’Daha ne duruyorsunuz? Öğlen oldu!’’

Ev babanın tok sesiyle doldu.

 

Koşuşturma telaş her zaman ki gibi,

Hazırlandı azıklar, yola çıkıldı seher vakti.

 

Yapacak iş çoktu bahçede; gidiyorlardı,

Çalışmayana aş yok biliyorlardı.

 

Geçtiler başka bahçelerden, yürüdüler hızlı hızlı

İşe koyuldular, analı babalı, oğullu, kızlı.

 

Bir taraftan çapayla temizliyorlar bahçeyi,

Bir taraftan suluyorlar yeni dikilen fideyi.

 

Güneş tepeye çıkmış, artık yakıyordu.

Baba kısılmış gözleri ile kalan işe bakıyordu.

 

Ellerini tez tutsalar belki bugün biterdi,

Yarına kalırsa sebze susuzluktan boynunu bükerdi.

 

Bir gayretle sarıldı işine yeniden,

Keyiflendi söylemeye başladı bildiği türküden.

 

Bir ses duydu, adını çağırıyorlardı geriden,

Bir köylü, ‘’Sana telgraf gelmiş, aradılar evi postaneden’’

 

‘’ Yokmuşsun evde, görürsen söyle dediler’’ eşeğiyle giderken,

Babanın yüreği burkuldu birden…

 

Pek iyiye yorulmazdı telgrafla gelen haberden,

Telaşla attı çapayı elinden, alnında birikmiş teri silmeden.

 

Gurbette oğlu vardı, yeni evlenmişti.

Mutlaka bunların başına kötü bir iş gelmişti.

 

Tez gidip postaneye almalı telgrafını,

Aklına geldikçe ateş bastı her tarafını.

 

’Siz devam edin ‘’ dedi, çocuklarına, karısına,

Geldiği yola düştü gerisin gerisine.

 

Çocuklar ardından bakakaldılar gidenin,

Elleri işe varmaz oldu, düşünceye daldılar derin derin.

 

Yüreği sıkıştı, gözleri buğulandı ananın,

Hasretini çekiyordu ne zamandır oğlunun.

 

Doyamadan küçük yaşta yolladı oğlunu gurbete,

Kendini kurtarsın, buralarda sürünmesin diye.

 

Bağrına taş bastı, hep aklı ondaydı,

Gördüğü düşü hayra yormazdı, ne halde evladı?

 

Gözlerinin önüne geldi ilk gurbete gidişi,

Aklından hiç çıkmadı boynunu büküşü.

 

Tesellisi oluyordu görse de yılda bir iki kere,

Geleceği zaman yollara bakıyordu bin kere.

 

Yanında üç kızı bir oğlu vardı,

Gurbete gidenin yeri, sanki daha başkaydı.

 

Şefkatle çevirdi gözlerini yanındaki kızlarıyla oğluna,

Bir gün bunlarda düşer mi ki? Gurbetin yoluna.

 

Vakit geçti epeyce, ne iş kaldı akıllarında ne yemek,

Köye giden babalarının çoktan gelmesi gerek.

 

Hepsinin de gözleri yolda,

İrkildiler gördükleri her karartıda.

 

İçlerindeki umut kırıntısı yavaş yavaş kayboluyor,

Baba gelmedi mutlaka kötü bir şey oluyor…

 

Daha fazla bekleyemediler düştüler yola,

Kötü haberi sezinlemek için baktılar sağa sola.

 

Yol boyunca gördükleri selam verip geçiyorlar,

Niye bir şey olmamış gibi geçip gidiyorlar.

 

Yürüdüler kötü haber tez yayılırdı köye,

Havayı kokladılar yas havası yok diye.

 

Eve vardıklarında kapı duvar,

Gördüklerine babalarını sordular.

 

Küçük oğlanı saldılar kahveye,

Babaları gayet rahat dalmış sohbete.

 

Elindeki telgrafı verdi oğlana okusun,

Telgrafta ‘’Babacığım babalar günün kutlu olsun’’

 

Babalar günü de ne? Hiç haberi yoktu.

Eski köye yeni adet, şimdi bu nerden çıktı.

 

Sevinsin mi üzülsün mü? Bilemedi.

’A oğlum! Bilmem sana ne demeli.

 

Zaten yoksun yanımda bir işe yaramıyorsun,

Yetmezmiş gibi iş yapanı da işinden oyalıyorsun’’


 

Yüreği serinledi haberi duyunca ananın.

Canı sağ ya oğlunun; önemi yok bahçenin fidanın…

 
Mürşide AYHAN