Annesi öldüğünde iki yaşında vardı yoktu Sevgi…  Annesi adını ‘’Sevgi’’  koymuştu. Küçücük yavrusunun sevgiye çok ihtiyacı olacağını nereden bilebilirdi?   Kalabalık eve gelin gelmişti annesi. Kocası ve altı delikanlı kayınbiraderi, kaynana, kayınbaba ile birlikte küçük bir avlu içinde; dip dibe sıralı sonradan eklenen, kapıları ayrı üç odalı bir evde yaşıyorlardı. Tuvaleti ve mutfağı dışarıda olan bu evin bütün sorumluluğu annesinin üzerindeydi.



            Sevgi’nin annesi; gelin geldiğinde on dört yaşında idi. Geldiği günün ertesinde bahçeye ocak yapıp, koca kazanı koydu. Düğünden arta kalan ne varsa yıkadı temizledi. Titiz kadındı annesi. Yaz, kış demedi o kazan kaynadı. Her gün, yemek pişti, bulaşık yıkandı, hiç bitmeyen delikanlıların çamaşırları yıkandı hazır edildi. Daha o zaman evlerinde su yoktu. Mahallenin iki sokak ötesinden suları taşıyarak gördü işlerini. Gelinlerinden çok memnundular, kocasının ailesi. Eline çabuk, tertipli düzenli becerikli bu gelin, Sevgi’ye hamile iken hastalandı. Gittikçe artan hastalığını hiçe sayarak günlük rutin işlerini devam ettirdi. Çocuğu doğunca bile yatamadı. Ama sonunda yataklara düştü ve yataktan kalkamadı. Birkaç ay hasta yattıktan sonra, küçük kızını da bırakarak göçtü gitti.



            Acısı ömür boyu sürecek değil ya, dul kalan oğullarını yeniden evlendirdiler. Yirmi iki yaşlarında o zamana göre evde kalmış dedikleri bir gelin aldılar. Küçük Sevgi’yi babaannesi büyütecekti. Diğer oğulları da birer birer evlenince, her seferinde avluya bir oda daha eklendi. Yine hepsi bir arada olacaklardı. Yeni gelen gelinlerin hiç biri ölen gelinin yerini tutamadı. Birbiri ile anlaşamayıp teker teker ayrı evlere çıkmaya başladılar.



             Küçük Sevgi; babaannesi tarafından annesinin yokluğunu aratmayacak bir şekilde büyütülmeye çalışılıyordu, İlkokula başlayınca anladı Sevgi öksüz olduğunu. Mahalledeki çocuklar, okuldaki çocuklar, ‘’Öksüz Sevgi, Öksüz Sevgi’’ diye alay etmeleri yüzünden her gün eve ağlayarak geliyordu. . Bir keresinde okulunun 23 Nisan Bayramı için bayrama katılmış; bayrama özel krepon kâğıdından hazırlanan elbisesini büyük bir sevinç içinde giymişti. Masallardaki Prensesler gibi hissetmişti kendisini. Ama ne yazık ki daha bayrama katılamadan, ‘’Öksüz Sevgi, Öksüz Sevgi’’  diye alay eden çocuklar tarafından yırtılmıştı Sevgi’nin elbisesi.. Sevgi’nin sevinci kursağında kalmış, iki gözü iki çeşme boynu bükük babaannesinin evinin yolunu tutmuştu.    



            Babası da yeni hanımından olan çocukları ile ilgilenmekten Sevgi’ye bakmıyordu bile.    Üvey annesi merhametli davranarak ‘’Sevgi’yi yanımıza alalım, onu da büyütürüz bizim çocuklarla’’ diyerek evlerine getirdiler. Kendilerinin biri üç yaşında, diğeri altı aylık iki çocuğu vardı. Sevgi’nin kardeşleri ile bir arada büyümesine babaanne karşı çıkmadı. Sevgi hem okula gidiyor, hem kardeşlerine bakıyor. Dışarıdan her şey çok güzel görünüyor.



             Bir kış günü, babaanne; torunlarını ve gelinini ziyarete giderken, Sevgi’yi çıplak ayakları ile sokak çeşmesinin başında çocuk bezlerini yıkarken görüyor. Boncuk boncuk gözleri ağlamakta şişmiş, elleri ayakları soğuktan mosmor olmuş, üzerinde incecik fanila tir tir titriyor. Gördüklerine dayanamayan babaannesi daha fazla beklemeden torununu alıp evine getiriyor. Sevgi’yi nasıl dövdüğünü ısırarak, terbiye vermeye çalıştığını kızcağızın her gün ağladığını komşuları anlatıyor. Üvey annesinin ‘’Kalırsan el beğensin, ölürsen yer beğensin’’ çığlıkları çocukların ağlayışları iki sokak öteden bile duyuluyordu. Sevgiye terbiye veriyordu. Daha ilkokul ikinci sınıfa giden kıza, bütün işleri yaptırmaya çalışıyordu. Ev süpürürken çöpleri toplayamayan Sevgi’ye yerde biriken pislikleri öğrensin diye ağzına tıktığını kimse görmedi.  Sevgi hiçbir zaman üvey annesinin kendisine kötü davrandığını söylemiyor. Söyleyemiyor…



             Sevgi’nin kendi annesinden kalan o zamana göre yüklü sayılabilecek mirası, ileride Sevgi’ye verilmek üzere Sevgi’nin babasına teslim ediyorlar. Her şeye rağmen Sevgi, zaman zaman babasında, zaman zaman babaannesinde kalarak on yaşına geldiğinde, uzaktan akrabaları olan bir aile oğullarına istiyor. Amaçları güzel kız olan Sevgi’yi üvey anne elinden kurtarmak. Babası, babaannesi bir an önce evlendirip kendisinden kurtulmak istiyor. Bir kız çocuğunun sorumluluğunu üzerlerinden atmak niyeti ile kabul ediyorlar bu evlenme teklifini. Okulunu yarıda bırakarak, on bir yaşında gelin oluyor minik Sevgi…  Çeyiz yaptım diye iki üç çaput parçası ile Sevgi’nin annesinden kalan mirası kendisine alıkoyuyor üvey anne.



             Yine kayınvalide, kayınpeder, kayınlar ve görümceden oluşan evde, gelin diye bütün yükü minik omuzlarına yükleniyor. Genellikle küçük gelin almak istemelerinin nedeni kendileri, kendi istedikleri gibi yetiştirmek. Bazen azarlayarak, bazen şiddet kullanarak dediklerini yaptırıyorlar. Eşi ne kadar anlayışlı görünse de anne ve babasının etkisinde kalarak; daha doğrusu öyle olacağını sanarak Sevgi’ye yapılan şiddete kayıtsız kalıyordu. Zaten kocası da küçüktü. 18 yaşında evlenmiş, iki yıl sonra da bir yaşında çocuğunu bırakarak dört yıl askerliğini yapmak üzere evinden ayrılmak zorunda kalmıştı. 



            Asker karısı Sevgi’ye baskı ve şiddet giderek artmış, kimsesizliğin verdiği çaresizlikle içine kapanmıştı. Her sıkıntısını çile zannederek, küçük yaşta annesiz kalmasına bağlamıştı. Hissizleşmiş ruhunda, aslında hiç yaşayamadığı zamanlar geçsin, istiyordu. Kendisinin dışındaki rengârenk hayatın içinde kaybolan masum bu çocuk, üvey anne zulmünden kaçarken kocası evinde de zulüm içindeydi…