Bazı soyut kavramlar vardır; yavaş yavaş hayatımızdan çıkan… basiret gibi, feraset gibi, bereket gibi, samimiyet gibi, kanaat gibi, diğergamlık gibi… Vefa da bunlardan birisidir. Bu fevkalade önemli ve gerçekte ‘insan’a dair müesseseler gittikçe daha az karşılık bulmaktadır. Artık toplumda en önemli kurumlardan birisi olarak kabul edilen ve hemen herkesin kıyısından-köşesinden bulaştığı siyasette (daha doğrusu politikada) ise vefa sadece İstanbul’daki bir semt adı... Zira bir sonuç alma sanatı olan politika için kullanılan araçların pek de bir önemi yok… Neredeyse amaca giden her yol meşru… Amaç ise iktidar olmaktır. Aksi halde politika yapamazsınız zaten… Bir başka deyişle mal, para ya da makam gibi gözüken bir karşılığı olmayan ‘vefa’nın politikada yeri yoktur. Bu yüzden her biri önemli devlet görevleri üslenmiş bir politikacı olan Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve de Ali Babacan’a kızmamak lazım…

Abdullah Gül’ün siyasete ilk nasıl da gönülsüz girdiğini anlattığını hatırlıyorum... Zaten seçilemem düşüncesiyle kendisince büyük olarak gördüklerini kırmamak için kabul ettiğini ifade etmişti. Cidde'de İslam Kalkınma Bankasında çalışırken yapılmış bu teklif... İnandırıcı idi benim için doğrusu... Sonra nerelere yükseldiğini biliyorsunuz. Zaman işte, hepsi geçiyor... Dışişleri Bakanlığı da geçiyor, başbakanlık da, Cumhurbaşkanlığı da... Hatta ömür de...

Abdullah Gül’ün darbe tehditleri (27 Nisan) altında nasıl da cumhurbaşkanı olduğunu hatırlıyorum mesela… Ne kadar da heyecanla takip etmiştim... Zira ortada bir dava, darbeye karşı bir duruş, vesayetçilere-jakobenlere-oligarklara-statükoculara, jüristokrasiye karşı bir direniş söz konusuydu. Bizim arkasında olduğumuz da buydu zaten… Kişiler misyona bağlılığı nisbetinde kıymetlidir zira…

Bazen kendi kendime düşünürüm de; iyi ki derim, iyi ki bu 'koltuk'un tadını almamışım... Uyuşturucu gibi, nikotin gibi bağımlılık yapıyor anlaşılan... Bir oturan kolay kolay kalkmak istemiyor... Ama gelin görün ki; millete-ümmete dair misyonu bir türlü alt edemeyenler akıl birliği ederek; sağcısı-solcusu, kafa tasçısı-ulusalcısı, muhalifi-rantçısı, FETÖ'cüsü, hatta PKK'lısı, HDP'lisi, TKP'lisi... elbirliği ile güçleri nisbetinde bu misyonun altını oymaya and içmişlerse siz de kendinize bir görev tanımı yapıyorsunuz doğal olarak…

Ahmet Davutoğlu… Kamuoyudaki kara propaganda iddiaların hiç birisine inanmıyorum doğrusu... Davutoğlu vizyonu güçlü, iyi bir akademisyen, iyi bir düşünce adamı… Ama siyasetin elbette (benim tasvip etmediğim) kendi kuralları var. Bana göre akademisyenlikle siyaset örtüşmüyor. Zira akademisyen hakikati arama peşindedir ve zihinsel emek gerektirir. Politika ise ikna sanatıdır ve alaylı işidir.

Akademisyen hakikatleri söylemelidir, ama yeri ve zamanına politikacı karar verir. Yani akademisyenden politikacı değil danışman olur. Davutoğlu benim gözlemime göre böyle bir kişilik… Ayrıca iyi bir akademisyen için politika bir terfi değil tenzil-i rütbedir. Akademisyen ayağa giden değil, ayağına gelinen kimse olmalıdır. Geçmişte öyle olmamış mıdır... O koca koca padişahlar ilim ehlinin kapısında kabul edilmeyi nasıl da beklemişlerdir.

Vizyon fevkalade önemlidir elbette... Zira vizyon bilgi birikimini gerektirir ve birkaç hamle sonrasını sadece gözünüzle değil beyninizle görmenize yardımcı olur. İşin içerisine kalbi de koyarsanız yine insana dair kıymetli müesseseler olan basiret ve feraset işlevselleşir ve de ‘vefa’ buradan doğar. Burada vefadan lidere bağlılık anlaşılmamalı… Vefa misyonu temsille ilişkilidir. Ahde vefa bir başka deyişle… Ahit; Allah’a verilen söz… Eğer çerçeveyi daraltır ve vefayı lidere bağlılıkla sınırlandırırsanız, asıl büyük vefasızlık burada tezahür eder.

Aslında Davutoğlu bu vefayı da gösterdi ilk başlarda… Kazandığı bir seçim olmasına ve başbakanlık koltuğunda oturmasına rağmen, hiç de şık olmayan bir şekilde görevden el çektirilince gösterdiği tepki, davaya bağlılığın da işareti idi. Nitekim beyanatı ile fitne çıkarabilecek çevrelerin heveslerini kursaklarında bırakmıştı. Ama devamını getiremedi. Zira vizyonu ve misyonunu ferasetle taçlandıramadı.

Kendisi de gayet iyi biliyor ki; kurduğu partinin iktidar olma şansı yok… Üslendiği devlet görevleri gereği, Türkiye’nin İslam dünyasındaki misyonunu baltalama çabası içerisinde olan yukarıda ismini zikrettiğimiz ihanet şebekeleri ile aynı karede olduğunu bilmiyor olamaz. Bu durumda atılan adımı gaflet kelimesi ile açıklayamayız. Yani; Arakanlının, Bosnalının, Suriyelinin, Libyalının, Somalilinin, Katarlının, Kıbrıslının, Batı Trakyalının, Kerküklü-Musullunun ve daha nice umudu yeşeren ümmetin mazlumlarının kim bilir bir yüz yıl daha umutlarını yok edecek bir misyona hizmet ettiğini bilmiyor olması o kadar devlet tecrübesiyle örtüşmez.

Ali Babacan mı dediniz… Onu genç, dinamik, iş bitirici olarak hatırlıyorum. O da adeta ailesinden kız ister gibi istenmiş ve siyasete sokulmuştu. Ekonomideki başarılarını tereyağından kıl çeker gibi yürüttüğü paradan sıfır atma operasyonuyla taçlandırmıştı. Şahsen onu AK Parti için potansiyel lider olarak bile düşünmüştüm ama FETÖ her şeyi berbat etti…