Oğuzhan Saygılı[*]   Dr. Mecit Barlas ismi her Gaziantepli için birbirinden farklılık arz eden çağrışımlar uyandırır. Günümüz gençlerinin önemli bir bölümü için pek çağrışım yapmayabilir. Muhtemelen şehrimizdeki “Dr. Mecit Barlas Pasajı ve Caddesi”ne bakarak “Galiba unvanında belirtildiği gibi doktordur ama bunun dışında hiçbir şey bilemiyorum” diyecek azımsanamayacak eğitimli ve eğitimsiz genç kitlesi vardır. Oysa birkaç kuşak önceye kadar Dr. Mecit Bey bu şehir için çok şey ifade ediyordu.   Özellikle de Antep Savaşı’ndaki Gazi şehrin mefluç olmuş, yaralılarının tedavisine yönelik hastaneye çevrilen Şeyh Fetullah Camiisi’ndeki Dr. Mecit Bey’in inanılmaz çalışmalarını biz unutsak dahi tarih unutmayacaktır. Bunun için yakılan birçok ağıt, türkü ve dile gelen şiirde kendisinden bahsedilmiştir.   Antep’in ilk doktorlarında olan Mecit Bey, kendi hayat hikâyesini yakınlarına, sevdiklerine muhakkak ki anlatmıştır. Doğal olarak bundan mahrum olanlar az değildir. Dar-ı dünyadan ayrıldığı 1969 yılından beri kendi hayat hikâyesini merak edip de öğrenmek ve bilmek isteyenler için sürpriz 2010 yılının Ocak ayında meydana geldi. Dr. Mecit Barlas, bir dönem hatırasını kalem aldığını, az da olsa günlük yazdığını, torunu Emre Barlas’ın hazırladığı “Dr. Mecit Barlas’ın Anıları” isimli kitabından öğrendik.[1]   Kitabın çok büyük bölümü hatıra tarzında yazılmıştır. Ancak çok küçük bölümleri ise günlük kategorisine girebilir. Söz konusu kitabın ışığı ve rehberliğinde Dr. Mecit Barlas şöyle anlatılabilir.   Mecit Bey, Medrese dersiamı ve rüştiye muallimi bir babanın oğlu olarak 1883’te Antep’te dünyaya gelir. Babasının medrese hocalığı dolayısıyla kendisi de aynı eğitimi alır. Medrese eğitimi ve Rüştiye’yi bitirdikten sonra İstanbul Tıbbiye Mektebi’ni okumak için İstanbul’a yol alır. Ayağındaki bir rahatsızlık dolayısıyla eğitimine zaman zaman ara vermek durumunda kalır. Bununla ilgili küçük bir örnek verilebilir. İstanbul Tıbbıye Mektebi’nin II. Meşrutiyet sonrası Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi’ne dönüşmesiyle, iskeleden mektebe kadar yürümesi gerektiğini, oysaki kendisinin topal ayağıyla buna zorlandığını şöyle anlatır: “arabayla gitmeye kesemin, yürümeye ayağımın tahammülü yoktu” (s.22)   Mecit Bey, niçin doktor olmak istediğini anılarında açıklar. Ayağının rahatsızlığı dolayısıyla karşılaştığı mesleği doktor olmayan, yarım doktorların tavrı ve 8-10 yaşlarındaki bir hatırası, cerrahlığa karşı kendisinde bir meyil uyandırdığını belirtir. Günümüzde daha fazla model ve idol sıkıntısı çeken çocuk ve gençlere yol göstermeye yönelik, Mecit Bey’in anlattığı bu anekdotu çok önemsiyorum. Şehrin dışındaki bir bostana doğru birkaç arkadaşıyla giderken yolda bir çanta bulur. Sözü Mecit Bey’e bırakalım: “Çantayı açar açmaz içinde pens, makas, eğri iğne gibi cerrahi aletler vardı. Yani küçük cep trosu idi. Çoçuklar bulduğum şeyi görmek için etrafımı sardılar. Ben biraz açıp onlara gösterdikten sonra koşuyordum, onlar