Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektör Yardımcısı ve Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karakaş, AKÜ Sosyoloji Kulübü ve Akademik Değerler Topluluğu tarafından düzenlenen “15 Temmuz’un Sosyolojisi: İhanet, Direniş ve Devrim” konferansında yaptığı konuşmada, 15 Temmuz sürecinin sosyolojisini ihanet, direniş ve devrim kavramlarıyla açıklayacağını” belirtti. Karakaş, “15 Temmuz bir darbe girişimidir. Darbeler, bizim toplumumuzda bir kültüre ve geleneğe sahiptir” dedi.  Türk toplumunda hafızaların kısa ölçekli olduğunu kaydeden Karakaş, “Bizim toplumumuzdaki hafızalar gerçekten kısa ölçeklidir. Kısa süredeki olayları biz çok iyi biliriz ve hatırlarız. Ama uzun soluklu hafıza yoklamalarımızda sıkıntılarımız vardır. Konuyla ilgili sıkıntıyı aşma ve darbe geleneğinin bir uzantısı olan 15 Temmuz’u anlama adına hafıza tazeleme de fayda var” diye konuştu.

 

Darbe iktidarı alaşağı etme halidir

 

Konuşmasında darbeler tarihine ilişkin bilgiler aktaran Karakaş, “Darbe, ansızın, henüz siyasi ve toplumsal meşruiyeti oluşmamış küçük veya belli ölçekte bir grubun, iktidarı güç kullanarak alaşağı etme girişimidir.Türkiye’de darbeler tarihi Osmanlı’dan başlar. Osmanlı döneminde başlayan askeri isyan ve darbeler, imparatorluğun yıkılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de rejimin değişmesine rağmen neredeyse her 10 yılda bir tekrar etti. Yeniçeriler tarafından Fatih Sultan Mehmet’e yönelik başlayan askeri güç kullanarak iktidarı değiştirme biçimi, darbe geleneğinin başlangıcı oldu. Daha sonraki dönemlerde aralarında III. Selim, I. Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in de bulunduğu 12 padişaha yönelik darbe girişimi olmuş ve iktidar değiştirilmiştir” ifadelerini kullandı. Cumhuriyet döneminde ordunun rolünün, Tek Parti döneminde ve Çok Partili Dönemde farklı biçimlerde de olsa belirleyici olduğunu kaydeden Tek partili dönemde rejimin kontrolü;‘ordu, bürokrasi ve CHP üçlüsünün egemenliğinde şekillendiğini” anlattı. Karakaş, “Tek parti döneminde ordu, iktidarın merkezinde yer almıştır ve her ne kadar sivil görünümlü bir yönetim olsa da asker, bu üçlü yapı içerisinde etkin pozisyona sahip olmuştur” şeklinde konuştu.

 

27 Mayıs darbeleri anlayabilmek için önemli bir tarih

 

Çok partili döneme geçildikten sonra demokratikleşme sürecinde ciddi adımlar atıldığına dikkat çeken Karakaş, şunları söyledi:

 

“Çok Partili hayata geçtikten sonra demokratikleşme sürecinde ciddi adımlar atılıyor. Ülkemizde, sivil siyasetin artık muktedir olduğu ya da olması gerektiği yönünde bir kanaat oluşuyor. Bu doğrultuda serbest seçimler yapılıyor. Gizli oy açık tasnifle yapılan seçimler sonrasında Demokrat Parti ezici üstünlüğü ile iktidara geliyor ve böylece sivil siyaset alanı açılmış oluyor. Bu gelişmeler sonrasında sanıldı ki, artık asker devreden çıktı, vesayet ortadan kalktı; ama bunun böyle olmadığını biz 27 Mayıs 1960’ta gerçekleşen askeri darbeyle anlamış olduk. 27 Mayıs 1960’ta TSK’nın içerisinde oluşan bir cunta, dönemin Başvekili Adnan Menderes’i idama kadar götüren darbeyi planlayarak 27 Mayıs 1960 tarihinde hayata geçirdi ve toplum olarak darbeyle yeniden tanışmış olduk.”

