..........

 

Kaldı ki, olabilir...

Çünkü kötülük dediğiniz şey, Kabil'den miras ve son insana kadar da olacaktır. Ama bu durum benim, bizim kötülükten beslenmemiz gerektiği anlamına gelmiyor.

Sizi bilmiyorum ama,

Ben, bir başkası yaşayabilsin diye ölebilen bir ecdadın torunu olarak aramızdaki bu İdris libaslı iblislerin, bu yabani otların var olabileceğini duymak ve bilmek istemiyorum.

Ben, ruhumu karanlığın siyahı ile gölgelemek; vicdanımı kötülüğe hizmetkâr kılmak istemiyorum.

Ben, bir ve beraber olunması mutlak bir zorunluluk olan şu kritik süreçte kardeşlik ruhumuza ekilmeye çalışılan bu fitne tohumlarının yeşermesini istemiyorum.

Ben, alemlere rahmet olarak gönderilen bir elçinin ahlâkının varislerinin benlik çukurunda bu kadar kolay boğularak merhametsiz olabileceğini duymak istemiyorum.

Ben, dünyanın en büyük açık hava kütüphanesi konumundaki kadim Anadolu Medeniyeti'nin bu necis ruhlarla kirlendiğini duymak istemiyorum.

Çünkü biliyorum ki, insan kötülükten söz ede ede bir süre sonra iyiliği tarif edemez hale gelir.

Biliyorum ki, çirkinden söz ederek kimse güzelleşemeyeceği gibi, bir başkasının kusur,hata, yanlış ve günahı üzerinden kendini aziz kılamaz. Çünkü, bir başkasının günahı bizim kusurumuzu örtmez.

Başta zavallı nefsim, her birimiz azına çoğuna bakmadan yüreğimizi ortaya koymak zorunda;

Varolan parası ile, olmayan semaya yükseltecek samimi duası ile, fark eden elindeki kalemi ile, zikreden dilindeki irfanı ile, hisseden gözünden akıttığı yaş yüreğine düşen ateş ile bugün dara düşen her kardeşimizi kucaklamak borcunda,

Etrafı çakallarla dolu bu mümbit coğrafyanın yeniden küllerinden doğması için tüm varlığını yaşadığı şu çağa şahit kılmak mecburiyetindedir.

Ötesi lafazanlık ve karanlığın siyahına hizmet etmekten başka bir şey değildir.

Var ise bugün şu mazlumların düşkünlüğünü kendine sermaye kılan iblisler, Rabbim onları ıslah etsin, ıslahları mümkün değilse de kahru perişan etsin ki şu oksijen hırsızları yüzünden kirlenen vicdanlarımızı paklayabilelim.

Ayrıca, bu süreçten nemalanmak isteyenleri de göz ardı etmemek lazım;

Israrla yazdığım gibi üzerinde yaşadığımız coğrafya, dünyanın en büyük açık hava kütüphanesi.

Çünkü yüzlerce medeniyete annelik yapmış ve her bir medeniyetin birikimini hikmetle yoğurarak insanlık için en ideal insan modelini belirleyen bir inanç sistemini pusula bilmiş.

Buna coğrafi konumunun sunduğu zenginliği de ekleyince hiç ölmeyen, dedelerinden daha hınçlı ve yazık ki daha çok imkan sahibi haçlı ruhu şu makus sürece rağmen sefer üzerine sefer düzenliyor.

Amaçlarını uzun uzun yazmaya gerek yok. Zira kutsal kitabımızı 63 İslam ülkesinin içinde direk gidip Türkiye Büyükelçiliği önünde yakan o İblis, bu ruhun sadece tercümanlığını yaptı.

Neden onca ülke varken Türkiye?

Çünkü hepsi biliyor ki şu an dünya üzerinde inancına en kopmaz bağlarla bağlı insanlar, en çok bu ülkede yaşıyor. Çünkü yaşamak yerine yaşatmayı ülkü edinen ruh sadece bu topraklarda var. Çünkü seher vakitlerinde gözyaşları ile abdest alan samimi ruh bu topraklarda yeşeriyor. Çünkü Türkiye son kale.

