Türkiye gene kendi içine kapandı. Daha doğrusu da kapanmak durumunda kaldı. Daha dün Uludere hatası, onun ardından Başbuğ’un tutuklanması ve bu konu ile ilgili ardı ...

Gözden kaçırmayın

ERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYORERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYOR

Türkiye gene kendi içine kapandı. Daha doğrusu da kapanmak durumunda kaldı. Daha dün Uludere hatası, onun ardından Başbuğ’un tutuklanması ve bu konu ile ilgili ardı arkası kesilmeyen spekülasyonlar!.. Ve şimdi de Fransa’da, Ermeni tasarısının senatoda görüşülmesi arefesinde Hrant Dink davası!..   İşte böyle, Türkiye’nin ayağına bağlanmış çeşitli ağırlıklar, onu sürekli kendi açmazlarına kilitliyor, mahkûm ediyor. Amerikalı bir densiz kalkıyor Türkiye’nin NATO’dan ihracını talep ediyor. Dış politikanın ağır yükü Türkiye’yi her geçen gün yoruyor, Sanayi Bakanı da Türkiye üzerinde örtülü operasyonlara işaret ediyor. Fakat ne Türkiye, ne siyasi kurumlar, ne de entellektüel zeminler bu tür konulara kafa yoramıyor, zihni mesâi sarf edemiyor. Varsa yoksa iç meselelerde yoğunlaşıyoruz, yoğunlaşmak durumunda kalıyoruz. Kuşkusuz böyle bir sıkıntı ile ilk defa karşılaşıyor değiliz. Yıllardan beri hemen her mesele böyle!.. Bu bazan anarşi ve terör dolayısıyla böyle oluyor, bazan da ihtilâl, darbe veya dozajını kaçıran siyasi rekabetler biçiminde!.. Her biri de bizi aylar, yıllar boyunca meşgul ediyor, bizi histerilerinin esiri sınıflara döndürüyor. Yani takıntılı yaşamak gibi bir psikolojiden başka bir şey değil bu. Böyle bir ruh halinin toplumu iyice gerdiğini, yapılacak en öncelikli işin de rakiplerimizi tasfiyeye varıp dayandığını inkâr edebilir miyiz? Tabii iş bu noktada kalsa ne ise!.. Fakat iş burda kalmıyor. Burdan da, olduğu gibi uluslararası basına transfer edilerek, dışarıda Türkiye’nin imajı ile nasıl oynandığını varın siz hesap edin!.. PKK meselesinin, Hrant Dink veya Oda TV yargılamalarının kadına şiddet veya kuma tarzı evliliklerin, bazan da amacını aşan Ergenekon tartışmamlarının, dışarıya nasıl bir mübâlağa ile aksettirildiği bilinmeyen bir husus değildir. Buna karşılık Türkiye’nin dünya kamuoyuna olumlu yansıyan, bizi sevindiren daha farklı bir imajı da yok değildir. Ekonomik göstergelerin olumlu seyretmesi, hemen her yıl ihracatımızın kademeli bir şekilde artması, çevre ve bölge ülkeleri nezdindeki itibarımız, daha da önemlisi önemli uluslararası problemlerde görüşümüze itibar edilmesi!.. İşte Türkiye’nin bu yöndeki itibar yüksekliğini hazmedemeyen iç veya dış çevreler mevcut. Bunlar, devamlı olarak dayanışma içinde çalışıyorlar. Nerde olumsuz bir gelişme var onu arayıp buluyor, onu uluslararası medyaya taşıyorlar. Türkiye’nin İsrail’le bozuk giden ilişkilerini de buna eklerseniz, ilgili musevi çevrelerin ve onların kontrolündeki medyanın zaafımıza ilişkin haberleri nasıl bir mübâlağa ile sunduğunu siz de tahmin edebilirsiniz. Dolayısıyla Avrupa Birliği içine çöreklenmiş bazı gruplar, ABD merkezli neo-con gruplar ve bir de tabii Ermeni-Rum lobileri, Türkiye’ye karşı PKK’yı bir silah olarak kullanan çevreler vs. Hal böyle olunca, düşmanı dostundan fazla bir ülke olduğumuz sonucuna varmak zor olmamalıdır. Türkiye’nin başarısından, ekonomik gücünden, devâsa nüfusundan ve toprak büyüklüğünden kan ağlayan, hınç bileyen sınıflar!.. Bütün bunlara bakarak da fazlaca dökülüp saçılmamak gerekiyor. İç problemlerimizi mümkün olduğunca sükûnetle halletmek, ne kadar haklı olursak olalım gene de yangına körükle gitmemek şarttır. Burada önemli olan, haklı bile olsak, ağzımızdan çıkan bir sözün iltibasa mahal verip vermediğidir. İltibasa mahal vermemek ve amacımız dışında muhataplarımızı tahrik etmemek!.. Aynı zamanda da tarafı olduğumuz bir problemin uluslararası basın için malzeme teşkil edip etmediğini ölçüp tartmak!.. Bu sözlerim sırf siyasi heyetler, kamuoyu önünde retorik paralayanlar için geçerli değil!.. Aynı zamanda siyaset dışı sınıflar için de geçerli. Meselâ askerler ve hukukçu sınıflar!.. Şimdi, siz bu satırları okuyan okuyucular, belki hatırlamazsınız. Hrant Dink’in öldürüldüğü tarih, nasıl bir zamana denk getirilmişti? Bunu nerden hatırlayacaksınız!.. ABD meclislerinde, aynen Fransız senatosunda olduğu gibi Ermeni soykırım tasarısı görüşülecek, böylece de Türkiye uluslararası arenada köşeye sıkıştırılacaktı. Tarih de az biraz daha ileride ve meselâ mart ayında tasarı oylanacak. İşte o tasarıya somut bir gerekçe üretmek kasdı ile hareket ediliyormuş gibi, Hrant Dink o oylamanın arefesinde öldürülüverdi. Hem Ermeni, hem de basın görevlisi!.. Peki bu takvimi ayarlayanlar kim? Asker ve polisin içindeki gayrı siyasi sınıflar değil mi? Nitekim işte şimdi de benzer bir süreç Fransa’da yürürlükte!.. Fransız senatosu bu meseleyi görüşecek ve bir karara bağlayacak. Garabete bakın ki ilgili dava, gene böyle bir arefeye denk düşüyor. Kuşkusuz bunun bir tesadüf olduğunu ümit etmek istiyoruz. Fakat her türlü resmi görevlilerin bu işlere biraz kafa yorması gerekmiyor mu? Hiç olmazsa Batılı yargı kurumlarının Türkiye ile ilgili davaları nasıl sonuçlandırdığına bakın da biraz hizaya gelin lütfen!.. Not: Yazarımızın dün bu köşede yayınlanan yazısında yer alan “BDP’li Destici” ifadesi, “BBP’li Destici” olacaktır. Yazarımızdan ve okuyucularımızdan özür dileriz.