 

Karakaş, “27 Mayıs darbesinin Cumhuriyet Dönemi darbeler tarihinde ilk olma özelliğine sahip olduğunu belirterek, “27 Mayıs ile birlikte, iktidarı değiştirme ve siyaseti yeniden dizayn etme aracı olarakdarbe, bir siyasal kültür olarak karşılık buldu veya siyasi tarihimizde varlığını hissettiren bir başlangıç oldu. Bu nedenle 27 Mayıs, darbeleri anlama açısından önemlidir” diye konuştu.

 

Sonuçları İtibariyle En Etkili Darbe 12 Eylül

 

12 Mart 1971 Muhtırasının farklılığına dikkat çeken Karakaş, “12 Mart 1971’de dönemin hükümetine verilen muhtıra, aslında bir grup sivil ve askerin işbirliği yaparak sosyalizmi, askeri darbeyle tesis etme girişimi olarak 9 Martta gerçekleşecek bir darbe planının neticesinde ortaya çıkmıştır. Ancak ordu içerisinde bu bilginin deşifre edilmesiyle birlikte 12 Mart Muhtırası, özellikle sol yapılanmaya yönelik karşı darbe niteliğinde gerçekleşmiştir ve bu açıdan diğer vesayet girişimlerinden farklıdır. 12 Mart Muhtırasının da darbeler gibi bildiğimiz ve hafızamıza kazınan sonuçları oldu” dedi.

 

1971-1980 arasında çıkan siyasal hareketlerin şiddet içerikli bir nitelik kazandığının/kazandırıldığının görüldüğüne işaret eden Karakaş, “O zaman buna anarşi deniliyordu. Ülkede kurtarılmış bölgeler oluşmuştu ve belli bir saatten sonra sokağa çıkma cesareti gösterilemiyordu. Oluşan veya oluşturulan bu terör ve anarşi ortamını ortadan kaldırma anlamında toplumsal tabanda da meşruiyet kazanmış olan asker, 12 Eylül 1980 tarihinde harekete geçti ve bir darbe gerçekleştirdi” dedi. Karakaş, “Diğer darbe ve muhtıralardan farklı olarak bu girişim, tam anlamıyla hiyerarşik bir darbedir. Genelkurmay başkanı ve diğer kuvvet komutanlarının dahil olduğu, askeri hiyerarşik yapının hayata geçirdiği ve bütün siyasi kesimlere yönelik topyekûn bir darbedir. Bu yüzden de bu darbenin sonuçları, diğer darbelere göre çok daha geniş ölçekli olmuştur. Darbe sonrasındaki yargılamalar neticesinde bir sağdan bir soldan anlayışıyla idamların gerçekleştirildiğini biliyoruz. Bütün siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları sendikalar kapatıldı. 1982 yılında halk oylaması ile Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildi ve aynı zamanda yüzde 92’lik bir oranla yeni bir anayasa kabul edildi. 1982 Anayasası, bugün hala darbe anayasası veya cunta anayasası olarak tartışılan bir başlıktır” diye konuştu.

 

28 Şubat psikolojik sonuçları etkili olan bir darbeydi

 

1995 yılında yapılan seçimlerde İslamcı görüşleriyle bilinen Refah Partisi’nin sandıktan birinci parti olarak çıktığını anlatan Karakaş, o dönemde yaşananları şöyle özetledi:

 

“Çeşitli koalisyon arayışları sonrasında Refah Partisi, Doğru Yol Partisi ile Refah-Yol olarak isimlendirilen koalisyon hükümetini kurdu. Bu hükümetin 2 yıllık ömrü oldu. Bu süreçte özellikle laiklik, din, devlet konusunda yoğun tartışmalar yapıldı. Bu tartışma ortamı, zamanla sertleşti, bu sertleşmenin neticesinde 28 Şubat 1997 tarihinde uzun bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapıldı. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında özellikle asker kanadı sivil kanada, 18 maddelik bir muhtıra vermiş oldu. MGK toplantısıyla başlayangelişmelere,‘28 Şubat post modern darbe süreci’ diyoruz. 28 Şubat’taki Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra bu kararların uygulanmasında ciddi anlamda tartışmalar ve sıkıntılar yaşandı. Neticede Refah Yol Hükümeti istifa etti.Daha sonra istikrarlı olmayan koalisyon hükümetleri kuruldu.”

