AK Parti Afyonkarahisar Milletvekili, eski Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel EROĞLU, "Ülkemizde su durumu, yağışlar, kuraklık ve suyun yönetimi" ile ilgili bir açıklama yaptı.

Gözden kaçırmayın

Düzen Getiren Çamaşır Makinesi DolaplarıDüzen Getiren Çamaşır Makinesi Dolapları

AK Parti Afyonkarahisar Milletvekili, eski Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel EROĞLU, "Ülkemizde su durumu, yağışlar, kuraklık ve suyun yönetimi" ile ilgili bir açıklama yaptı.

İŞTE O AÇIKLAMA:



Türkiye, yarı kurak iklim bölgesinde olan bir ülke olup, yağışlar, mevsimlere ve bölgelere göre farklılık gösterir. Karadeniz Bölgesinde ortalama yıllık yağış miktarı 2.500 mm iken,
İç Anadolu Bölgesinde Konya, Karapınar civarında 250 mm’ye kadar düşmektedir. Özellikle son yıllarda kendini daha fazla hissettiren küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri de Türkiye’dir. Bu sebeple ülkemizde su kaynaklarının sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde yönetimi, son derece büyük ehemmiyet arz etmektedir.


Öncelikle Türkiye geneli yağışlar ile alakalı genel bir değerlendirme yapılacak olursa, hidrolojik bakımdan ülkemizde 1 Ekim ile 30 Eylül tarihleri arası “Yağış Yılı” olarak kabul edilir. Misal olarak 1 Ekim 2019 ile 30 Eylül 2020 tarihleri arası bir yağış yılıdır.

Ülkemizin genel yağış ve su durumuna kısaca göz atacak olursak;
 

  • Ülkemizde uzun yıllar yağış ortalaması 574 mm’dir.
  • Ülkemize düşen toplam yağış miktarı 450 milyar m3 olarak ölçülmektedir.
  • Yıllık toplam kullanılabilir su miktarı ise 112 milyar m3 olarak tahmin edilmektedir.
  • Türkiye’nin nüfusu hâlihazırda takriben 83.155.000’dir.
  • Dolayısıyla kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.347 m3’tür.
Yukarıdaki bu değerleri incelediğimizde Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığı görülebilir. Ülkemizin su kaynakları, tek elden çok iyi bir su yönetimi ve işletmesiyle ancak kendi kendine yetebilecek durumdadır.

Türkiye’nin içinde bulunduğu yarı kurak iklim bölgesini ve su kaynaklarımızın durumuna baktığımızda, bizim suyumuzu her bir damlasına kadar akıllıca ve sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde değerlendirmemiz gerekmektedir. Yani bu tablo bize Türkiye’de baraj, gölet gibi su biriktirme yapılarının yapılmasının bir zaruret olduğunu göstermektedir.

Ülkemizde yağışlar, daha çok kış aylarında olurken yaz aylarında nispeten daha az veya hiç yağış olmamaktadır. Su kullanımımıza baktığımızda ise, sarfiyatımızın büyük bölümü yaz aylarındadır. Çünkü yaz aylarında sulama söz konusudur ve suyun büyük bölümünü sulamada kullanıyoruz. Ayrıca insan ve sanayi suyu ihtiyacı yaz aylarında daha fazladır. Bu sebepten dolayı, baraj ve göletleri inşa ederek, kışın ve ilkbaharda yağan kar ve yağmur sularını biriktirmek suretiyle, ihtiyacın fazla olduğu yaz aylarında kullanılabilmektedir.

