VİZYON VE FERASET
Beş duyu organından birisi gözlerdir. Ama bazı insanlar gözleriyle değil 'beyniyle' hatta kalpleriyle görebilmektedir. Bu, gerçek bir görmedir ama aslında 'ileriyi' görme, olayları kendisine sunulandan farklı tahlil etme, buna göre hamle geliştirme yeteneğidir. Hedef odaklıdır yani… Önüne konan ‘yem’e değil… Günümüzde bu strateji, dominant güçlerce öylesine etkin kullanılmaktadır ki… Siz fotoğrafın gerçeğini gördüğünüzde genellikle yapılacak hiç bir şey kalmamaktadır. Bence insanın kendine yaptığı en büyük kötülüklerden birisi, kendisini en basit ve düşük boyut olan beş duyu ile sınırlamasıdır.
Elbette böyle bir bakış açısının yakalanması, birikim ve tecrübe ile ilgili bir konudur. Etrafınızı tanımak 'düşünen-sorumlu’ insan olmayı gerektirir. Eğer sürekli 'derdiniz' varsa, yani etrafınızdaki olaylara ilişkin bir fikriniz varsa, vizyonunuz da var demektir. Kimsenin göremediğini görür, kimsenin söyleyemediğini söyleyebilirsiniz. Hatta bazen söyleyemezsiniz. Anormal kaçar zira... Kendinizi 'indirgeyemediğinizden' kimse sizi anlayamaz ve hayatınız zorlaştırır. Ama pes etmek yok hayatta… Sabırla ve ümitle mücadele var.
Bir de feraset vardır: Bir adım ötesi; kalple görmeyi-düşünmeyi ifade eder… Delil mi… İlgili ayet mealini verip geçelim: “Hiç yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki bu sayede düşünen kalpleri (لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا) yahut (olanları) duyacak kulakları olsun. Gerçek şu ki gözler kör olmaz, fakat (asıl) göğüslerde olan kalpler/basîretler kör olur” (Hacc 46).
Olaylara Allah'ın nuruyla bakmaktır feraset... İyiyi kötüden ayırt edebilme (furkan) yeteneğidir bir başka açıdan... Burada da kimsenin göremediğini görebilirsiniz ama, yukarıdaki gibi maddi nedenlere dayanmaz. Benzetme yapmakta bir sakınca yoksa eğer vizyon ampülse, feraset güneştir. Zira artık kısıtlı bilgilerle değil, Allah'ın nuruyla bakarsınız etrafınıza... Allah artık sizin gören gözünüz, işiten kulağınız, tutan eliniz olmuştur. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın beş duyu ile bunun bilimsel izahını yapamazsınız. Teslimiyet gerektirir. "Allah Dostlarının" uyarıları bu yüzden önemlidir. Zira onlar bir yandan alim, ama diğer yandan da ariftirler. Bakınız bir düşünür (D. Cündioğlu) nasıl açıklıyor ikisi arasındaki farkı; İlim: bir annenin çocuğuna süt emzirdiğini söylemek; İrfan: çocuğun emdiği 'şey'in (hakikatte) süt değil şefkat olduğunu söylemektir.
Rüyadan uyanmadık mı hiç... Gerçeği görünce rüyanın bir hükmü oluyor mu... Allah her gün gösteriyor aslında bunu bize... Biraz kalple düşünme, biraz beyinle ve kalple görme, biraz da feraset talip olma ile ilgilidir konu... Diğer bir anlatımla; sadece ilme değil irfana da talip olmakla ilgilidir.
Mü'minin vizyonu da feraseti de olmalıdır. Haddi zatında bunlar birbirinden ayrı şeyler de değildir. Birisi ilimse, diğeri de irfandır. Günümüz müslümanlarının çok önemli bir yanılgısıdır bunları birbirinden ayrı düşünmek... Dünya ilmi, ahiret ilmi... Oysa Müslümanın hayatındaki hiç bir şey ahiretle ilişkisiz değildir. Bunlardan birisi ilmi zahir, diğeri ilmi batındır. İlmi zahir sadece bir ‘kapı’dır. İşte feraset ve irfan sahipleri ilmi batına ya da Kur’ani deyimle ‘ilmi ledün’e talip olanlardır. Allah dostları da onlardır. Gerçek Allah dostlarını görmek de bir feraset işidir.