 

28 Şubat’ın sonuçlarından biri de AK Parti’nin iktidara gelmesidir

 

“28 Şubat’ın sonuçlarından biri de AK Partinin iktidara gelmesidir” diyen Karakaş, “DSP öncülüğünde kurulan koalisyon hükümeti siyasi ve ekonomik istikrarı sağlayamayınca yıkıldı. 3 Kasım 2002’de seçime gidildi. Hiç kimsenin bu derece şans vermediği AK Parti, tek başına iktidara geldi ve hatta anayasayı değiştirecek çoğunlukla meclise girdi. Böylece halk 28 Şubat cuntasına cevap vermiş oldu” dedi. Karakaş şöyle devam etti:

 

“Bundan sonra AK Parti iktidar süreci başladı. AK Parti’nin icraatlarından rahatsız olan hem askeri hem de sivil kanattaki bazı kesimler, askerin tekrardan devreye girerek iktidarı ele almasını istiyordu. Bu doğrultuda ‘Cumhuriyet mitingleri’ yapıldı. AK Parti’ye karşı kapatma davası açıldı. Bütün bunlar gerçekleşmeyince 27 Nisan 2007’de bir muhtıra gerçekleşti. Buna ‘e-muhtıra’ deniliyor.  Bu muhtıra gece 23.20’de Genelkurmay Başkanlığının sitesine konulan bir yazılı bildiriden ibaretti. Hükümet tarafından bu muhtıraya karşı, dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in okuduğu bildiriyle çok sert bir biçimde cevap verildi. Bu muhtırayı kabul etmediklerini, muhtırayı veren kişinin hükümetin emrinde olan bir memur olduğunu, bunun kabul edilemez bir durum olduğunu ifade ederek bunun iade edildiği yönünde bir açıklama yapıldı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde tartışmalar yaşandı. Birinci oylama sonucunda 367’ye ulaşılmadı diye Anayasa Mahkemesi tarafından oylama iptal edildi. Bu iptalden sonra erken seçim kararı alındı ve erken seçimle birlikte bir referandum kararı da alındı. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde referandum gerçekleşti ve halk buna onay verdi.”

 

Gezi Parkı Olayları Bir Kalkışmaydı

 

15 Temmuza giden yolda Gezi Parkı olaylarının önemine dikkat çeken Karakaş şunları kaydetti:

 

“AK Parti iktidarlar sürecinin kırılma tarihlerinden biri de 27 Mayıs 2013’tür. 2013’ün bahar yılları aslında Türkiye’nin de baharı niteliğindeydi. Dünya ölçeğinde projelerin hayata geçirildiği bir yıldı. Bu büyük ölçekli projeler ve siyasi istikrar, tabi ki etrafta bu coğrafya üzerinde emelleri bulunan ve içerde iktidar arayışları olan kesimlerin çıkarlarını bir araya getirdi. 27 Mayıs 2013 tarihinde Gezi Parkı olayları yaşanmaya başlandı. Topçu Kışlası ve Taksim Yayalaştırma Projesi ile başlayan bir gelişmeydi Gezi Parkı olayları. Bu projeye karşı çevreci bir hareket olarak başlatılan Gezi Parkı Olayları, zaman içinde ivme kazandı ve ülke sathına yayılarak şiddet boyutu kazandı ve ölümler yaşandı. Dış dünyanın büyük ilgisiyle karşılandı. Özellikle CNN ve BBC gibi haber kanalları 8-9 saat gibi abartılı canlı yayınlar yaparak dünyaya duyurdu. Gezi Parkı, Türkiye siyasi hayatında yeni bir ‘siyasi kültür dalgası’ olarak da ortaya çıktı. Gezi Parkı olaylarına toplumdan farklı tepkiler verildi. Toplumun bir kesimi gelişmeleri, özgürlükçü hareket olarak değerlendirdi. Hatta bazı sol gruplar, Gezi Parkı olayı üzerinden bir devrim romantizmi dahi yaşadılar. Toplumun diğer bir kısmı ise devlete, iktidara karşı bir ayaklanma bir kalkışma olarak değerlendirdi. 15 Temmuz’a gelinen yolda Gezi Parkı olaylarının önemli rolü var. Çünkü Gezi Parkı olaylarını tahrik eden bazı gelişmelerin, FETÖ üzerinden kışkırtıldığı yönünde bir takım bulgular ortaya çıktı.”