Biz, bu sebeple Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde son 18 yılda çok sayıda su yapıları inşa ettik. Ülkemizin dört bir yanını ilmek ilmek dokuyarak bütün su kaynaklarını, vatandaşımız için değerlendirme gayreti içinde olduk. Şayet bu su yatırımları yapılmamış olsaydı, bugün içinde bulunduğumuz durumun boyutu tahmin edemeyeceğiniz kadar çok daha vahim bir durum olabilirdi. AK Parti Hükümetleri olarak son 18 yılda takriben 255 milyar TL maliyetinde su yatırımı gerçekleştirerek 8.695 tesisi Aziz Milletimizin hizmetine sunduk. Bu tesislerin;
 
  • 600’ü baraj,
  • 423’ü gölet ve bent,
  • 590’ı ise hidroelektrik enerji santrali
  • 1.457’si sulama tesisi,
  • 262’si içmesuyu tesisi,
  • 21’i atıksu arıtma tesisi,
  • 5.089’u taşkın koruma tesisi,
  • 253’ü toplulaştırma tesisidir.
Ülkemizde 2019 yılında tüketilen su miktarı 57 milyar m3 olup, bu suyun %77’si olan
44 milyar m3’ü sulamada, %23’ü olan 13 milyar m3’ü ise içme, kullanma ve sanayi suyunda kullanılmaktadır.


Ülkemizin yıllık aldığı yağışlara da kısaca bakmakta fayda var. 1 Ekim 2019 – 30 Eylül 2020 tarihleri arasındaki yağış yılına baktığımızda Türkiye geneli yağışlarında normal kabul ettiğimiz yani uzun yıllar ortalamasına göre sadece %3,7’lik bir azalma olduğu görülmektedir. Yağışlarda görülen bu azalma oranı büyük bir azalma olarak değerlendirilemez.

Bölge bölge değerlendirecek olursak; yağışların en fazla azaldığı bölgeler Marmara, Ege, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi olduğu görülmektedir. Uzun yıllar ortalamasına göre Marmara Bölgesinde %15,7, Ege Bölgesinde %14,2 azalma görülmüştür. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ise bu seneki su yılında yağışlarda artış olmuştur. Uzun yıllar ortalamasına göre Güneydoğu Anadolu Bölgesinde %18,3’lük artış söz konusu olmuştur.  

Ülkemizde geçmiş yıllar yağış verilerini incelediğimizde ortalama 7 yılda bir orta şiddette, 19 yılda bir ise çok şiddetli kuraklık vuku bulmaktadır. Son 50 yılı değerlendirirsek misal olarak 1973 yılında ülkemiz büyük bir kuraklık yaşamıştır. Daha sonra 1989 yılında ve benim İSKİ Genel Müdürü olduğum 1994 yılında başka bir büyük kuraklık vuku bulmuştur. Yine 2001, 2007 ve 2017 yılında da kuraklıklar yaşanmıştır.

Kuraklık meteorolojik bir hadisedir. Hatta kuraklık artık tabii afetler sınıfına da girmektedir. Fakat burada asıl olan bu kuraklığın nasıl yönetildiği ile ilgilidir. Tam da bu noktada biz özellikle 1994 yılından sonra İstanbul’da ve daha sonra 2003 yılından itibaren bütün Türkiye’de suyu çok iyi bir şekilde yönettiğimizi ifade etmek istiyorum. Çünkü ister içmesuyu, ister sulama suyu maksadıyla olsun tek bir kaynaktan su sağlıyorsanız o zaman her hangi bir optimizasyon söz konusu değildir. Ama özellikle İstanbul’da olduğu gibi, Avrupa yakasında 7 tane Istranca Barajları, Büyükçekmece Gölü, Alibeyköy Barajı, Sazlıdere Barajı, Terkos Gölü ve Anadolu Yakasında Elmalı Barajı, Ömerli Barajı, Darlık Barajı, Şile Keson Kuyuları, Yeşilçay Sistemi ve Melen Sistemi gibi çok sayıda kaynaktan su sağlıyorsanız, o kaynakları yönetebilmeniz için iyi bir optimizasyon yapmanız gerekir. Bu şekilde çok sayıda kaynaktan şehre su veriyorsanız bu kaynakları en iyi şekilde yönetmeniz çok önemlidir. Aksi takdirde bir yerde fazla su varken, başka bir kaynakta su tükenir ve neticede o bölgenin beslediği alan susuz kalır.

