Geçtiğimiz Cuma günü Karahisar TV’de yayınlanan ‘Yerel Gündem’ programına davet edildik ve davete icabet ederek, bir diğer konuk olan Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’a bir gazeteci olarak sorular yöneltmek üzere hazır bulunduk…   Başkan Çobana halkın sorunlarını, taleplerini duyurabilmelerinde aracı olan biz gazetecilere böyle bir fırsat verdiği için program yapımcısı arkadaşımız Murat Emre’ye teşekkür ediyoruz.   Faydalı geçmesini ümit ederek başladığımız programda maalesef kırılamayan ön yargılar ve rutinin dışında soru istememe kaynaklı nahoş bir tartışma yaşadık…   Olmaması gereken, aslında sağduyu ile bakıldığında çok basit ve sıradan bir tartışmayı izletmek zorunda kaldık. Tartışmanın konusu ise programda hazır bulunan biz gazetecilerin soruları oldu. Yani şahsımın soruları…İzleyenler bilirler ancak izleyemeyenler için konuyu kısaca anlatayım…   Başkan Çoban, 2012 yılında yaptığı hizmetleri geçmiş belediye başkanları ile kıyaslayarak anlattıktan sonra, biz de sorularımızı sormaya başladık. Benim sorum ise seçim öncesi halka verdiği vaatlerin yapılmayan kısımlarıydı…Yapılmayanlarla ilgili sorduğumuz sorular karşısında sinirlerine hakim olamayan Başkan Çoban, ses tonunu yükselterek, bana, “Ben sizin neden böyle sorular sorduğunuzu biliyorum. Benim açığımı arıyorsunuz ama bulamazsınız. Buraya da zaten niye geldiğiniz belli” diye kıramadığı önyargılı bir üslupla sözler sarfetti…O sırada daha fazla sorun yaşanmaması için olsa gerek, program yapımcısı arkadaşımız reklama girdi. Aranın ardından bizde cevap hakkımızı kullanarak, uygun bir dil ve üslupla yanıt verdik…Belki sayın başkan o an ki stres ve ruh haliyle söylediklerimizi idrak edememiş olabilir. Tekrar edelim…   Sayın Başkan bizler gazeteciyiz. Bizler toplumda fikir adamları ya da fikir işçileri olarak biliniriz. Gazetecilik, topluma, halka değil, hizmet erklerine yapılan muhalefettir. Gazetecinin muhalefetinin AK’ı-karası, sağı-solu, Türk’ü Kürt’ü olmaz. Emin olun sizin oturduğunuz o koltukta MHP ya da CHP’den birileri oturuyor olsaydı ona da aynı muhalif soruları yöneltirdik…   Öte yandan gazetecilik haklının yanında, haksızın karşısında durmaktır. Gazetecilik en az sizin oturduğunuz başkanlık koltuğunun vebali kadar, belki daha fazla vebali olan bir meslektir…Çünkü biz ‘bilerek’ ya da ‘bilmeyerek’ veya ‘baskıya maruz kalarak’ bir zulme alet olursak, ortak olursak, bir kişinin bile bizim yüzümüzden hakkı yenilirse bana göre büyük bir vebaldeyiz, demektir…Biz gazeteciler bu düsturla hareket ederiz (etmeliyiz)…Öte yandan sizin bulunduğunuz makam gibi hizmet makamlarını takip etmek, yaptığınız olumlu hizmetleri, hareketleri onaylamak, desteklemek, yapmadığınız hizmetleri ve olumsuz hareketlerinizi ise sorgulamak, bu minvalde haberler yapmak, sizi çalışmaya sevk etmek bizim en önemli görevlerimiz arasında yer alıyor… Hatta bu durum bizim boynumuzun borcudur…   Sayın Başkan ayrıca bu yaptığınız hareketle sizin bir alışkanlıklarınızın olduğu ortaya çıkıyor. Siz, size çanak tutan sorulara alışmışsınız. Aykırı soruları bile eleştiri olarak kabul ediyorsunuz. Oysa sizin sorulmasını istemediğiniz sorular sizi sıkıştırmayı değil, hedefe tam varılamayışın nedeni konusunda açıklama fırsatı kazanarak elinizi kuvvetlendirmektedir. Sizin algıladığınız gibi programda sizi zorda bırakacak soru bile sormadım, soracak olsaydım sizin kulaklarınızı tıkadığınız Kültür ve Sosyal İşler Müdürünüz Gökhan Güzeltaş ile ilgili sorulardan başlardım…   Sizin yaptığınız hizmetler noktasında biraz daha ileri gidecek olursak, örneğin; siz 15 cm kalınlığında tüm yollara asfalt döküyorsunuz, niye 20 cm değil diye bir soru da sorardık. Oysa siz önyargılı çıkışınız ile “başkanım, artık 5 cm’lik idarei maslahat yollar dönemi bitti diyebilir miyiz” sorumuzu bile sordurmadınız?   Sizden bir gazeteci ve vatandaş olarak hem de size oy veren biri olarak hizmetin en iyisini beklemek bizim doğal hakkımız… Çünkü siz, ‘ben en iyi hizmeti yapacağım’ dediğiniz için seçildiniz…İdarecilikte ‘Öfke bize, sükut ve hizmet size’ olmalı. Bulunduğunuz makam sizi kibre sürüklemiş görünüyor, bulunduğunuz makam sizi agresifleştirmiş, tahammülsüzleştirmiş, ağır gelmeye başlamış gibi görünüyor…   Kibir insanı yok eder sayın başkan. Kibir Pargalı İbrahim’in bile sonunu kıssadan hisse verici şekilde getirdi…Neyse! Biz sorularımızı daha tam soramadım, siz de yaptıklarınızı ve yapamadıklarınızı tam anlatamadınız. Önyargı… Kibir… Art düşünce birikimi…Ben bilirim… Az sor, çok dinle… Ben yaptım iyi oldu… Basit görmek… Adam yerine koymamak… Bunlar iletişimi zorlaştırıyor. Gerçekleri ortaya çıkarmayı zorlaştırıyor… Başkanım dün dünde kaldı… Ben bugünü bile aştım… Allah ömür verir de ben gazeteci, siz de başkan olduğunuz sürece bir şekilde yollarımız kesişecek… İletişim zorluklarından kurtulamadığımız sürece Mevlana Hazretlerinin söylediği gibi “yeni şeyleri nasıl konuşacağız, sizdeki ve bendeki yenilikleri ‘yalandan, riyadan, iki yüzlülükten ve yalakalıktan arınmış bir şekilde’ nasıl ortaya çıkartacağız?   Her şeye rağmen icraatlarınızda yetersiz değilsiniz; ancak anlatım biçiminiz sanki bazı şeyleri örtbas ediyor gibi…Her toplantının amacı polemik değil, diyalog olmalı…   MUSTAFA DAĞHAN