 

2007’den sonra vesayetin el değiştirmesi

 

15 Temmuz öncesi yaşanan darbelerde “rejimin bekçiliği” adına tanımlanan bir “Kemalist ruh” olduğunu ifade eden Karakaş, “15 Temmuz’a giden yola kısaca baktığımızda bir defa vesayetin el değiştirme süreci var. 15 Temmuz’u anlayabilmemiz açısından bu çok önemli. Daha önceki darbelerde rejim bekçiliği diye tanımlayabileceğimiz bir Kemalist ruh bulunmaktaydı. Askerin cumhuriyeti korumasından kaynaklı bir motivasyon söz konusuydu. Bu motivasyonun arka planında derin devlet diye tanımlanan daha sonra Ergenekon olarakifade edilen bir yapı vardı. Siyasete müdahale ederek devletin gerçek sahipleri olduğu yönünde bir motivasyondan hareket ediyorlardı” dedi.

 

Karakaş, 2007’den sonra vesayetin el değiştirmesi sürecini şöyle açıkladı:

 

“Özellikle 2007’den sonra derin devletin değişim süreci yaşandı. Ergenekon davasının açılmasıyla birlikte vesayette el değişimi söz konusu oldu. Ergenekon olarak özetleyebileceğiz vesayet yapısı, o dönemlerde F Tipi diye ifade edilen grubun eline geçti.Böylece vesayet, Kemalizm’den Gülenizm’e geçmiş oldu. Bu durum, önemli gelişmelere yol açtı. Çünkü vesayetin değişimi sürecinde Emniyet yeniden dizayn edildi. 2011 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleriyle HSYK tamamen F tipinin eline geçmiş oldu.Yine Yüksek Yargı F tipinin eline geçti. Aynı zamanda TSK’daki güçlü FETÖ yapılanmasıyla birlikte vesayet el değiştirdi. Yeni vesayetçi yapı, güç kaynaklarını eline geçirdikten sonra iktidara vesayet etme girişimi başladı. Bu gelişme, vesayet ile sivil siyaset arasında kavgaya yol açtı. Aslında AK Parti ile Fethullahçılar arasındaki kavga budur.”

 

15 Temmuz İhanet Gecesine Giden Yol ve Bylock’un Deşifresi

 

FETÖ/PDY’nin 15 Temmuza karar vermesinde MİT’in Bylock programını deşifre etmesinin önemli bir dönüm noktası olduğunun altını çizen Karakaş, “15 Temmuz öncesinde MİT’in FETÖ/PDY’nin kullanmış olduğu gizli bir program olan Bylock programını deşifre etmesi ile birlikte örgütün darbeden başka yolu kalmadığına inanması veya inandırılmasına bakmak gerekiyor. Çünkü MİT, Bylock programını deşifre ettikten sonra hem TSK’ya hem de HSYK’ya bu isimleri bildirmişti. FETÖ’cüler bu deşifreyi gördüler ve devletin çok ciddi bir tasfiye hareketi başlatacağı anlaşılınca;TSK’da, emniyette, yargıda olan bu gücün ellerinden gideceği, daha sonraki süreçte de bir varlık gösteremeyeceği yönünde motive oldular ve darbe dışında yollarının kalmadığına inandılar. Dış güçlerin de sırtlarını sıvazlamasıyla 15 Temmuz’da cinnet, intihar ve ihanet gecesi yaşanmış oldu” ifadelerini kullandı.

