ÇOCUK GELİNLER YAZI DİZİSİ -2-

Hazırlayan: Mürşide AYHAN / AFYONHABER





                 Gelinler; yorulmaz, uyumaz, yemez, içmez, konuşmaz!   

                  

                 Kocası ölünce hiçbir şeysiz ortada kalan Cemile kadın, en küçüğü üç aylık, en büyüğü on yaşında olan, dört erkek iki kızı ile yaşam savaşı vermektedir. Kocası, sağlığında babadan kalan ne var, ne yoksa satıp, yemiş içmiş keyfine bakmıştır. Kendi gibi olan arkadaşları ile âlemlere dalmış, karısını çocuklarını hep ihmal etmiştir. Hâlbuki Cemile’yi görüp beğenmiş, evli olduğu halde, Cemile’nin 12 erkek kardeşine rağmen kaçırmıştır. O zamanlar şehirden köye yerleşerek, köyde yaşayan Ali, evli eşinden boşanıp Cemile’yi yaşını büyüterek nikâhlamak zorunda kalmıştır.



                 Cemile, yeni yetişmekte, yaşıtlarına göre birden serpilmiş, güzelleşmiş köylü kızıdır.  Yaşı küçük olduğu ve köyde yetiştiği için, şehirli kocası ve ailesinin düzenine hiç ayak uyduramaz. Yemek pişiremez, ev temizleyemez. Ancak tarla çapalamasını, inek sağmasını bilir. Bilir derken yeni yeni öğrenmektedir. Tam olarak onları da beceremez. Şehirli kaynana ve görümcelerinin küçümseyen tavırları ile hayata tutunmaya çalışır.



                 Ali, kısa zamanda Cemile’den sıkılır, gününü gün eder, bu arada Cemile’de ardı ardına çocuklarını doğurur. Alkolle gelen düzensiz hayat Ali’yi genç yaşta hasta eder. Tedavi için köyden şehre gelirler. Paralarda suyunu çekmiştir. Bir süre sonra Ali hayatını kaybeder.



                 Şehrin acımasız hayatında, çocuklarından başka tutunacak dalı yoktur Cemile’nin. Köydeki 12 erkek kardeşi de, kendin payına düşen tarlalarını her yıl bir çuval un karşılığında elinden alırlar. Yol bilmez, yordam bilmez. Cemile’nin okuryazarlığı da yoktur.



                  Oturduğu mahallede zengin komşusunun evine temizliğe gider. Onların işlerini yapar. Sabahtan erkenden kalkar, istasyondan kömür toplar, odun toplar, kışa hazırlık için. Mevsimi geldiğinde tarlalara çapaya gider. Yanında çocuklarını da götürür. Bırakacak kimsesi yoktur. En büyük oğlan, köyde iken okula giderdi. Şehre gelince kimse ilgilenip yazdırmadığı için 3. Sınıfa kadar okuyabilmişti. İkinci çocuk olan Fatma, 8 yaşında ve okula hiç gitmedi.



                 Fatma’da annesi gibi erkenden boyu uzamış, serpilmiş yetişkin kız gibi görünmektedir. Onların bu yoksulluğunu gören komşuları iyilik yaptıklarını düşünerek Fatma’yı, gelin olarak başka köyden birine vermesini istediler.



                 Cemile, kızının daha çok küçük olduğunu öne sürerek önceleri kabul etmedi. Fakat evden bir boğazın eksileceğini, kızının belki daha rahat edeceğini düşündüğünden kabul etti. Fatma’nın yaşı büyütüldü, ağabeyinden iki yaş büyümüş olarak köye gelin gitti Fatmacık.    



                  Düğünsüz, çeyizsiz, dul kadın gibi aldı götürdüler. Daha adet bile görmemişti. Ne olduğunu anlamadan kadın olmuştu. Yokluk insanı çabuk olgunlaştırıyor.       O küçük yaşına rağmen, gittiği köyde sıkıntılar çekse de çabuk uyum sağladı Fatma.



                  Hasta ve huysuz kayınvalidesine bütün sevecenliği ile katlandı.  Pişirdiği yemeklerin nasıl piştiğini bilmeden uydurup karıştırıp sofraya getiriyordu. Zamanla kendi kendine öğrendi inek sağmayı, peynir yapmayı. Birkaç sene sonra çocukları da olmaya başladı. On sekizinde,  üçüncü çocuğunu tarlaya giderken yolda doğurdu. Bir ağacın altına sinerek kendi kendine doğurduğu çocuğunun göbeğini, yerde bulduğu taşla ezerek kesti.  Fazla kan kaybetmesine aldırmadan; görenler nazar değirmesin diye, yanında getirdiği boş çuvala kundaklayarak eşeğinin heybesinin bir gözüne çocuğunu yerleştirip; üzerini otlarla kapatıp, biraz da saklayarak köyüne geri döndü.



                   Kayınvalidesinin şaşkın bakışları altında, lohusa yatağını hazırlayıp bebeğini yatırdı. Kendi de yatmak istedi, yorgun vücudunu biraz olsun dinlendirmek, çabuk toparlanmak için. Ama ilk doğumundan biliyordu, daha doğum yaptığı gün işe koşturulmuştu, sağlığını hiçe sayarak…



                 Annesini kardeşlerini de çok özlüyordu. Ne annesi gelebiliyordu ziyaretine, ne de Fatma’yı götürüyorlardı annesine... Kalabalık ev halkının yemeği, çamaşırı, bulaşığı, bağ bahçe işleri hep ona bakıyordu.   Gelinler; yorulmaz, uyumaz, yemez, içmez, konuşmaz! Bu gelenekler içinde çocukları ile beraber büyüdü Fatma, çocukluğunu yaşayamadan…



                  Kaldırdığı boyundan büyük, kendinden ağır buğday çuvalları; belini,  bacaklarını bütün vücudunu yıprattı. Düşük yaptığını bile bilemedi çoğu zaman. Derdini kimseye söyleyemiyor, utanıyordu. Arka arkaya doğan çocuklar da Fatma’nın sağlığını olumsuz yönde etkiledi. Yırtılan üreme organı, kanamalar, idrarını tutamama, kadın hastalıkları ile boğuştu durdu. Tedavi, doktor, ilaç Fatma’nın hiç görmediği, duymadığı konulardı. Sadece Fatma’nın mı? Kendi gibi çocuk gelin olanların sıkıntısıydı bunlar…

 

           

DEVAM EDECEK...