdıramadığından yüzlerce hikaye kurgulamış, batının kendisini hala anlamaya çalıştığı, filozof, mutasavvıf, derviş, sufi… Ne kadar da güzel ifade etmiş… Bugün Saadet Partisi ile temsil edilen düşünce; geçmişte “Milli Görüş” anlayışı etrafında kurulan bir dizi siyasi partinin son halkası malumunuz. Milli Görüş hareketi Türkiye’ye çok hizmetler etti gerçekten… Şahsen düşünce dünyamın gelişmesi ve şekillenmesinde önemli katkıları oldu. Resmi ideoloji çizgisinin dışında olması nedeniyle sürekli kapatılma tehdidi altında idi ve öyle de oldu. Ezberlerimizi önemli ölçüde bozmuş olması önemli hizmetlerinden sadece bir tanesi… Zira Cumhuriyetin kuruluşundan sonra oluşturulan tevhidi tedrisata dayalı eğitim sistemi, insanımızı tornadan çıkmış gibi tek tip yapmayı amaçlamıştı. Bu kalıba uygun düşmeyenler sürekli “hatalı imalat” muamelesi gördü. Milli Görüş düşüncesi mensupları da bu kategoride idi. bir başka deyişle kurulu düzeni sorgulayan ve alternatif sunan bir yapı idi. Bunda başarılı da oldu. Zira, Kıbrıs Harekatında, 28 Şubat Sürecinde, 2000’li yıllardaki siyasi hayatımızın şekillenmesinde doğrudan ya da dolaylı, önemli etkisi ve katkısı oldu. Milli Görüş çizgisindeki insanlarımızın, İslami hassasiyeti yüksek insanları yani daha dindar kesini temsil ettiği konusunda bir şüphe yoktur. Bu konuda bir gizleme de söz konusu değildir. Ayrıca “Milli” kelimesinin İslam’ın temel kaynaklarında “ümmet” anlamında kullanılması, aslında söylenmek istenenin “İslami Görüş” olduğunu bütün taraflar bilmektedir. Sorun dindar olmakta değil, dini doğru anlayıp anlamamakta düğümlenmektedir. Zira dindar olmakla dini doğru anlamak aynı anlama gelmez. Sürekli, İslam dininin evrensel olduğu söylenir, ama izahı çoğu zaman ikna edici değildir. Zira “evrensel” kavramının içini iyi doldurmak gerekmektedir. Bir başka deyişle siz dinin evrensel olduğunu söyler ancak izah edecek somut veriler ortaya koyamazsanız, dine mesafeli olan ve ön yargılı bakanların bunu anlaması mümkün olmaz. Dinin evrenselliği elbette hiç bir şekilde batıda olduğu gibi “reformu” gerektirmez. Ancak şartlar sürekli değişmektedir. Değişen şartlar insanların ihtiyaçlarını da çeşitlendirmekte, yani yeni ihtiyaçlar ortaya çıkmaktadır. O halde evrensel olan, bir başka deyişle sadece Efendimiz zamanında geçerli olmayıp, bugün-yarın, elbette dünya durdukça insanların ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir dinin “bir bütün olarak” geçmişte verilen hükümlere göre yorumlanması doğru olmaz. Nitekim aynı dönemde dahi, birden fazla mezhep ortaya çıkmış olmasına karşılık, her birinin teferruatta diğerinden ayrılan hükümleri söz konusu olmuştur. Teferruat düzeyini aşanlar ise kapsam dışıdır zaten… Örneğin Hanefi Mezhebinin İmamı Numan b. Sabit’in en önemli üç öğrencisi bir çok konuda kendisine muhalefet etmiştir. İşin esasında bu görüş farklılıkları bir zenginliktir. Bir başka deyişle Müslümanlara uygulama esnekliği sağlar. İslam’ın birinci sıradaki kaynağı olan Kur’an’da muhkem, yani hüküm ifade eden, herkesin anlayabileceği düzeyde çok açık ayetler olduğu gibi, müteşabih, yani bizzat Kur’an’ın ifadesiyle “ilimde derinleşenlerin” anlayabileceği ayetler de vardır. Bunlardan dönemsel olarak farklı anlamlar çıkarılabilmektedir. Elbette İslam Dininin tek kaynağı Kur’an değildir. Hadis-i Şerifler ve buna dayalı olarak oluşan sünnet yanında çok önemli bir kaynak da “ictihat”tır. Geçmişte Mezhep İmamlarının yaptığı da, ictihattan başka birşey değildi. Bir başka deyişle, ilimde herkes derinleşemediğine göre, ilimde derinleşenler bunu bir vazife edinmiş ve sıradan insanın anlayacağı şekle indirgemiştir. O gün var olan “ictihat” müessesesi hiç şüphesiz bugün de vardır. O dönemde yoğunlaşsa da bu dönemde de Müslümanların karşılaştıkları olayları doğru anlayabilme ihtiyaçları söz konusudur. Bu ihtiyaç sürekli de değişir. Değişim mukadder yani… Değişmeyen tek şey de değişimin bizatihi kendisi… O halde evrensel olarak nitelendirdiğimiz İslam Dininde buna karşılık gelen yani güncel ihtiyaçları giderecek olan bir müessese olması gerekir. İşte o müessese ictihat müessesesidir. Peki bütün bunları neden anlattım. Bir başka deyişle Saadet Partisi ile ne ilgisi var? Elbette