rnrn rnrnBazılarının ya akademik titrine ya da oyunculuk/ mankenlik şöhretine sığınarak bilmedikleri konularda ahkâm kesmeleri, neredeyse moda haline geldi…rnrnBöyle şeyler sadece gelişmemiş beyinlerin itibar gördüğü ülkelerde ...

Gözden kaçırmayın

ERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYORERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYOR

  Bazılarının ya akademik titrine ya da oyunculuk/ mankenlik şöhretine sığınarak bilmedikleri konularda ahkâm kesmeleri, neredeyse moda haline geldi… Böyle şeyler sadece gelişmemiş beyinlerin itibar gördüğü ülkelerde olur. Tabii ülkemizde de oluyor.
Arkeolog, siyaset konuşuyor…
Komedyen, dini hüküm veriyor…
Mülkiyeli, mezheplerden dem vuruyor…
Osmanlıca dahi bilmeyen, dolayısıyla bu anlamda okur-yazar olmayan siyasalcı, en bilgiç tavrını takınarak tarih anlatıyor…
Eski manken, çoktan kaybettiği şöhreti bir şekilde yakalamak için önüne gelene sataşıyor…
Ve “Prof. Dr.” titri taşıyan bir “cehalet uzmanı”, bazıları şehit olan Osmanlı padişahlarına, “nikâhsız beraberlik mahsulü” diyerek, saldırıyor…
Tabii sapla saman karışıyor. Şeddeli cehalet havalarda uçuşuyor…
Bana da sormak kalıyor: “Bu kadar cahil olmak için ‘profesör’ titri almak şart mıydı?” Gerçek şu ki, bazılarında akademik unvan, “yama” gibi duruyor!
Büyük unvanlar, küçük ruhlara ağırlık yapıyor, dengelerini bozuyor.
Gerçi hak ettiği cevabı, gerek Murat Bardakçı’dan, gerekse Mustafa Akyol’dan aldı: Hele Bardakçı, tarihsel birikimiyle ezdi geçti. Kalemine kuvvet!
Ama benim de bu konuda bazı söyleyeceklerim var: Öncelikle şunu söyleyeyim ki, İslâma göre, Müslüman bir erkek, Hıristiyan ya da Yahudi bir kadınla evlenebilir…
Yine İslâma göre, köleler satın alındıkları ya da esir edildikleri andan itibaren satın alanın/ esir edenin “mal”ı sayılırlar. Mal sahipleri kölesinin üstünde her türlü hakka sahiptir, istediği gibi tasarruf edebilir. Ayrıca “dini nikâh” gerekmez (bunu, abuk-sabuk iftirasını bir de İslâma dayandırdığı için söylemek durumundayım).
Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanan gazete, dergi ve kitaplarda soyluk soluğa atılan bu iftiraları konunun uzmanları tarafından yüzlerce kez cevap vermiş, ama bazı kafalara girmemiştir. Çünkü aranan şey “gerçek” değil, bir şekilde “karalama” ve “kirletme” arzusudur.
Tarihin gündeme gelmesini, yeniden yükselişe geçmesini, tarihi gerçeklerin milyonları tekrar etkilemeye başlamasını, bu tür ölçüsüz ve desteksiz, üstelik de edep dışı saldırıların sebebi olarak görüyorum…
Tv8’de desteksiz atan “madam cehalet”in (patenti Bardakçı’ya aittir) iddia ettiği gibi, padişahlar yabancı kadınlarla evlenmek suretiyle, Türk devletinin yapısını bozmadılar, çünkü nesil babadan yürür.
Zaten ortada “ulusalcı” kimlikte bir “Türk Devleti” de yoktur, Türklerin kurduğu çok uluslu “Osmanlı İmparatorluğu” (haşmetini vurgulamak için “imparatorluk” diyorum, yoksa Osmanlı, hiçbir zaman, “imparatorluk” kelimesinin içerdiği “emperyalist” amaçlar taşımamıştır) vardır…
Devletin yapısı etnik (ırk) esasa göre oluşturulmamıştır, başka inançlara ve mensuplarına son derece tolerans gösteren bir dini anlayış benimsenmiştir.
Tüm padişahların annesi Müslüman’dır. Müslüman olan bir insanı, doğuştan Müslüman olmadığı ya da ırkını seçme şansı bulunmadığı halde, “Türk olarak” doğmadığı için suçlamak, “medeni” bir yaklaşım değil, tamamen “faşist”, hatta “vahşi” bir yaklaşımıdır.
Unutmayalım ki, Peygamber Efendimiz’in “Yıldızlarım” dediği ashabdan hiç biri doğuştan Müslüman değildi. Sonradan Müslüman oldular ve çok büyük hizmette bulundular.
Bu gerçeği Hz. Ömer şöyle ifade ediyor: “Biz, zelil, aşağı kimselerdik. Allah bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi.”
Yani, Müslüman olarak doğmamak, bir kusur oluşturmaz. Köle (cariye) ile evlenmek, ayrıca bir “dini nikâh” gerektirmez. Bu da Kur’an hükmüdür. Kur’an’ın hükmünü tartışmak, “siyasal bilimci”lerin işi olmasa gerektir. (akit)