İSKİ Genel Müdürü olduğum dönemde, İstanbul’un su kaynaklarını en ideal şekilde yönetebilmek için çok ileri bir optimizasyon programı hazırlayarak şehre sürekli su sağladık. Bu program sayesinde özellikle kurak dönemlerde suyu çok iyi bir şekilde yönettik. İSKİ Genel Müdürü olduğum 5 Mayıs 1994 tarihinden 8 ay sonra yani 1 Ocak 1995 saat 08.59’dan itibaren su kesintilerini kaldırdık. O tarihten itibaren İstanbul’a hiçbir zaman su kesintisi yaşatmadık. Hâlbuki 2007 yılında büyük bir kuraklık olmuş ve şehirde ciddi bir su sıkıntısı yaşanma ihtimali vardı. Ama biz yaptığımız planlamalar ve kullandığımız optimizasyon programı ile bu su sıkıntısını İstanbullulara hissettirmedik. Yine 2017 yılında da kuraklık vuku buldu ancak, biz bunu vatandaşlarımıza hissettirmeden aştık. Dolayısıyla iyi bir işletme ve su kaynaklarının planlı yönetimi ile kuraklıklar yönetilebilir. Dolayısıyla daima bir iki yıl öncesinden hazırlık yapılarak kuraklığı aşmak için A, B, C planları yapılmıştır. Bu maksatla bilhassa Büyükşehirler için tarafımdan ilk defa İSKİ’de hazırladığım “Su Tahmininde Ötelenmiş Veysel Eroğlu Tahmin Metodu” kullanılmıştır. Böylece bir yıl sonraki muhtemel durumlar önceden tahmin edildiği için gerekli tedbirler alınmıştır. Hatta Bakanlığım döneminde sulama barajları ile ilgili olarak da bir yıl öncesinden bütün paydaşlarla toplantılara yapılarak tedbir alınırdı. Burada suyun tek elden ve aynı zamanda bu işi bilen ehliyet ve liyakat sahibi kişiler tarafından yönetilmesinin önemini vurgulamak istiyorum.

Her konuda olduğu gibi, su konusunda da tabi ki tasarruf yapılması icap eder. Ancak biz vatandaşlarımız endişeye kapılmasın diye hiçbir zaman “tasarruf yapın” diye bir talepte bulunmadık. Çünkü vatandaş geçmişte, özellikle 1994 öncesi büyük su sıkıntısı yaşadığı için su kesintisine karşı büyük bir rahatsızlığı vardı. Zaman zaman kuraklık olmasına rağmen, biz hiçbir dönemde psikolojik bir etkisi olmaması için “suyu keseceğiz, su sıkıntısı var, suyunuzu tasarruflu kullanın” şeklinde açıklama yapmadık. Vatandaşlarımızı rahatlatmak esastır. Kuraklık olabilir ama vatandaşa sürekli ve istenilen evsafta su temin etmek yönetimin vazifesidir, vatandaşın değildir. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum.

Son zamanlarda kuraklıktan söz edilmesinin sebebi şudur: Bilhassa 1 Ekim 2020 tarihinde başlayan yeni su yılında, 25 Aralık tarihine kadar takriben 3 aylık dönemde Türkiye geneli yağışlarda uzun yıllar ortalamasına göre %46,7 nispetinde bir azalma söz konusu olmuştur.
İç Anadolu Bölgesi ve Karadeniz Bölgesinde bu azalma biraz daha fazla görülmüştür.
İç Anadolu Bölgesinde %57,2 ve Karadeniz Bölgesinde %49,5’lik azalma vardır. Netice olarak vatandaşlarımız bu durumdan dolayı endişe etmişlerdir. Ancak geçmişteki su yıllarına baktığımızda 1973, 1989, 1994, 2001, 2007 ve 2017’de yaşanan kuraklığın şiddeti bu seneki su yılına göre daha fazlaydı.  


Üç büyük ilimizdeki yağışlara baktığımızda ise 1 Ekim 2019 – 30 Eylül 2020 Su Yılı yağışlarında uzun yıllar ortalamasına göre İstanbul’da %11,1 nispetinde bir azalma olmuştur. Ankara’da %12,2 ve İzmir’de ise %11 azalma söz konusudur. Yağışlarda yaşanan bu azalma kolaylıkla yönetilebilir oranlardır. Çok iyi bir işletme neticesinde yağışlarda ki azalma vatandaşlarımıza hissettirilmeden yönetilebilir.