beni takip ederek göstermemi istiyordu. Bu çantayı koynumda saklayarak eve getirdim ve geceyi sevinç içinde geçirdim. Ertesi sabah bu çanta için o zaman adet olduğu üzere tellal bağırmış. Meğer hükümet tabibi Müslüman doktora aitmiş. Hayvanla köye keşfe giderken düşürmüş. Babam da çantayı benden aldı, sahibine gönderdi. Fakat bende bu küçük vaka doktorluk, cerrahlığa meyil uyandırdı.” (s.19)   Balkan Savaşları Mecit Beyin, talebelik yıllarına tekabül eder. Bu dönemin şartları gereği Kandilli Cemile Sultan Köşkü ile Camcı Raif Paşa’nın taksimdeki evi hastaneye çevrilir. Mecit Bey, buralarda asistan olarak çalışır. Doktorluktan ilk kazancını da burada aldığını belirtir. 1914’te diplomasını alarak doktor olur.   Etfal Hastanesi’nde çalışmaya başlar. I. Dünya Savaşı başlayınca hastanenin bir harp hastanesine geldiğini beyan eder. Çanakkale Cephesi’nden birçok yaralının geldiğini, bunların tedavi edildiğini öğreniyoruz. Burada iki yıl çalıştıktan sonra eş zamanlı olarak Darülaceze’de de çalışır.   1918’de memleketi Antep’e dönen Mecit Bey, bir muayenehane açar. Arka arkaya savaşlarda yenilen Osmanlı Devletinin kabul etmek zorunda kaldığı mütareke döneminde, şehir İngilizler tarafından işgal edilir. İngiliz İşgal altındaki şehirden manzaraları ve Antepli vatanseverlerin yaptıklarını kitapta uzunca anlatır. Bilindiği üzre İngilizler şehri daha sonra Fransızlara teslim eder.   Antep Savaşı’nda dışarıdan ciddi bir yardım almayan şehir, yokluk, açlık ve bütün yoksulluğuna rağmen Fransızlarla mücadele eder. Tarihe II. Plevne Savunması olarak geçen bu savaşta Dr. Mecit Bey ve arkadaşlarının gayretleri, fedakâr çalışmalarını tarih bugün iftiharla yazmaktadır. Dr. Mecit Bey, asıl şöhretini bu dönemde alır. İlacın, teknik alet adavetin yok denilecek kadar olduğu bir dönemde yaralıların tedavisini, yüzlerce ameliyatı nasıl yaptığını kendi satırlarından şöyle anlatır: “…Yaralının bir kısmı bombardımandan yaralanan kadın ve çocuktu; bir kısmı da cephede yaralanan askerdi. Bu bir fecaatti, yürekler acısıydı. Yaralılar tedavi için vasıta ve ilaç yoktu. Bin bela ile tentürdiyot tedarik ediyorduk. Gaz bezi yoktu. Oradan buradan, tülbent topluyorduk. Pamuk olarak hidrofil pamuk pek azdı. Adi pamukları kaynatıp, sıkıp kullanıyorduk. Alet olarak kendi hususi cerrahi aletlerimi kullanıyordum. Bu şerait altında mecruhları tedavi ediyordum. Asepsi ve antisepsi kaidelerini hakkiyle tatbik imkânı yoktu. Noksan vasıtalarla kranyotomi yapıyor ve beyin mecruhlarını tedavi ediyordum. Bu hastaların mühim bir kısmı iyi oluyordu. Camii içinde mektebin bir kısmı yaralı ile dolmuştu. Bir aralık yaralılar buralara sığmadı. Abdullah Efendi’nin evini de işgal ederek mecruh yatırdık. Söylemezzade Dr. İbrahim Bey merhum da benimle birlikte gayretle çalışıyordu. Sıhhiye müdürü Şahabettin Bey de hastaneye gelir, yaralıları tedavi ederdi.” (s.39)[2]     Mecit Bey, Antep şehrinin teslim olması sonrası geçici olarak –Fransızların sözünün geçtiği