Onur, insanın vazgeçilmezidir. Zira onur özgürlüktür. Özgürlük ise insanın kutsalıdır. Öylesine kutsaldır ki; insanlar özgürlüklerini elde etmek için hayatları dâhil vazgeçmeyecekleri hiç bir şeyleri yoktur. Bu yüzden özgürlük savaşçıları her ülkede şehit kabul edilir. Yasadışı örgütler bile kendilerini özgürlük savaşçısı (gerilla) olarak nitelendirirler. En basit şekliyle refah ya da en anlamlı şekliyle ‘saadet’ insan onurunun, daha da doğrusu insan olmanın vazgeçilmezidir. Fıtri olan bu duygunun göz ardı edilmesi de söz konusu olamaz. Zira siz istemeseniz de iç dünyanız size bunu haber verir zaten…

Tecrübeler göstermiştir ki; parayla satın alınamayacak şeyler vardır. Mesela bir annenin sevgisini parayla satın alamazsınız. Onur da öyle… Bu yüzden insanların onuru ile oynamamak gerekir. İnsanın onuruyla oynamak ateşle oynamaktan tehlikelidir. İnsan onurunun en hassas yanlarından birisi de; kişiliğine, düşüncesine, tercihine saygı duyulması ve ayırımcılığa tabi tutulmamasıdır. Faşizm bu yüzden insanlık suçudur. Oligarşi bu yüzden muteber değildir. Ve demokrasi biraz da bu yönüyle taraftar toplayabilmiştir. Elbette bunların ilahi, fıtri ve hukuki sınırları vardır. Aksi halde ‘sosyapatik’ (psikopatik hastalıkla ilgili anti sosyal kişilik bozukluğu) bir durum ortaya çıkar.

Elbette onur denilen şey; ‘insan’ın vazgeçilmezidir. Peki o halde, nasıl oluyor da bazı ‘insansı’lar para ile satın alınabiliyor ya da para-makam gibi beklenti ve endişelerle onurlarını, daha da açıkçası özgürlüklerini satabiliyorlar. Nitekim parası çok olan birçok ülke bunda bir beis de görmemektedir. Birleşmiş Milletler’deki Kudüs oylamasında Amerika buna güvenerek pek çok ülkeyi tehdit etti mesela… Demek ki sonuç alabileceği bir şey vardı ki bu tehditte bulunabildi. Oluşan dünya kamuoyu nedeniyle bu tehtide itibar edilmemişse de; pek çok ülkede yönetimdekilerin iktidarlarını dolara endeksledikleri ve çeşitli kisvelerle haraç ödeyerek konumlarını muhafaza ettikleri bir realite olarak ortada durmaktadır.

Mevlana der ki; "Ey oğul bağlarını kopar ve hür ol... Daha ne zamana kadar altın ve gümüşün bağlısı olacaksın..." Elbette 'benim için bu sözün bir önemi yok rahatım bozulmasın yeter,' diyorsanız köle olmaya razısınız demektir. Köleliğin kurumsal adı mandacılık… Bunu dolar karşılığı yapıyor olmanızın bir önemi de yok… Zira 20. yüzyıl müstemlekeciliği bunu gerektiriyor. Başka türlü kendileri için gönüllü çalışacak onca insanı nasıl bir araya getirebilirler... Elbette müstemlekeciler onları koruyacak-kollayacak… Besleyecek… Zira kendileri için çalışacak kölelere de ihtiyaç var…

Bu müstemlekecilerin milletin neredeyse yüz yıldır sesini çıkaramadığını bilememesini yadırgamamak da lazım… Zira ayağına-zihnine geçirilmiş prangalardan haberi bile yok… Zira işbirliği içerisindeki dolarla satın alınmış olanların sahte kahramanları derhal harekete geçiverir. Nasıl gaflet bu böyle… Müstemlekeciler adına hareket eden ve merkezi baş müstemlekeci olan ABD’de bulunan FETÖ başarılı olsaydı, Türkiye daha mı bağımsız olacaktı yoksa belirsiz bir süre daha derin bir sessizliğe mi bürünecekti.

Neden bu ülkenin geçmiş yüz yıllık süre içerisinde neredeyse hiç bir stratejik karar alamadığını sanıyorsunuz… Neden sürekli Avrupa kültürü içerisinde yer almaya çalıştı bu çevreler… Neden NATO’ya mahkûm olduk. Neden hiç bir stratejik teknoloji geliştirilemedi bu ülkede… Neden bu ülke kültürüne ait ne varsa, kim varsa horlandı, baskılandı, yıkıldı, yok edildi, ezildi… Neden batıya ait ne varsa dayatıldı… Bütün bunlara rağmen neden yaranamadık onlara ha!

Cevabını da ben vereyim: Çünkü kendimizi onlara mahkûm ettik, mecbur ettik. Hiç mi onuru yok bu ülkenin… Yarım yüz yılı aşkındır Avrupa Birliği kapısında bekletiliyor, itilip-kakılıyor, kapıdan geri çevriliyor. Kölelerin bile bir onuru vardır. Size parya muamelesi yapılıyor ama, siz hala Stokolm sendromu yaşıyor, katilinize sürekli ilan-ı aşk yapıyorsunuz. Pollyanna bile sizden basiretli idi. Ferasetin ne olduğunu zaten bilmezsiniz de, bir gram basiretiniz de yok…