Afyon Kadın Platformu 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar arası Mücadele ve Dayanışma Günü kapsamında kadına yönelik şiddetin ele alındığı bir etkinlik düzenledi.Slayt ve video gösterimi yapan afyon kadın platformu basın açıklaması yaparak etkinliği sonlandırdı.Yoğun bir katılımın olduğu gözlenen etkinlikte yapılan tüm yasal düzenlemelere rağmen hala kadına yönelik şiddetin önüne geçilemediği ifade ederek tüm kadınları mücadelelerine destek vermeye davet etti. İŞTE BASIN AÇIKLAMASI…   25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele eden Mirabel kardeşlerin tecavüz edilmelerinin ardından öldürülmelerinin yıldönümüdür. Mirabel kardeşlerin verdiği mücadele kadın hareketleri için bir sembol haline gelmiş ve ilk kez 1981 yılında Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan 1. Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kongresi’nde Mirabel kardeşlerin öldürüldüğü gün olan 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar Arası Dayanışma Günü” olarak kabul edilmiştir. 1999 yılında ise Birleşmiş Milletler, 25 Kasım’ın “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” olarak benimsenmesini kararlaştırmıştır.
Şiddet, sadece bir suç değil, aynı zamanda ve hatta daha çok bir utanç, bir insanlık utancıdır. Karl Marks’ın özlü ifadesiyle “İnsanın yaptığı en büyük duygusal devrim, utanma duygusudur.” Şiddet, bu duygusal devrimi yapamayanların, yani utanma duygusu olmayanların başvurduğu insanlık dışı bir araçtır.
Umursamazlık, duyarsızlık, istismar, cehalet, cüret, yanılgı, özensizlik, sevgisizlik, iftira, dedikodu, yalan gibi boyutları olan şiddet; şiddete uğrayanın, “ötekiliği” kabul edilen, saygı gören bir özne olmaktan çıkarılıp duygularına ve bedenine zarar verilebilecek ve hatta ortadan kaldırılabilecek bir nesne olarak ele alındığı ilişkisel bir eylemdir.
Şiddet; aşiret, töre, pusu ve namus kültürü gibi geleneksel nedenlerin yanı sıra modern toplumun yarattığı tatminsizliğin, yalıtılmışlığın, ikiyüzlü ahlakın, saldırganlığın, ne aşkı, ne sevgiyi, ne arkadaşlıkları ve ne de dostlukları becerebilen bir toplumun cinnetidir.
Şiddetin bir türü de, yakınlık veya ikili ilişkilerde uygulanan terörizm olarak isimlendirebileceğimiz kadınlara karşı uygulanan şiddettir. Şiddetin bu türü, evrensel insan haklarının ayrılmaz bir parçası olan kadınların insan haklarının korunmasının ve geliştirilmesinin önündeki en büyük engellerden birisidir. Kadına yönelik şiddet, toplum içinde ya da özel hayatta cinsiyete dayalı olarak kadının fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar görmesi ve/veya acı çekmesi ile sonuçlanan ya da bu tür sonuçlara yol açabilecek olan tehdit, baskı ve özgürlüğün keyfi olarak engellenmesini kapsamaktadır. Şiddet hareketleri ve tehditleri, ister ev içinde ister toplumda meydana gelsin veya Devlet tarafından uygulanmış, yapılmış ya da göz yumulmuş olsun, kadınların hayatına korku ve güvensizliği sokar . Taciz dahil şiddet korkusu kadının hareketliliğine sürekli baskı yapar ve haklarına erişimini kısıtlar.
Birleşmiş Milletler 1993 yılında Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde kadına yönelik şiddet: “ister kamusal, isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara; fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır. Kadınlara yönelik şiddet, Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Kaldırılmasına Yönelik Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde de ifade ve işaret edildiği üzere, kadınla erkek arasındaki eşit olmayan güç ilişkisinin bir tezahürü olup kadınların birey olarak kendilerini geliştirmesinin önündeki en büyük engeldir.
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, “bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet” olarak tarif etmektedir
Kadının hayatına korku ve güvensizliği sokan şiddet, ister kamusal alanda isterse özel alanda meydana gelsin, yarattığı olumsuz sağlık sonuçlarının yanı sıra, kadının üzerinde baskı yaratarak haklarına erişimini ve gelişimini kısıtlamaktadır.
Kadına yönelik şiddet dünyanın her yerinde farklı şekillerde devam etmektedir. Sıcak çatışmaların yaşandığı birçok yerde kadınlar taciz, tecavüz, cinsel organların tahribi gibi cinsel şiddetin birçok biçimine maruz kalmaktadırlar. İkinci Dünya Savaşında ve Kore’de kadınlar “cinsel tutsaklığa” mahkum edilmiştir. 1971 de Bangladeş’te savaş sırasında 250 – 400 bin kadının ırzına geçilmiş, buna bağlı 25 bin gebelik oluşmuştur. Bosna Hersek’te 20 binden fazla kadına tecavüz edilmiştir.
