KÜÇÜK ESNAFI, KOBİ’Yİ KİM DÜŞÜNECEK?

Gözden kaçırmayın

İktidar Partisinin Çaresizliği Ortadaİktidar Partisinin Çaresizliği Ortada



Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), şirketlerin finansal sektöre olan borçlarının ‘çerçeve anlaşma’yla yeniden yapılandırılması için bir yönetmelik yayınlamış, Türkiye Bankalar Birliği (TBB) ‘çerçeve anlaşma’nın kapsamını belirlemek üzere çalışmalara başlamıştı.

Düzenlemeye göre banka, faktoring gibi finans kurumlarına toplam borcu 100 milyon TL ve üzeri olan şirketlerin yeniden yapılandırma başvurusu yapabileceği belirtilmişti.

Anlaşmada aktif varlık, mevduat, şube ve çalışan sayısı bakımından Türkiye’nin en büyük bankaları olan Ziraat Bankası, İş Bankası, Garanti Bankası, Akbank, Halk Bankası, Yapı Kredi Bankası ve VakıfBank da katılmıştı.

Borç yapılandırmak isteyen şirketin, ‘çerçeve anlaşma’ya imza atan borçlu olduğu bankalardan herhangi birine başvurması yeterli oluyor. Buna karşın Bankalar Birliği yakın zamanda bir tavsiye kararı almış ve 15 Milyon TL altında borcu bulunan işletmelerin, şirketlerin yani aslına baktığınızda esnafımızın, küçük ve orta ölçekli işletmelerin borçlarının da yapılandırılması konusunda bir tavsiye kararı aldı.

Bir tarafta büyük şirketleri korumak için “amir hüküm” niteliğinde bir yönetmelik, bir tarafta da bankaların ve alacaklı finans kuruluşlarının inisiyatifine terk edilen esnafımız, KOBİ’lerimiz…

Dahası yönetmelik ile, borçlu büyük şirketler imzacı finans kuruluşları ve bankalara yalnızca başvuru ile imkandan yararlanıyorken, KOBİ’ler belirli şartlar dahilinde ve alacaklı bankalar, finans kuruluşlarının rızası ile nefes alabileceklerdir.

Bu yanlıştan acilen dönülmeli, ekonomik “reform” yaptığını düşünen, esnafa “fiyatları” düşür diyerek zabıta tedbirleri ile enflasyona müdahale eden iktidar, Bankalar Birliği ve BDDK ile birlikte KOBİ’lerin borçlarının yapılandırılması konusunu da bir yönetmelikle çözmelidir.

Bankacılık Kanunu’nun 93. Maddesine dayanılarak hazırlandığı söylenen yönetmelik ve alınan tavsiye kararı birlikte düşünülüğünde, bu çifte standart 93. Maddede yer alan “finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışması malî sektörün gelişmesi, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması” ibaresine aykırıdır.

Bu düzenleme ile KOBİ’ler kaderine terk edilmekte,

büyük borçları olan büyük şirketlere koltuk çıkılmaktadır.

Unutulmasın ki esnafımız KOBİ’lerimiz ekonomimizin lokomotifidir.

                                                                                                                       

Haram ve helali, kul hakkını mimberden anlatıp, mizanda atlamak anlaşılamaz!

Kul hakkı konulu vaazın tam zamanıdır şimdi! Diyanetin Sayıştay Denetim raporları konusunda, usulsüzlükler konusunda fikrini çok merak ediyoruz.

Kamu malını talan, kamu malına ihanet suçları Kur'an’da büyük suçlar arasında, “kebair” olarak nitelendirilir.

Büyük günahlar yani “kebair” olarak nitelenen suçlar arasında kul hakkının yenmesi varken kamunun hakkının gaspı şüphesiz ki Diyanet’in de kayıtsız kalmayacağı durumlardır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na sormak gerekmektedir; milletin alın teri ile kendilerine tahsis edilen bütçeye bağlı olarak yapılan harcamalarda ortaya çıkan “hata”lar, bu hataların düzeltilmesi için “gayret gösterilecek” gibi ciddiyetsiz resmi cevaplar, denetim raporlarında tüm kurum ve kuruluşlarda ortaya çıkan usulsüzlükler “kebair” olarak nitelenebilir mi?

Eğer beyt-ül malı korumamak, har vurup harman savurmak “büyük günah” değilse büyük günah Diyanet’e göre nedir?

Tüm bunlar “büyük günah”sa,küçücük günahlar hakkında bülbül olan Diyanet İşleri dilini mi yutmuştur?

Sayıştay Denetim raporlarındaki usulsüzlükleri anlatmak için ne zaman ne de asabiye sınırımız yeterlidir.

 

İsraftan tasarruf ederseniz birçok sorunu çözersiniz.