Bu yüzden de bu topraklara ısrarla kötünün karanlık yüzünü ve kötülüğün siyahını bulaştırma gayreti içindeler.

Son dönemde hedefe alınan ve içine ısrarla “mülteci” etiketinin monte edildiği, mutlaka “Suriyeli veya Afgan” kelimesinin geçirildiği, aklımızın midesini bulandıran ve direk vicdanlarımızı hedef alan olaylar zincirinin ,elimize yapışık ekranlardan süratle servis edilmesinin benim nezdimde başkaca bir sebebi yok.

Biz, her gördüğümüze inanan; duygumuza, fikrimize, ideolojimize, o anki ruh halimize hitap eden bir olay olduğunda bilgisini sorgulamaya ihtiyaç duymayan bir toplum olduğumuz için de çok çabuk kanıyor ve inanıyoruz.

Oysaki perde arkasında karanlık ellerce kurgulanan bu senaryonun amaçlarını da, o gizli ajandada yazılanları da az çok biliyoruz.

Yani sadece henüz soğumayan cenazelerimizin, halen toprak altındaki canlarımızın, evsiz barksız kalan milyonlarca kardeşimizin, kessiz kalan onca çocuğumuzun acısı ile birlikte bu karanlık ruhla da savaşmak zorundayız.

Lütfen ama lütfen dikkat.

İtidal ve metanete çokça ihtiyacımız var.

Peki ya ilahi kodlama bu sürecin neresinde?

Bir can kurtarmanın şükrüne akan sevinç yaşları, bunun gibi binlercesi ve buna sebep olan sorumlulular zinciri...

Diyordu ya ilahi kelam;

Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyenler;

Kafirlerin ta kendileridir. (Maide,44)

Zalimlerin ta kendileridir (Maide,45)

Fasıkların ta kendileridir (Maide,47)

Yani;

Helal rızık peşinde koşmayanlar,

Amasız bir adalete iman edip bu adaleti yaşamlarında diri kılmayanlar,

Her ne iş yapıyor olursa olsun işinin hakkını eda etmeyenler,

Kaderi kaderi ile kesişenlerin gözünde yaş, yüreğinde ateş olanlar,

İnsanların üzerine basıp yükselmeye çalışanlar,

Allah'a kul olmaya gelmişken, dünyaya kul olanlar;

İdris libaslı iblisler,

İnsanların emek, duygu ve zamanlarını sömürenler,

Samimiyet cellatları,

İtibar katilleri,

Lat (güç), Uzza (otorite) , Menat (para) ve Hubel (ego) putlarına tazim edenler,

Komşusu açken tıka basa doyanlar,

Yanındaki işçisi 20 yıldır kirada iken ve asgari ücretle geçiniyorken villalarda saray yavrusu evlerde oturanlar,

Dili ile hali birbirini yalanlayanlar,

Ağız dolusu Allah dediği halde dedikodu, gıybet ve iftiranın dibine vuranlar,

Rabbin kelamını ve kutsalları kazanç kapısı haline getiren din bezirganları,

Sokaklarda bu kadar aç, perişan ve yoksul varken defalarca kez hac ve umre yapanlar,

Cennetperest algı ile iyilik yapan abdestli kapitalistler,

Yalan, üçkağıt, hile ve hurdayı yaşam tarzı haline getirenler

(Artırın artirabildiğiniz kadar)

Zira biz kâfir kavramını anlam haritalarimizda her ne kadar gayri müslim olarak okusak ve kodlasak da kâfir kavramı "gerçeği örten" demektir.

Dinî salt namaz, oruç ve hacc olarak gösteren bezirganlara ilanen duyurulur...

Asıl sorumlu(lar) kim?

Hayır hayır! Emin olun ki sadece müteahhitler sorumlu değil bu felakette.

Dolayısıyla kimse kendi vicdanını müteahhitlerin kusur, ihmal, yanlış ve ihanetleri üzerinden temize çıkarıp kendini aziz ilan etmesin!

Belediye başkanları,

İnşaat Mühendisleri

Jeoloji mühendisleri,

Mimarlar,

En alt kademeden en üst kademeye onay makamları,

Ahlâkî zekâyı besleyen vicdan eğitimini vermeyi hedefleyemeyen eğitim müfredatlarının yazarları,

Israrla akademik zekâya odaklanmış eğitim yöneticileri...

