HAKKI SEZEN yazıyor… Meslektaşlarımızın mevzuat sorunundan öncelikle bahsetmek isterim. Mali Müşavirlerin, başta Anayasa olmak üzere Vergi usul, Gelir, Kurumlar, KDV, Ötv, Harçlar, Damga vergisi, Belediye gelirleri gibi daha aklımıza gelmeyen ve sayamayacağım bir sürü vergi mevzuatının yanı sıra, Sosyal Güvenlik, TTK, Borçlar Kanunu gibi ana kanunların yanı sıra bunlarla ilintili pek çok kanun ve mevzuat, kırkambar gibi torba yasalar, sonu 11 le biten af veya yapılandırma kanunlarını, ayrıca SMMM ve denetimle ilgili kendi mevzuatımızı da meslektaşlarımızın çok iyi bilmeleri ve takip etmeleri gerekmektedir. Görüldüğü gibi çok geniş yelpazedeki bu mevzuatı öğrenip bilmek yetmez. Bu mevzuat adeta yerinde duramaz, yağlanmış Kırkpınar pehlivanı gibidir. Neresinden tutacağınızı bilemezsiniz. Hemen her gün ilgili tebliğler, yönetmelikler, sirküler ve Bakanlar kurulu Kararları yayınlanır. Ayrıca üstatların açıklayıcı yorum ve yazılarını, mukteza ve Danıştay kararlarını da takip etmekte yarar vardır. Yani denizler mürekkep olsa yetmez, oku oku bitmez. Allahtan internet çıktıda kanun tasnifinden kurtulduk. Daha önce föyvolan sistemde aylık dergiler ekinde sayfalarca değişiklik metinleri gelir bunları ilgili klasörlerine yerleştirirdik. Bunun için ayrı bir arşiv ayırır, ayrı bir personel yetiştirirdik. Her elemanın yapamayacağı bu sıkıntılı işi ayırdığımız personel zoraki yapardı. İlgili kanunları ve klasörleri bulmak, eskiyi yeniyi karıştırmamak gerekirdi. Hatta eskilerini de atamazdınız, beş sene veya on sene geriye gitmeniz gerekebilir. Otuz küsur senelik dergi aboneliği rekorumu bozmamak için epey direndim ama artık bu sene yeter artık kardeşim, aboneliğimi silin demekten başka çarem kalmadı. Yeni dergilerden de eklerinden de kurtuldum ama eskilerini de atmaya kıyamadığımdan dolaplarda yer kalmadı. Netice, Mali Müşavirin okumaya yazmaya ömrü yetmez. Bizimkisi zamana karşı bir yarıştır. Hukuki zemin bir türlü oturmamıştır. Balçık tarla gibi her tarafı oynamaktadır. Devlet hala vatandaşına güvenmemektedir. Yasalarımız kötü niyetli insanlara karşı tedbirlerle ve karmaşık bürokratik işlemlerle doludur. Yorumlar olumsuzluklara karşı sert, dar bir anlayış ve muhafazakar bir mantalite içerisindedir. Ve tabiî ki iyi niyetli, kanunlara saygılı vatandaşlar ve meslektaşlar da aynı mecra içerisinden geçmek zorundadır. Yetkili mercilerden açıklayıcı bilgi istersiniz, size bildiğiniz mevzuatı tekrar yazar gönderirler. Kimse sorumluluk almak istemez. Mevzuattan bunalan bir meslektaşımızın “ bir daha dünyaya gelsem imam olacağım, mevzuatları hiç değişmiyor” diye ironi yapması da bu gerçeği ifade etmektedir. Okumak yetmez, sıra bilmece çözmeye gelir. Yanlış okumadınız, mevzuat arasına sıkışmış şifreleri çözmemiz gerekiyor. Kanunlarımız derindir. Öyle yüzeysel bakarak göremezsiniz. Ardından ilgili bakanlık tebliğ yayınlar, müphem konular aydınlanmasın diye ama yeni sorunlar çıkar. Öyle bir açıklama yapılır ki aklınız şaşar, ufkunuz açılır. Bazen de duvarı getiriverir burnunuzun dibine koyar. Günlerce böyle tebliğleri meslektaşlarımız çok tartışmıştır. Yetki ve kapsama alanı, yürürlük tarihi adeta bir muammadır. Artık böyle bir uygulama olamaz dediğimiz pek çok konu uygulanmış, bütün meslektaşlarımız uflasa da puflasa da bir yükü daha omzuna almıştır. Çünkü her mevzuat yeni bir yük, yeni bir beyanname, yeni bir ceza tehdidi ve bol mesai demektir. En son tartışıp ta içinden çıkamadığımız, günlerce yorum yaptığımız defter tasdikleri konusu bence hala bir muammadır. Türk Ticaret kanunu ile Vergi Kanunlarının birbirinden haberi yoktur. Sanki başka ülkelerin kanunudur. Kdv. tevkifatı ile ilgili tartışmalar da hafızalarımızdan henüz çıkmadı. Hala muğlâk noktalar vardır. Mesela döşemelik kereste ile kaplamalık kerestenin vergisel açıdan farkını anlayabilmiş değilim, birisinde kdv. tevkifatı var, birisinde yok! Maliye ve Muhasebe siteleri, üniversiteler, üstatlar ve hocalar bundan böyle mevzuatımızın her