 

15 Temmuz’un Direnme Sosyolojisi: Soylu Direniş

 

15 Temmuz’un sosyolojisinin önemli unsurlarından birinin de ‘direniş’ olduğunu vurgulayan Karakaş şu tespitlerde bulundu:

 

“15 Temmuz, TSK’nın yürüttüğü darbe girişimleri açısından, başarılı olma geleneğin bozulması anlamına geliyordu. Darbe girişiminin başarısız olmasında çok sayıda etken saymak mümkün ancak, etkisi açısından en önemlisi “halk direnişi/sivil direniş” idi. Darbecilerin öngörmediği ‘millet faktörü’, 15 Temmuz gecesi harekete geçti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla da Türkiye’nin bütün kentlerinde meydanlar, tarihte eşine az rastlanır kalabalıklarla buluştu. Soylu bir halk direnişi, beraberinde şanlı bir halk devrimini inşa etti. Halkın bu yeni duruşu, Türkiye’nin yeni siyasal ikliminin yeni tutumlarından biri olarak temayüz etti. Bunda Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın ortaya liderliklerin önemli bir payı bulunmaktadır. Bunların yanında Polisin, Meclisin, Yargının, Medyanın, TSK içerisinde bir grup Askerin ve İmamların sala okuyarak yapmış oldukları katkı ve motivasyonları da unutmamak gerekir.”

 

15 Temmuz gecesinde yaşanan direnişin önemine değinen Karakaş şöyle devam etti:

 

“Meydanlara çıkan halkın tavrı; özgürlüğüne, bağımsızlığına ve geleceğine sahip çıkan bir kitlenin tavrı olarak kendini gösterdi. Bu motivasyonla şekillenen direniş, bünyesinde devrimci bir ruh da taşımaktaydı ve siyaset sosyolojisi açısından muhafazakârlıkla açıklanabilecek bir durum da değildi. Sözünü ettiğim devrimci ruh potansiyeli, ani ve beklenilmeyen bir müdahaleyle harekete geçerek yaşamın akışını belirlemeye başladı. Harekete geçen ruhun ortaya çıkardığı soylu direniş, siyasi tarihte eşine az rastlanır bir mücadeleydi ve her türlü övgüyü hak etmekteydi. Darbecilerin öngörmediği ‘millet faktörü’, bütün planları bozdu ve adeta darbecilerin sonunu getirdi. Yıllarca horlanan, pısırık ve koyun diye tanımlanan insanlar, tankların ve kurşunların üzerine vakur bir şekilde çıplak elle yürüyerek ve ne yapacağını da sanki önceden biliyormuşçasına üzerine düşeni yapan sivil direnişçiler haline geldiler.O gece millet, iradesi, azmi ve cesaretiyle nasıl özgür kalınabileceğini tüm dünyaya gösterdi. Bütün bunları gerçekleştirirken; ne bir provakatif hareket, ne yağmalama, ne cam çerçeve kırma, ne kaldırım taşı sökme gibi olumsuz hiçbir davranış ve tepkinin içinde olmadı. Tam anlamıyla soylu bir direnişin Türkiye ve Dünyaya örneği gösterilmiş oldu. Milletin bu yeni duruşu, Türkiye’nin yeni siyasal ikliminin yeni tutumlarından biri olarak kendini gösterdi. İçeride çeşitli kesimlerde ve dışarıda ABD ve AB ülkelerinde itibar suikastına uğratılmak istenen bu soylu mücadelenin oluşturduğu direnme sosyolojisi çok kıymetlidir. Çünkü bu süreç, milletin iradesine sahip çıkma bilincini güçlendirmesi açısından önemlidir.Darbe girişimi sonrası tavır ve gelişmelerden anlıyoruz ki, milletimiz yedi düvele karşı tarihte eşine az rastlanır bir mücadele vermiştir.”