dini referans alanların onu güncel de anlamasını gerektirir. Hepimizin de bildiği üzere Milli Görüşün kurucusu Merhum Necmettin Erbakan’dır. Merhum Erbakan, doğrusu çok işler başardı. İnançlı kesimi organize etmesi, bir düzeyde de olsa bir arada tutması, Anadolu insanının kendine güveninin gelmesine yardımcı olması başlı başına önemli… Siyasette yetiştirdiği talebeleri ise, tam olarak kendisi gibi düşünmeseler de, bugün Türkiye’yi yönetiyor. Bütün bunlara karşın Merhumun çok büyük bir de kusuru vardı: Zira Hatalı İmalattı. Onca başarısı ve projesine rağmen, kurduğu partiler kapatılarak sürekli önü kesildi. Merhum Erbakan çok parlak öğrencileri olmasına rağmen sağlığında onlara maalesef geçit vermedi. Aday olmasına karşın, Abdullah GÜL’ün Genel başkanlığı engelledi. Farklı bir ses olan Numan Kurtulmuş ise, parti genel başkanlığından uzaklaştırıldı. Söylemini hiç değiştirmedi. Süreç içerisinde yaşanan değişimi algılayamadığı kanaatindeyim. Aynen Osmanlının 1700-1800’lü yıllarda Batıda olan değişimi algılayamadığı gibi… Halkın nabzını tutamadı. Farklı bir söylem olan adil ekonomik düzen bir ara popüler olsa da, siyaset anlayışı dönemin ihtiyaçlarına cevap veremedi ve maalesef marjinalleşti. Partiyi temsil eden gazetenin üslubu 1970’lerde neyse bugün de hala aynı…. AK Parti 2011’de kullandığı, çok da popüler olan “Aynı” bestesini, bu seçimlerde bile kullanmazken, Saadet Partisi 1970’lerde-80’lerde, 90’larda kullandığı müziği kullanmaya hala devam ediyor. Hali hazırda genel başkan olan Mustafa Kamalak ise işi “ulusal kanallara” çıkmaya, dolaylı da olsa Suriye rejimini desteklemeye kadar götürdü. Partinin bir takım doğal yetkililerinin, halkın çok hassas olduğu Ergenekon davasına arka çıkan beyanlarının olması, çerçevesini kendilerinin çizdiği “milli görüş” çizgisinin dışında herhangi bir çizgi tanımamaları, liderin sadece kendileri olması gerektiği hususundaki kırılamayan inat, fikirce yaşlanmış olmanın yanında bedence de yaşlanmış olan kadro… marjinalleşmede etkili oldu. Saadet Partisinin elbette siyasi bir parti olarak devam etme hakkı vardır. Ama korkarım ki değişimi şekli olmanın ötesine taşımadıkça ve vizyoner bir lidere sahip olmadıkça marjinal ve bir kadro partisi olarak kalacaktır. Bir başka deyişle, partinin “Diğerleri” kategorisinden çıkabilmesi, sadece eski söylemleri tekrarlamakla değil, ancak AK Parti tabanı için gerçek ve inandırıcı öneriler getirmesiyle mümkün olabilecektir. Bir sürü hatasına rağmen, sadece AK Parti değil; meclis içi-meclis dışı, hiç bir partinin inandırıcı bir alternatif getirememesi iktidar partisini sürekli güçlendirmektedir. Maalesef genel de Doğu, özel de ise İslam dünyasında lidere karşı aşırı bir güven vardır. Adeta hiç yanlış yapmazlarmış gibi davranılmakta, lider insan üstüleştirilmektedir. Liderler de bundan faydalanarak genellikle “kendilerinden sonrasının tufan” olduğuna dair bir hava estirmektedir. Liderin herhangi bir şekilde partinin başından ayrılması durumunda ise parti bir süre sonra dağılmaktadır. Örneğin ÖZAL ayrıldıktan sonra ANAP, Demirel ayıldıktan sonra DYP benzer kaderleri paylaştı. Bu durum, kadro partilerinde daha az görülmektedir. AK Parti için ise durum biraz farklıdır. Zira, bu partide liderlik yapabileceğine inanılan birden fazla kişinin olması, Başbakanın inandırıcı söylemleri, muhalefet partilerinin alternatif getirme konusundaki yetersizlikleri, partinin siyaset akademileri vasıtasıyla kurumsallaşma yönünde somut adımlar atması, henüz parti kurulurken “en fazla 3 dönem” şartının getirilmesi gibi durumlar bu makus talihin kırılacağına dair ümit vermektedir. 2014 seçimlerinin hiç şüphesiz kaybedenlerinden birisi de Saadet Partisidir. Zira % 2’nin de altında bir oy almıştır. Saadet Partisinin kısa vadede olmasa da uzun vadede başarı elde edebilmesi ve siyaset dünyamızda hak ettiği yeri alabilmesi için gerçek bir yeniliğe ihtiyacı vardır. Bunu Merhum Erbakan’ın oğlunu da genel başkan yaparak başaramaz. Parti içerisinde, özellikle iktidar partisine karşı yürütülen temelsiz söylemler tabanı partiden daha da uzaklaştırmaktadır. Son söz; unutulmaması gereken bir gerçek de, yerin altının kendini vazgeçilmez zannedenlerle dolu olduğudur.