EL İNSAF…rnrnrnDeprem Dede’nin önemli bir sözü vardı;rnrn“Deprem öldürmez, bina öldürür...” diye.rnrnNitekim, Van depreminde yine gördük ki;rnrnÇürük binalar altında kalan insanlar hayatlarını kaybetti.rnrnSağlam binalarda oturanlar felaketten ...

Gözden kaçırmayın

ERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYORERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYOR

EL İNSAF…
Deprem Dede’nin önemli bir sözü vardı; “Deprem öldürmez, bina öldürür…” diye. Nitekim, Van depreminde yine gördük ki; Çürük binalar altında kalan insanlar hayatlarını kaybetti. Sağlam binalarda oturanlar felaketten kurtuldu. Bir binanın yapılabilmesi için, en az 12 mimar veya mühendisin onayı gerekiyor. Ve inşaatlar temelden çatıya kadar yapı denetim firmalarının kontrolünde yapılıyor. Ancak; her isteyen müteahhit olabiliyor. Mühendis, mimar, tekniker olma gibi şartlar aranmıyor. Öte yandan: hiçbir kısıtlama getirilmediğinden, birçok kişide yapı denetim firması kurdu. Müteahhitlere, istedikleri yapı denetim firmasıyla çalışma hakkı verildi. Yani, müteahhit inşaatını denetleyecek yapı denetim firmasını kendisi seçiyor… Hata üstüne hata yapıldı; Devlet, hizmet bedelini indirince yapı denetim firmaları da, müteahhitlerin kendilerini seçmesi için fiyat kırmaya başladı. Müteahhitin niyeti bozuksa, demirden çimentodan çalacaksa, kendine göre denetim firması seçme imkanı doğdu. Aynı zihniyette olan denetim firmaları için, müteahhitlerde veli-nimet oldu. Dolayısıyla, yaşamı sürdürmek bir anlamda müteahhitin insafına kalıyor. “El insaf” mı demeli? ************ ŞEYTAN… Eminim ki, şeytanı gören olmamıştır. Bende hiçbir zaman görmedim, ama çocukluğumuzda şeytan aramızdan hiç eksik olmazdı. Mesela; yatağımızı ıslattığımızda ‘‘Şeytan yaptı” dediysek de ev ahalisinin yanıtı genelde ‘‘Uydurma, şeytan ne gezer?..” şeklindeydi. Tabakta yemek kaldığında ‘‘Bitirmezsen kısmetini şeytan yer” dediler. Şeytansız an geçmezdi. Anahtarlar mı kayboldu, uçları şeytan külahı biçiminde düğümlenmiş bir mendili sallaya sallaya dolanırdı birisi: ‘‘Şeytan aldı götürdü, satamadı getirdi…” İlkokulda elma resmini kopya çektiğimde, öğretmenimiz ‘‘Bunun kötü bir şeytanlık” olduğunu söylemişti. Ve arkadaşım tahtadan bağlamasıyla içinde şeytan olan türküyü çalıyordu: ‘‘Şeytan bunun neresinde…” İşte o sıralarda komşu kasabaya şeytan kovalayan hoca geldi. Bir eşeğin üzerinde, başı sarıklı, kara upuzun sakallı şeytan kovalayan hoca… Her gittiği kasabada eşeğin ipini bırakır, eşek hangi kapının önünde durursa o eve konuk olurmuş. Ama eşek bir tek fakirin evinin önünde durmuş değil, hep zengin evlerini seçiyor. Akıllı eşek… İpsiz olsa da mahmuzlarla eşeğe komut verildiğini, kim bilir kaç yıl sonra şeytanlık edip öğrendim. Şeytan kovalayan hoca, pencerelerini yastık tıkayarak kapattırdığı bir karanlık odada kasabanın dertli kadınlarını kabul edip, göbeklerine yazı yazmaya başladı. Böylece şeytanı kovalıyor, çapkın kocalar eve dönüyor, çocuğu olmayanların çocuğu oluyor, kaynanaların dili bağlanıyordu. Kasaba halkı mutlu, dualar mırıldanarak dolaşmaya başlamıştı. Öte yandan, avlunun duvarlarına tünemiş şeytan gibi çocuklar durmadan sırıtıyordu. Jandarma başçavuşu evi bastı… Genç ve güzel bir kadının göbeğine yazı yazarken yakalanan şeytan kovalayan hoca’yı içeri attılar. İfadesi alınırken başçavuş soruyordu: ‘‘Ne yapıyordun ulan öyle?..” ‘‘Şeytan kovalayan yazı yazdık…” ‘‘Peki o yalamak neydi?..” ‘‘Yanlış yazınca nasıl silinecek?..” Sonunda bu memleketin bazı çocukları şeytana tapmaya… Saçlarına deli şekiller vermeye, burnuna, dudağına küpe takmaya, orasına burasına dövme yaptırmaya garip garip giyinmeye başladılar.. Diğer taraftan; iş dünyasında, siyasette, şeytanlığın prim yaptığı, bazı masum görünen kişilerin giderek şeytanlaştığı bir ortam oluşmaya başladı… Tefeci Hüseyin, İbrahim Efendi, Damat Paşa gibi şeytanların yüzleri kızarmadan dolaştığı bir ortam… Şeytan dur…