 

15 Temmuz’un Devrim Sosyolojisi: Şanlı Devrim

 

Darbe girişimine karşı verilen mücadeleyi, milletin tabandan tavana gerçekleştirdiği bir devrim olarak nitelendiren Karakaş bu konuyla ilgili şu tespitlerde bulundu:

 

“Darbe girişimine karşı çıkış, içkin olarak bünyesinde devrimci bir ruh taşımaktaydı ve sosyolojik açıdan muhafazakârlıkla açıklanabilecek bir durum değildi. Darbeye karşı direnişin oluşturduğu heyecan ve ruh, beraberinde şanlı bir halk devrimini inşa etti.Bu direnme sosyolojisi, devrimsel niteliğe sahipti. Direniş ve demokrasi mitingleriyle oluşan yeni duruş, Türkiye’nin yeni siyasal ve sosyolojik ikliminin yeni bir tutumu oldu ve bu tutum, hem zihinsel hem de politik olarak devrim ruhunu işaret ediyordu.”

 

15 Temmuzun “bir siyasal toplumlaşma süreci” olduğunun altını çizen Karakaş, 15 Temmuz sonrasına ilişkin çıktılara dair şu tespitleri paylaştı:

 

“Direniş ve devrim süreçlerinin gelişmelerine birlikte baktığımız zaman, siyasal toplumsallaşma sürecinin sonuçları olduğunu görürüz. Çünkü bu süreçlerde yeni bir siyasal kültür oluştu. Bu aynı zamanda yeni bir toplumsal dalgalanma anlamına da geliyor. Yeni Türkiye sosyolojisi, önemli bir ölçüde bu dalgalanma ile şekillenecek. Yine toplumsal dayanışma ve birlik ruhu güçlendi. Kutuplaşmanın zayıfladığını görüyoruz. Türkiye’deki Amerikancılar ve emperyalistlerin işbirlikçileri görünür oldu. FETÖ’cü yapılanmanın Amerika’nın bir projesi olduğu ortaya çıktı. Bunu Amerika’nın olaya vermiş olduğu tepkiden anlıyoruz. Gezi Parkı olaylarından Y ve Z kuşağının siyasi hafızadan ve bilinçten uzak oldukları yönünde bir eleştiri olmuştu. İşte bu Y ve Z kuşakları, hem direniş gecesi hem de Demokrasi Mitinglerinde bir siyasal bilinç kazandılar. Emperyalizmin Türkiye için yazdığı felaket senaryosu bertaraf edilmiş oldu. Bu senaryo direniş ve devrimle bozularak iç savaş engellendi. Bütün bunlar, insanlarda vatanına bağlılık noktasında yeni duyguların oluşmasına ya da var olan duyguların açığa çıkmasına yol açtı. Darbe püskürtüldü ama ağır bir fatura bıraktı; güvenlik maliyeti var, sosyal maliyeti, dış ilişkiler açısından, ekonomi açısından maliyeti var. Bu faturanın ağır olmasına rağmen millet olarak geleceğe daha umutla bakma imkânını da sağladı.Vatanımıza, sahip olduklarımıza sahip çıkabilme güç ve motivasyonunu oluşturdu. Bu da geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayan bir imkân oldu. Dini eğitimin ne kadar önemli olduğu ve Devletin bu konudaki eksikliğini ortaya çıkardı. Uyanık olmamız gerekenJeo-stratejik değeri olan önemli bir coğrafyada yaşadığımızı hatırlattı. Siyasi geleneğimizde var olan darbelerin hiç unutulmaması gerektiğini hatırlattı. Artık darbe olmaz söyleminin tekrar tekrar yalanlandığını gördük ki, bu anlayış da güncellenmiş oldu. Bu gelişmeler yeni bir siyasal kültürün orta çıkması anlamına geliyordu. Bu kültürü sağlayan ise direniş ve devrim ruhuyla şekillenen yeni siyasal davranma biçimidir. Toparlayacak olursak, 15 Temmuz süreci, yeni bir siyasal toplumsallaşma biçimi ve yeni bir sosyolojik durumu ifade etmektedir. 15 Temmuz süreci tabandan tavana gerçekleşen bir halk devrimidir ve yaşanmakta olan ya da yaşanacak değişimler devrimsel nitelikte olacaktır.”

 

Şehitler için Kur’an tilaveti ve mealinin okunmasıyla başlayan ve izleyicilerin ilgiyle dinlediği konferans, 1,5 saat sürdü ve dinleyicilerin sorularının cevaplanmasıyla sona erdi.