Biz göreve geldiğimizde, İstanbul ve 76 şehrimizde içme ve kullanma suyu sıkıntısı vardı. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanımızın, “Su Medeniyettir” sözünden hareketle ilk iş olarak şehirlerimizin içmesuyu problemini çözmek için kolları sıvadık. Bunun üzerine benim DSİ Genel Müdürlüğüm ve Bakanlıklarım döneminde bütün Türkiye’nin su mes’elesini masaya yatırdık. Hatta sadece ülkemizde değil KKTC’nin ve Afrika’da bazı yerleşim yerlerinde dahi içmesuyu mes’elesini çözmek için çok büyük bir hamle yaptık.

Şehirlerimizin içmesuyu mes’elesini çözmek için çok kapsamlı bir master planı hazırladık. Hatta hazırladığımız bu master planını önce müşavir firmalara hazırlatmak istedik ancak bizden çok yüklü bir para ve 3 yıllık uzun bir zaman talep ettiler. Fakat bizim kaybedecek tek bir dakikamız bile yoktu. Bunun üzerine bu işin uzmanı olarak ben ve benim başkanlığımda bir ekiple 6 ay gibi kısa bir sürede bütün Türkiye’nin İçmesuyu Eylem Planını hazırladık. Her bir ilimizin yer aldığı eylem planında büyük hedefler ortaya koyduk. Şehirlerimizin gelecekteki en az 30 yıllını, 40 yılını ve hatta 50 yılını dikkate alarak planlarımızı hazırladık. Her bir şehrimizi ayrı ayır ele alarak gelecekteki muhtemel nüfusunu, sanayi gelişimini, su kaynaklarının uzun yıllar akım miktarını ve kurak dönemleri de dikkate alarak bir projeksiyon ortaya koyduk. 2008-2012, 2010-2014 ve 2013-2017 yıllarını kapsayacak şekilde üç defa 81 İl Merkezinin İçme, Kullanma ve Sanayi Suyu Eylem Planını hazırladık.

Hazırlamış olduğumuz Eylem Planında şehirlerimizin içmesuyu ihtiyaçlarını öncelik sıralamasına göre belirleyerek uygulama çalışmalarına geçtik. Baraj, gölet, isale hattı, içmesuyu arıtma tesisi, su hazneleri, terfi merkezleri gibi bütün tesisleri inşa ettik. Son 18 yılda toplam 262 içmesuyu temin tesisi inşa ederek bütün illerimizde içmesuyu mes’elesini kökünden çözdük. Takriben 45 milyon vatandaşımıza ilave içmesuyu sağladık.

Kars’tan Edirne’ye, Şırnak’tan İzmir’e, Mardin’den Afyonkarahisar’a, Çankırı’dan Şanlıurfa’ya, Hatay’dan Sinop’a, Gaziantep’ten Bursa’ya, Aydın’dan Van’a, Erzurum’dan Konya’ya kadar ülkemizin dört bir yanına içmesuyu götürdük. Şehirlerimizin içmesuyu mes’elesini çözmek için kilometrelerce öteden aldığımız suyu, dağları tünellerle delerek dev iletim hatlarıyla şehirlerimize ilettik.

Sadece su kaynaklarının inşası değil, özellikle su kayıplarının azaltılması için muazzam altyapı tesislerini de inşa ettik. Misal olarak 1994 öncesi İstanbul’da elek gibi olmuş şebekelerdeki su kayıpları %65 idi. Biz bütün şebekeyi ileri teknoloji ile imal edilmiş borularla yenileyerek takriben 20.000 km hat döşedik ve bu oranı %25’e düşürmüştük. Ancak şunu üzüntü ile ifade edeyim; Belediyelerimizin özellikle içmesuyu şebekelerini yenileme konusunda gayret göstermediklerini müşahede ediyorum. Hatta bir keresinde “Festival yapacakları yerde su şebekelerini yenilesinler.” şeklinde bir beyanatım olmuştu. Bakanlığım döneminde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, bu konuda yönetmelik de hazırlamıştı.