Para, güç, şehvet, kudret, lüks yaşamı ısrarla zihinlere sokan film senaristleri, yönetmenler, TV yöneticileri,

Kısa yoldan zengin olmayı bu mümbit coğrafyanın ruh köklerini zehirleme pahasına zihinlere enjekte eden program yapımcıları...

Evladına, cemaatine, öğrencisine, ebeveynine;

Onurlu ve omurgalı bir yaşamın gerekliliğini,

Helal lokma ve alın terinin zevkini,

Onurun yaşamaktan üstün olduğunu,

Bir başkası yaşayabilsin diye ölebilmenin şehadet olduğunu,

Ahlâkın şehadet kelimesi ile verilen bedava bir yazılım programı olmadığını,

Bu dünyaya iyi olmak için değil iyi işler yapmak için gönderilen birer görevli olduklarını,

Sahip olmaya değil, şahit olmaya geldiğimizi, anlatamayan, öğretemeyen, gösteremeyen vaizler, din adamları, öğretmenler, anneler, babalar, ebeveynler...

(Gerisini siz tamamlayın lütfen)

Bunca insanın cesetlerinin üzerinde hepinizin, hepimizin parmak izi var.

Yanan yüreklerin, acıyan canların, ağlayan gözlerin, yetim ve öksüz kalmış çocukların, evsiz ve barksız kalmış insanların, iki resim karesine mahkûm bırakılmış çığlığı yitik annelerin, sessiz çığlıkları arşa yükselen babaların, boynu bükük ne yapacağını şaşırmış insanların bugünkü mimarı hepimiziz!

Ben,sen,o, öbürü, diğeri, öteki, beriki...

İşini adam akıllı ibadet aşkı ile yapamayan, liyakat yerine sadakati önemseyen, bilgi yerine duyguyu öncelleyen herkes ...

Dolayısıyla, kimse bu felaketin adına “imtihan” diyerek kendi vicdanını aklamasın.

Kimse bu felakete “kader” diyerek Allah’a iftira atmasın.

Zira inandığını iddia ettiği dinin 75 ayetinde direk, 700’ü aşkın ayetinde dolaylı olarak ona bahşettiği en büyük nimet olan akla atıf yaparak onu kullan diyen İlahi kudret sonunda Yunus 100.ayette noktayı koyuyor;

“Allah, aklını kullanmayanın üzerine iğrenç bir pislik yağdırır.”

Tam da bu yüzden yüzleşelim kendimizle;

Bugün enkaz altında kalan sadece canlarımız değildir.

Bugün enkaz altında kalan liyakatsizliğimizdir.

Bugün enkaz altında kalan vicdansızlığımızdır.

Bugün enkaz altında kalan adaletsizliğimizdir.

Bugün enkaz altında kalan eğitimsizliğimizdir.

Bugün enkaz altında kalan insafsızlığımızdır.

Bugün enkaz altında kalan denetimsizliğimizdir.

Bugün enkaz altında kalan sahip olma hırsımızdır.

Bugün enkaz altında kalan özellikle son dönemdeki fahiş fiyat artışları ile dünyaya olan tamahımızdır.

Bugün bir türlü ısınmayan avuçlarımızda kalan tek şey;

Sessiz sedasız ötelere giden kardeşlerimizin ahları, geride kalan kardeşlerimizin eyvahları, annelerin arşı yırtan ağıtları, babaların içine haykırdıkları çığlıkları, yetim ve öksüz kalmış çocuklarımızın geriye kalan yaşamındaki kimsesizlikleridir.

Bugün ise o enkazların altından kurtarabilecek tek şeyimiz ise, insanlığımızdır.

Acı nereye dokunduysa üşüyen avuçlarımızdaki “aminlerimiz” oraya şifa olsun.

Nerede hangi yürek acıdı ve kanadıysa semaya yükselen avazlarımız oraya pansuman olsun.

Nerede hangi can ötelere yürüdü ise Rabbim onları rahmet ve merhameti ile kucaklasın.

 

BİTTİ