bölümü için seminerler, kurslar düzenlemektedir. Mesleki heyecan ve gayretle hiçbir konuyu kaçırmamaya çalışan yeni nesil meslektaşlarımızın ve stajyer çocuklarımızın vakti ve nakdi yeter mi bilmem. Yarın başımdan geçen bir olayı anlatayım da, ister gülün ister ağlayın… BİR ÖNCEKİ YAZI… ÜLKEMİZDE MUHASEBE KÖRÜN DEĞNEĞİ Mİ? Bizim odanın genel kurul davetiyesini görünce uzun süredir yazmak isteyip de bir türlü yazamadığım mesleki sıkıntılarımızı anlatan bir yazı kaleme almak imkânı doğdu. Meslektaşlarımızın yaşarak bildiği gibi, ülkemizde en çok sorumluluğa sahip en çok mesai harcayan, cirminin üzerinde yük taşıyan bizim meslektaşlarımızdır. O kadar çok problem ve sorunlarımız var ki, anlatmakla bitmez. Muhasebecilik adeta hamallığa döndü. Meslektaşlarımızın derdine yanacak, ölüsüne ağlayacak hali kalmadı. Sizleri sıkmadan kısa ama her konuya değinecek şekilde yazacağım. Ama bu konu bir tek yazı ile bitmeyeceğinden birkaç yazı konusu olacaktır. İnanın aslında kitaplar dolar. En büyük derdimiz muhasebe mesleğinin ve yapılan işin hala öneminin anlaşılamamış olması, hak ettiği konuma yükselememesidir. Asıl sorun burada başlamaktadır. Onlarca İktisat ve İşletme fakültesinden yüz binlerce mezuna ve binlerce meslektaşımıza rağmen muhasebe, hala devleti kandıracak kadar vergi ve sigorta ayarı yapılan bir iş düzeyinin ve algılamasının ötesine geçememiştir. Belki ağır gelen bu yoruma karşı bunun müsebbibi kim derseniz; başta kanunları yapan, uygulayan ve denetleyen devlet, ekonomik sistem, meslektaşlarımız ve sadece vergi mükellefleri değil bütün vatandaşlarımızdır. Bütün Halkımız diyerek abarttığımı zannetmeyin. Fişini almayan veya kdv. Pazarlığı yapan vatandaş 3 kuruş kar ettiğini zannederken muhasebe sisteminin köküne kibrit suyu döktüğünü bilmemektedir. Devletin vergi kaybının belki farkında olsa bile aynı zamanda o işyerinin muhasebe düzeninin bozularak, işyeri sahibinin kasasından para çalınmış olabileceğini, aynı zamanda kul hakkına girdiğini hiç düşünmemektedir. Muhasebenin dünya ahiret gerekli olduğunu ah bir idrak edebilsek! Fiş kesmeyerek, belge düzenlemeyerek vergi avantajı sağladığını düşünen vergi mükellefi, muhasebe sistemini felç ederek, bindiği dalı kestiğinin farkında bile değildir. Artık muhasebesiz bir işletmedir. Yani pusulasız bir gemidir. Bu tür uyanık işadamlarına sorarsanız her şey kafalarındadır! Hatta konuşmaz kafalarını bile işaret parmağı ile gösterirler. Yazılı medeniyete geçmemişlerdir. İşleri bozulduğunda bir sürü sebep bulurlar da kendi kafalarına güvenmenin sonucu olduğunu bir türlü idrak edemezler çünkü kurumsallaşmaktan haberleri bile yoktur. Bir işadamının “valla kardeşim biz Vergiden ve sigortadan kaçırdıklarımızla geçiniyoruz” demesine şaşırmamak elde değil ama gerçek payı da yok değil. Ağır ve pek çok çeşitli, gelire endeksli bir sürü karmaşık prosedüre bağlı vergiler ve yükümlülükler, kurumsallıktan da haberi olmayan, şiddetli rekabet altında ezilen insanları bu yola itmektedir. Bu durum yeni değil, oldum olası böyledir. Ama şimdi kurumsal çalışan işletmeler ekonomide ve pazarda ağırlığını koymaya başladıkça kurumsallaşamayan genellikle orta ve küçük işletmeler bu gün zor durumdalar. Bu zor duruma çeşitli bahaneler uyduranlar konuya birde bu yönden yani kurumsallık açısından baksalar, daha da açıkçası “gerçek muhasebe var mı yok mu?” sorusuna olumlu cevap verebilseler durum aydınlanacaktır zannederim. Küçük ve orta boy işletmeler derken, TÜSİAD ve TOBB’ nin yeni TTK. tartışmalarında kayıt dışını önlemeye yönelik maddelerinin değiştirilmesi için gösterdikleri ve muvaffak oldukları gayretleri de unutmamak gerekir. Demek ki büyük küçük bütün vatandaşlarımız kayıt dışı çalışmayı, yani minder dışında güreşmeyi seviyor. Biz habire muhasebe ilkelerinde açıklık şeffaflık ayniyet gibi kavramları sıralayaduralım. Körün değneği gibi muhasebe yapılınca istatistiklerimizin de yalan yanlış olduğunu anlatmaya ise hiç girmeyeceğim. Netice eğitim herkese şart!