Dünyada her 10 kadından 4’ü yaşamı boyunca fiziksel ve/veya cinsel şiddete uğramaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2005 yılında 10 ülkede 24 bin kadınla görüşülerek yapılan araştırmaya göre, kadınların partnerleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalma oranı %13-61, cinsel şiddete uğrama %6-59, duygusal şiddete uğrayan kadınların oranı ise %20-75 aralığında değişmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde kadınların %40 ila %50’sinin işyerinde cinsel tacize maruz kaldığı belirtilmektedir.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 2008 yılında yapılan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”na göre eşi veya birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı % 39, cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı % 15,3 ’tür. Fiziksel veya cinsel şiddetin birlikte yaşanma yüzdesi 41,9’dur. Kadınların %43,9’u hayatının herhangi bir döneminde duygusal şiddete maruz kalmıştır. Yine kadınların %37’si gelir getiren bir işte çalışmasına eşi veya birlikte yaşadığı kişi tarafından engel olunduğunu, %4’ü ise gelirinin eşi veya birlikte yaşadığı kişi tarafından elinden alındığını bildirmiştir.
“Yüzlerce kadın; babalarından, kocalarından dayak yiyor, namus gerekçe gösterilerek katlediliyor. Sendikasız, sigortasız, iş güvencesiz bir biçimde çok düşük ücretlerle sağlıksız ortamlarda çalıştırılıyor. Hergün defalarca, kadın olduğu için aşağılanıyor, sömürülüyor. Emeği erkek emeğine rakip ve ucuz iş gücü olarak görülüyor. Erkek egemenliğine dayalı kapitalist burjuvazi kadının ev içi emeğini hiçe sayıyor ve kadınlar toplumun en yoksul kesimini oluşturuyor.
“Kadınların mağduriyetlerini gizlediği herkesçe biliniyor. Gururundan, utancından, gideceği yeri olmadığından, maddi olarak kocasına bağlı olduğundan, şikayet etse bile dönüp aynı çatı altına gireceğinden ve bunlara bağlı olarak daha fazla şiddete maruz kalabileceğinden endişe etmesi, onu susmaya zorluyor. Şiddet uygulayana verilen cezaların yetersiz olması ise bu suskunluğu adeta pekiştiriyor. Tabii ki, buna bir de alışılmış çaresizliği ekleyebiliriz. Şiddetin önlenmesinde ne dijital kelepçeler ne de prangalar engel olabiliyor.
1979 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) imzaya açılmış ve 20 ülkenin imzasıyla 1981 yılında yürürlüğe girmiştir. En son ülkemizde 4320 sayılı Kanun’un uygulanmasında yaşanan sıkıntılar nedeni ile kapsamının genişletilmesi için “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” hazırlanarak, 9 Mart 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda oy birliği ile kabul edilmiş; 20 Mart 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu güne kadar yapılan yasal düzenlemelere karşın kadına yönelik şiddetin önlenmesinde istenilen noktaya ulaşıldığını söylemek mümkün değildir. Kadına yönelik şiddetin temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılığı yatmaktadır. Kadınlar eğitim, sağlık, çalışma hayatına ve karar alma mekanizmalarına katılım gibi pek çok alanda ayrımcılığa uğramakta, toplumsal kaynaklardan eşit olarak yararlanamamaktadır. Karşı karşıya kaldıkları ayrımcılık, kadınların özgüvenlerini azaltmakta, onları bağımlı bir birey haline getirerek baskı altına almakta ve şiddete karşı daha korunmasız hale getirmektedir. Kadınların şiddete maruz kalmaları ise, kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda güçlü bir şekilde yer almalarını engelleyerek hem toplum için hem de kadınlar için bir kısır döngü oluşturmaktadır. Sorunun çözümü için toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması, öte yandan kadına yönelik şiddetle güçlü önlemlerle mücadele edilmesi gerekmektedir. Önemli olan yalnızca yasal düzenlemelerin yapılması değil, uygulanması; daha da önemlisi konunun ve haklarının kadınlar tarafından bilinmesi ve sahiplenilmesidir. Bu çerçevede tüm sektörlere önemli görevler düşmektedir.
Kadına karşı şiddeti durdurabilmek için büyük ölçekli bir eylem planına ihtiyaç vardır. Öncelikle farkındalık oluşturma faaliyetleri, mağdur destek hizmetleri, iyi eğitilmiş kolluk kuvvetleri ve sivil toplumla işbirliğinin önemi ortadadır. Bunların yapılabilmesi için eşitlikçi bütçe şarttır. Eşitlikçi bütçe, kamu kaynaklarının kadınların özgül ihtiyaçlarını gözeterek dağıtılması demektir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için ellerimizi ve yüreklerimizi birleştirelim
Kadına yönelik şiddetin her türüne karşı mücadele edilmesi bir insanlık görevidir
Afyon Kadın Platformu olarak “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olan bugün, en başta kadına yönelik şiddet olmak üzere şiddetin her türlüsünü lanetlediğimizi ve şiddetle mücadelede kararlı olduğumuzu bildirir, kadına karşı şiddet kullanımının ortadan kaldırılması için gerekli yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılmasını talep eder, bu konuda mücadele eden tüm kadınları ve kadın kuruluşlarını saygı ve dayanışma duygusuyla selamlarız.
Saygılarımızla
Afyon Kadın Platformu