Ülkemizde ilk defa entegre su yönetimi sistemini uyguladık. Yani geçmişte her bir yerleşim yeri için ayrı tesis kurulurken biz entegre su yönetimi ile aynı tesisten pek çok yerleşim yerine içmesuyu sağladık. Misal olarak Çankırı’da inşa ettiğimiz Güldürcek Barajından, Çankırı şehir merkezine ve ilçeler ile 30 yerleşim yerine birlikte su verdik. Bu uygulama Türkiye’de bir inkılaptır. Yine Marmara Bölgesinde nüfus yoğun olduğu için Düzce’den başlayarak Bulgaristan sınırına kadar olan Sakarya, Kocaeli, Yalova, İstanbul, Tekirdağ ve Kırklareli, illerini de içine alan entegre su yönetim planı hazırladık. Bu entegre planın büyük kısmını hayata geçirdik, bir kısmının da projeleri hazırlanmış olup, onlar da zamanla hayata geçirilecektir diye düşünüyorum.

Burada özellikle belirtmek istediğim bir husus, kuraklık ilk defa vuku bulan bir hadise değildir. Ülkemizde geçmişte de pek çok defa kuraklık yaşanmıştır. Ortalama 7 yılda bir orta şiddetli kuraklık, 19 yılda bir de büyük şiddetli kuraklık yaşanmaktadır. Kur’an-ı Kerimde Yusuf Suresinde bu durum “Bolluk yıllarından sonra 7 kıtlık yılı geleceği” şeklinde ifade edilmektedir. Burada asıl olan bu kuraklıklara karşı tedbir almaktır. Ben Bakanlıklarım döneminde sadece içmesuyu için değil, sulama, sanayi suyu ve enerji üretimi için de her zaman A, B ve C planlarımızı hazırlardım. Bu planlara göre iyi bir su yönetimi sağlardık. Bir söz vardır, “At binicisine göre kişner” diye. Suyun yönetimi tek bir elden ve liyakat sahibi kişiler tarafından yapılabilecek hassas bir konudur.

Su canlı hayatının idamesi için elzem bir maddedir. Susuzluk çok büyük bir sıkıntıdır. Susuzluk, hem psikolojik, hem de salgın hastalıklar bakımından pek çok sıkıntıya sebep olabilir. Dünya Sağlık Teşkilatı, salgın hastalıkların %95’inin sudan kaynaklandığını belirtmiştir. Özellikle 1994 öncesi İstanbul’da susuzluğu yaşayan vatandaşlarımız bu durumu çok daha iyi bilirler. O dönem bu sıkıntıları yaşayan anne ve babalar lütfen yaşadıklarını evlatlarına anlatsınlar.

İçinde bulunduğumuz covid-19 salgınında şayet su olmasaydı temizlik nasıl yapılabilirdi. Şayet şehirlerimizde bu salgın döneminde içmesuyu problemi olsaydı, Allah korusun salgının boyutu tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük olurdu. Akademik, bürokrasi ve siyasi hayatımda yakından müşahede ettiğim bir konu da şudur: Özellikle su ve altyapı gibi vatandaşımızı doğrudan ilgilendiren çok önemli konuların ehemmiyeti yeterince anlaşılamıyor. Ne zaman ki bu konularda bir sıkıntı yaşanırsa o zaman bütün ülkenin gündemine geliyor.

Su hayatın her anında, bütün canlılar için hayati olan bir maddedir. Su yoksa hayat yoktur. Nitekim uzay araştırmalarında bir gezegende hayat olup olmadığının anlaşılması için önce suya bakılıyor. Bu sebeple su ile alakalı hizmet yapanlar çok önemli ve ulvi bir vazifeyi yerine getirirken, bu alanda vazifesini yerine getirmeyenler için de büyük bir mes’uliyet söz konusudur.

Prof. Dr. Veysel EROĞLU