Sayın Cumhurbaşkanı dün yaptığı açıklamalar ile EYT için bir düzenleme yapılmasının yıllık 26 milyar tl ek maliyet olduğunu belirtip sosyal güvenlik sisteminin buna dayanamayacağını belirtti.

Ayrıca kendileri “bir ekonomik kurtuluş savaşı” verdiğimizi ve bir dönemde böyle bir yükü milletimizin sırtına bindirmek gibi bir haklarının olmadığını da ifade etti.

Sayın Cumhurbaşkanı doğru söylüyor fakat haksız!

Buradan hatırlatmak isterim, bir kurtuluş savaşı verildiği doğrudur;

Bu kurtuluş savaşı, iktidarın ve ekonomi bürokrasisinin aldığı yanlış kararların, siyaseten attığı yanlış adımların nihayetinde, bel büken vergilere, şüphe barındıran harcama kalemlerine, rantı tavana, vergiyi tabana yayan zihniyete, liyakatsizliğe karşı milletin savaşıdır.

Bir savaş verildiği doğrudur; millet enflasyonun altında kalan maaş ve ücretleri ile yaşam savaşı vermektedir.

Bir savaş verildiği doğrudur; esnaf yüksek vergilere karşı, yüksek maliyetlere karşı kazanç savaşı vermektedir.

Çiftçimiz, altında ezildiği gübre, yem ve mazot fiyatlarına karşın ekmenin, biçmenin, üretmenin, ekmeğinin savaşını vermektedir.

Bu savaş hak ile batılın savaşıdır.

Eskiden “yaşam mücadelesi” diyen milletimiz artık yaşamak için adeta savaşmaktadır.

Tıpkı Sayın Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi “Böyle bir şey olamaz, buna adalet, hak denmez.”

Hükümet, ‘örtülü ödenek’ dışında bir de ‘diğer giderler’ adı altında milyarlarca liralık kamu harcamasının nereye yapıldığını gizlemektedir. “Diğer bütçe giderleri” adı altında 2016’da 55.1, 2017’de 65.1 milyar liralık kaynak doğru değerlendirilmiş olsa birçok sorun için çözüm olabilir.

“İktidar ekonomideki “kayıp kaçak”ı engellerse memleketin birçok sorunu kökten çözülecektir.”

 

Konsolosun elini kolunu sallayarak gitmesi hukuka da vicdana da sığmamıştır

Gazeteci Cemal Kaşıkçı soruşturması Türkiye ve uluslararası aktörlerin sınandığı önemli bir gündemdir. Dün akşam Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosu’nun herhangi bir kovuşturma ya da soruşturmaya dahil edilmedenTürkiye’yi terk etmesi, Türkiye açısından meseleyi daha da karmaşık hale getirmiştir.

İktidar yetkililerinin ve sözcülerin belirttiği “dokunulmazlık” ve “yargı bağışıklığı” “ağır suç” mevzu bahis olduğunda geçersizdir. Bu açıdan bakılırsa, ülkemizde seyahat eden bir başka ülke vatandaşının ortadan kaybolması söz konusuyken ve öldürüldüğüne dair yüksek şüphe mevcutken konsolosun elini kolunu sallayarak ülkemizi terk etmesi, hem kanuna hem de “büyük devlet” iddiamıza aykırıdır.

Dahası bahsi geçen “dokunulmazlık” ilkesi ve “yargı bağışıklığı” diplomatik misyonun görevleri dahilindeki suçları konu etmektedir.

Neredeyse iki hafta boyunca adli makamların harekete geçmemesi adalete olan güveni bir kez daha sarsmıştır.

Görünen odur ki adli makamlar ve savcılık, siyasi karar alıcıların tavrını beklemektedir.

Kanaatimizce ve konsolosluk hukukunu düzenleyen uluslar arası sözleşmelere göre Ak Parti hükümeti ve tabi ki yargı, soruşturmanın şeffaflığı bakımından 1. Derece resmî sorumlu Başkonsolos’un Türkiye’yi terk etmesine müsaade etmemeliydi.

“Bu tür krizler ahbap-çavuş ilişkileri ile değil egemen bir devlet üslubu ve ciddiyeti içinde ülkemiz adına yönetilmelidir.”

Hükümetin bu ‘zevahiri’ kurtarma tavrı, ister istemez kamuoyunda “acaba geçmişte kayıt dışı akçeli ve/ve ya siyasi bir ‘alışveriş’ mi yaşandı” sorusunu gündeme getirmektedir.

Ayrıca birkaç yıl evvel ortaya çıkan Türgev’e Suudi’ler tarafından yapılan 100 milyon dolarlık bağış dolayısıyla, ülkeyi yönetenlerin şahsi zaaflarının uluslararası düzlemde Türkiye adına bir ‘Milli Güvenlik’ açığına mı dönüştü sorusu da akla gelmektedir.