Ülkemiz bu gün yaşadıklarımızın bir benzerini de İkinci Dünya Harbi esnasında yaşamış, o gün işbaşında bulunan İsmet İnönü’nün takdire şayan politikaları ve manevraları ile Türkiye fiilen İkinci dünya harbine girmeden belayı teğet geçmişti. Ülkemizin etrafında hızlanan olaylar herkes tarafından endişeyle izleniyor. Bazıları gelişen bu olayları sadece televizyon haberleri veya internet fantezileri olarak algılıyor ama aniden belanın kapımızı çalıp ülkemizi, hanemizi viraneye çevirebileceğini hala algılayamıyor. Çok eskiye gitmeye gerek yok, yaşı genç insanlarımızın bile şahit olduğu gibi Suriye ve Irak gözümüzün önünde mahvoldu. İnsanlar evini barkını terk edip kaçtı, mülteci konumuna düştü, aç kaldı, açık kaldı, kaçamayanlar öldürüldü, şeref ve namusları ile oynandı ve şu an dahi her an ölüm tehlikesi karşısındalar. Dünya ise sadece konuşuyor ve seyrediyor! Bölge tarihinin kritik bir dönemecindeyiz. Karşımızda bilinmeyen denklemler, ilişkiler, oyunlar, provokasyonlar adeta çözdükçe karışan bir bela yumağı var. İçine girilen belirsizliğin bölgeyi nereye götüreceğini bilmiyoruz, her taraf toz duman, kan ve barut kokusu. Ölen yaralanan insanlar, yıkılan evler, yuvalar, evini yurdunu terk eden aç biilaç mülteciler.. Çökmüş düzen, güvenliği kalmamış şehirler, örgütlü ve örgütsüz haydutların, anarşistlerin ve zorbaların cirit attığı can, mal, ırz namus güvenliğinin kalmadığı bir bölge. Bu bölgede Işid, sürpriz bir şekilde dünyaya meydan okurcasına Irak ve Suriye topraklarında büyükçe bir kısımda hâkimiyet kurarak hala ilerleme yolunda. Resmen yanında bir tek devlet olmamasına ve ABD ve Batı dâhil Ortadoğu’daki pek çok devletin karşı olmasına rağmen durdurulamamakta, sadece hava operasyonları yapılmaktadır. İzale edilebilmesi için kara operasyonu gerektiği ifade ediliyor ama ABD dâhil hiçbir devlet askerini araziye sürmek istememekte, bunu Türkiye’nin yapmasını istemekteler. Türkiye ise burnunun dibindeki bu karmaşık ve tuzaklarla dolu alana girmek istememektedir. Bu serencamı ayrı bir yazı ile detayları ve nedenleri ile anlatacağım. Meramım bunları anlatmak değil. Medyadan herkes canlı olarak perişanlığı görüyor. Görülmeyen şey Türkiye’nin bu günkü yöneticileri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun bu beladan Ülkemizi en az zararla nasıl kurtarırız çabalarıdır. Kolay değil, bu gün etrafındaki hercümercin içinde, adeta bir refah adası gibi duran seksen milyonluk koskoca Ülkemizin, bir anda orman yangınları gibi ateşlere salınıp yok edilmesi ve cehenneme dönmesi tehlikesi var. Bu sorumluluğu ve yükü taşımak kolay değil. Dağları taşları eritecek bir yük bu! Allah’tan kendilerine kolaylıklar ve muvaffakiyetler diliyorum. Bu ifadelerimin bir abartı olmadığını, biraz tarih okumuş, olayları samimiyetle gözleyenler farkındadır. An be an değişen ve hızla gelişen hadiseleri iç politik duygularla yorumlama kolaycılığına kapılanların beni ürküttüğünü ve hala durumun vahametini kavramadıklarını düşünüyorum. Sırf politik düşüncelerle Tayyip Erdoğan kaybetsin, Davutoğlu zora girsin veya Ak Parti iktidardan gitsin diye olmadık yorumları yapmaları hatta düşmana malzeme verir gibi beyanatlarda bulunmaları akla zarar, anlaşılabilir bir durum değil. Ülkemiz, güzel Türkiye’miz yangın yerine dönerse, kim bu ateşten kurtulabilir? Hepimizin aynı gemide olduğu unutulmamalı, iç politika ile dış politika birbirine karıştırılmamalıdır. Ülkemiz bu gün yaşadıklarımızın bir benzerini de İkinci Dünya Harbi esnasında yaşamış, o gün işbaşında bulunan İsmet İnönü’nün takdire şayan politikaları ve manevraları ile Türkiye fiilen İkinci dünya harbine girmeden belayı teğet geçmişti. Anadolu insanının CHP’yi ve İnönü’yü dine ve dindarlara yaptığı zulümlerden dolayı sevmediği gibi bizim ailede sevmez. Benim yetişmemde büyük emeği geçen Rahmetli büyük annem Hacca Molla, hem jandarmadan çok korkar, hem de çocuklara Kur’an öğretmekten geri durmazmış. Ama asıl konumuz bu değil. Bir insan yüzde yüz yanlış yapmaz veya yüzde yüz doğru yapmaz. Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir diye boşuna söylememişler. Bence İnönü’nün en hayırlı işi bu olmuştur. Her ne kadar sevmesek de hakkı teslim etmek en azından görevimizdir. İkinci Dünya Harbi sırasında Trakya’da askerliğini yapan Rahmetli Babam “çok zor şartlarda askerlik yaptık, çok açlık çektik. Atların, kadanaların yemine küspesine ortak olduk ama çok şükür harbe girmedik. İnönü’nün bu iyiliği unutulmaz” derdi. Ülkeyi açlığa ve yokluğa duçar ettiği söylenen İnönü’nün, “belki sizi unsuz bıraktım ama öksüz bırakmadım” dediğini büyüklerimiz kafiye ile anlatırdı. Atatürk’te bile olmayan yetkilere sahip Milli Şef İsmet İnönü, kısa süre sonra kendisini İkinci Dünya savaşının ateş çemberinde buldu. İktidarı elinde tutan siyasi ve askeri elit kadro, İttihat Terakki maceralarını, Birinci Dünya Harbini ve Kurtuluş savaşını yaşamış tecrübeli Osmanlı dönemi Paşaları ve bürokratları idi. Bu tarihsel birikimle, dış politikada daha dikkatli ve ihtiyatlı olmayı, ne pahasına olursa olsun bu savaşın dışında kalmaları gerektiğini, harbin ülkeyi büyük bir yıkıma uğratacağını, hatta istiklalini dahi tehlikeye düşürebileceğini idrak ediyorlardı. 01 Eylül 1939 da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla başlayan savaş kısa sürede yayılmış 40–60 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Dikkatinizi çekmek için tekrar ediyorum, ortalama rakamla Elli milyon kişinin ölümünü ve hesaba gelmeyen yaralı, dul ve yetim kalanları, açlığı sefaleti, canından bezmiş insanları düşünürsek ne kadar büyük bir facia ve acımasızlık yaşanmıştır. İsmet İnönü, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin tarafsızlığı üzerine politika belirlemiştir. Savaşın sonucunda kimin kazanacağı belli olmadığından dış gelişmeler karşısında aceleci olmamış, baskılara karşı muhataplarını oyalayarak zaman kazanmaya çalışmıştır. Bu arada Türkiye seferberlik durumuna geçmiş, her ihtimale karşı askeri gücünü hazır tutmuştur. Üretici kesimin de silah altına alınmasıyla üretim düşmüş, iç ve dış ticaret durgunlaşmış, Türkiye’nin ekonomik sorunları büyümüştür. 1945’te Yalta Konferansında yeni kurulacak Birleşmiş Milletlere 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar alınması üzerine Türkiye, 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya kâğıt üzerinde kalacak bir savaş ilan etmiş, herhangi bir kayba uğramamıştır. Zaten iki ay sonra da savaş bitmişti. Fakat Türkiye’nin savaş ta yürüttüğü temkinli politika, savaş sonrasında oluşan yenidünya düzeninde, Türkiye’yi büyük bir yalnızlığa itmiş, Sovyet tehditleri ve isteklerine maruz bırakmıştı. Bundan sonra destek bulmak üzere Batı dünyasına yaklaşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıpratmak için; “Erdoğan U dönüşü yaptı” veya “muhteşem yalnızlık” gibi kinayeli yorumları yapanlara o günkü ve bu günkü gelişmeleri tarihsel bir kronoloji ile sıraladığımızda ne yapılmak istendiği umarım anlaşılır. Sonraki yazımda İkinci Dünya Harbinin kronolojik ve çok kısa özetini anlatacağım. Pek çoğumuzun bildiği bu tarihi süreci özetlesem de belki uzunca olacak ama tekrar etmekte ve canlandırmakta yarar var. Maalesef tarih, bütün yanlışları ile tekerrür ediyor… Keşke televizyonlardan, İnternet haberlerinden ve Uluslararası Ajansların bu günkü tabirle algı operasyonları yürüten projelerinden, kafamızı kaldırıp bol bol okuyarak ibret almasını bilebilsek. Çocuklarımızın okuyarak bilgi sahibi olabileceklerini, bu günkü medyanın pek çok manipülasyon tuzakları ile insanları yönlendirmeye çalıştığını, emperyalistlerin değirmenine su taşıdıklarını anlatabilsek. 29.10.2014 HAKKI SEZEN [email protected]