Herşey birbirine bağlı seyrediyor, fakat nereye doğru seyrediyor? İşte onu hep beraber izliyor, gelişmeleri ona göre takip ediyoruz.     Fakat aynı zamanda durup düşünmenin de vaktidir. Hiç olmazsa bir yanımızın ya da bir grubun eylemden, sağa-sola lâf yetiştirmekten geri durup düşünmesi, gelişmeleri bir bütün halinde gözden geçirmesi gerekiyor. Çünkü şöyle geriye dönüp baktığımızda, çok cepheli ve birbirinden farklı problemlerle aynı anda uğraşmak durumunda kaldığımız görülür. Neler meselâ? Önce Fransız senatosunda Türkiye aleyhine çıkartılan karar!.. Başlangıçta verilen tepkilerin daha da artması beklenirken, Başbakan dikkat edilirse, hafiften frene basmış gibi bir hava veriyor. Yani tasarının ardından ilân edilmesi beklenen paket askıya alınmış gibi!.. Bize göre bu tavır yerindedir. Çünkü hiç olmazsa Fransız parlamentosundan 60 kişilik bir grubun yüksek yargıya başvurup vurmayacağının anlaşılması icabeder. Yani Başbakan’ın ihtiyatı sırf bu açıdan bile olsa yerindedir. Bu arada unutulmaması gereken husus, ne müttefikimiz Amerika’dan, ne de Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin herhangi birinden, Fransa’nın tutumuna ilişkin en ufak bir açıklama gelmemiş olmasıdır. Aynı şekilde AB organları da bütünüyle sükûta çekilmiş görünüyor. Belki bu noktada Türkiye’nin tek kazanımı, Azerbaycan’ın tutumunu eleştirmesi olmaktadır. Bu arada, Dışişleri Bakanı’nın hiç olmazsa Kuzey Afrika ülkelerini ziyareti bile düşünülememiştir. Çünkü Türkiye’nin meşgul olduğu sorunlar o kadar fazla ki, buna bile fırsat yaratılamıyor. Nitekim bu yazının kaleme alındığı sırada Davutoğlu, Fransa meselesini bir kenara bırakarak Moskova’ya uçmak durumunda kaldı. Moskova ziyaretinin mevzusu daha başka ve meselâ Suriye konusu ile ilgili. Bizim kanaatimiz, Esad’ın gidişi noktasında, az-çok bir konsensüs hasıl olmuş sayılır. Arap Birliği’nin Esad’a, yetkilerini yardımcısına devretmesi teklifi sadece onların değil Avrupa Birliği’nin, dolayısıyla da ABD’nin de görüşü!.. Bu konuda Türkiye’nin de aynı düşündüğünü söylemek zor olmamalıdır. İşte Davutoğlu Rus yetkililerle bu konuyu görüşecek ve aradan fazla bir zaman geçmeden de ABD’ye uçacak. Fakat bundan önce de Suriye konusunda, belki İran’la izah edebileceğimiz bir başka yaklaşım daha söz konusu. Esad başta kalmak üzere, kabinede başlangıçta dört, bilâhare bütüne yakını Müslüman Kardeşler’den oluşan bir geçiş hükümetinin kurulması!.. Bu görüşmelerin Türkiye’de yapıldığını yazmıştım. Şimdi bütün bunlar aşıldı ve Suriye’de önümüzdeki Şubat ayında ya önemli bir referandum, ya da seçim benzeri bir gelişme bekleniyor. Böylece de toplumsal aktivitelerin taban kapasitesi veya oranları az-çok netleşecek. Sizin anlayacağınız, Suriye konusu önümüzdeki birkaç ayın en önemli meselesi. Tabii bu arada Sayın Başbakan’ın Suriye’ye ilişkin konuşma yapmadığını, gelişmeleri dikkatle izlediğini kaydedelim. Onun yerine, lâzım gelen konuşmaları da Davutoğlu yapıyor. Bu tutum da ziyadesiyle önemlidir. Burda şunu ifade edelim ki Suriye sorunu Türkiye açısından bayağı önem kazandı. İlgili kriz Irak, İran ve yerine göre de Lübnan’la ilişkilerimizi neredeyse berhava etti bile sayılır. Eğer bu sorun aşılabilirse, dış politikada yaşadığımız aşırı gerilim ve kuşatılmışlık kısmen hallolmuş sayılabilir. Böylece hem İran biraz daha gerçekçi davranmak durumunda kalır, hem de Irak sorunu bir parça bile olsa lokalize edilmiş sayılır. Daha mühimi de Fransa’ya, Suriye üzerinden lâyıkı seviyede bir cevap verilmiş olur. Ancak Fransa ve Suriye bir yana, Türkiye’yi daha bir yoracak konunun Irak olduğu unutulabilir mi? Çünkü Irak’ın artık çivisi çıktı sayılır. Bu isteksiz birliktelik nereye kadar sürdürülür? Ne var ki bu sorun sırf kendisinden ibaret de değil! Bütün bölgeyi ateşe verebilecek şekilde genişleme istidadı taşıyor. Fakat görüyorsunuz, Türkiye’nin meşguliyetleri de haddinden fazla. Dolayısıyla her meselenin üzerine atlamak da gerekmiyor. Stratejisi, zamanlaması iyi hesap edilmemiş problemleri, kendi hesabımızın dışında önümüze yığılmış buluyoruz. Daha açığı da çeşitli emrivakilerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu köşede sürekli vurguladığımız hususlardan biri budur zaten!.. Türkiye olarak fazlaca içe kapalı yaşıyoruz. Hükümeti, bürokrasiyi, hukuku sürekli iç problemlerle boğmak; Türkiye’yi sürekli gerilim filmleri izleyen bir arena gibi telâkki etmek, böylece de dış politika gelişmelerini emrivakiler şeklinde kucağımızda bulmak!.. Dolayısıyla enerjimizin yüzde doksanını bu alanlara harcıyoruz. Böyle bir haleti ruhiye ile, iç problemlerini halledememiş, ayrıca ne zaman halledeceği de belli olmayan psikolojilerle ne küresel güç ne de bölgesel güç olunmaz. Çoğu kişiye bakıyorsunuz da, sürekli devrim narkozları yemiş gibi, ömür boyu sekerat nöbetleri geçiriyor. Başkaları da Türkiye’nin bu halini, uluslararası arenaya bu şekilde taşımak istiyor: İstikrarsız, kamplaşmış, her an çatışmaya hazır bir ülke görüntüsü!.. Sayısız odak habire Türkiye’yi destablize etmek için uğraşıyor. Onun için her olumsuz durum karşısında afakanımızın kabarmaması ve daha sakin, kendinden emin görüntüler verilmesi gerekiyor. Özellikle de iç ve dış politikada eylemin öne çıkarılması, yaptığımız işlerin şerhine kalkışılmaması, yani retoriğe fazlaca başvurulmaması gerekiyor.