dönemde- mutasarrufluk yapar. Nedendir bilinmez 1927’de Gazi şehrinin varlık-yokluk yıllarındaki bütün hizmetlerine rağmen cezalandırılır. Kendisi kamu kuruluşunda çalışmamasına rağmen Devlet hizmetlerinden el çektirilir. Milli Mücadele’nin aleyhinde bulunması, Fransızlara mutasarrıflık yapması, Fransızların Antep’i terk ederken kendisinin de onlarla beraber firar ettiği gibi suçlarla itham edilir. Hakkında Heyeti Mahsusa kararı çıkartılır. Barlas, manevi leke olarak gördüğü bu duruma çok üzülür. Hukukçu Ağabeyi Sait Bey bu durumu tashih etmek için Ankara’da çok uğraşır. Nihayetinde karar düzeltilir.   Siyaset ateşinin kendisini yakmaya çalışmasına rağmen Mecit Bey, siyasetten uzak yaşamayacaktır. Barlas ailesi uzun yıllar Gaziantep’te CHP’li olarak tanınacaktır. Birkaç kez CHP lideri İsmet Paşa seçim çalışmaları için geldiği Gaziantep’te Mecit Bey’lerde kalır. Yazar, parti içi mücadeleleri de anlatmaktan geri durmaz. 60 İhtilaline giden süreçte 57 Seçimlerinin Gaziantep ölçeğindeki kavga oldukça büyüktür. Demokratlara göre Halk partililer, Halk Partililere göre Demokratlar seçimde hile yapmıştır. Seçim sonrası Gaziantep’teki sıcak ve gerilimli günler ileriki yılların habercisidir. Mecit Bey, bu süreci hatıralarına serpiştirir. Yalnız burada çok küçük bir ayrıntıyı ıskalamak istemiyorum. 57 Seçim sonuçlarının açığa çıkmasıyla birlikte Demokrat Partililerin Halk Partililerin evlerinin önünde uzun süre davul çaldırdığını yazar. İhtilal ve sonrasında Demokrat Partililere yapılan eziyet, zulüm ve baskıların sebebi sorgulandığında bunun gibi tavırların da göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünmekteyim.[3]   Mecit Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarında Gaziantep Türk Ocağı Şubesi ve Trahomla Mücadele Derneği Reisliği yaptığını da okur kitap sayesinde öğrenmiş olur.   Kitapta aile fertlerinin, yakın akrabalarının ciddi hastalıkları ve ölüm süreci genişçe yer tutar. Doktor olarak meslek hayatında yapmış olduğu ciddi bir hatayı anlatmadan geçmez. Yakın akrabası genç bir kadının kürtaj ameliyatı yaparken bir anlık gaflet sonucu narkoza gerek yoktur düşüncesiyle bayıltılmadan ameliyata başlanır. Ama sonuç istenmeyen şekilde biter. Kadın ameliyattan kalkamaz. Yazar bu duruma çok üzülür sayfalarca bunu anlatır.   Ayrıca doktorluk sürecince kazandığı para, edindiği gayri-menkulleri teker teker belirtir. Bir doktorun hangi şartlar altında ne kadar para kazandığıyla ilgili fikir sahibi olunabilecek kadar örnekler verir.   Yazar, Çocukluğundaki Antep ile 50’li yılların başındaki Gaziantep’i kıyaslamaya çalışır. O zamanki şehrin nüfusunun 80.000 olduğunu söyler. Ermenilerin yaklaşık nüfusun dörtte birini oluşturduğunu, Ermenilere ait 20’ye yakın ilk mektebin olduğunu, Türklerin önemli bir kesiminin askerlikten kaçmak için Medreseye yazıldığını, eşraf ve bey çocuklarının okumadıklarını, hovardalık ve avcılık ile vakitlerini öldürdüklerini belirtir. İstanbul’da birkaç ailenin çocuklarının okuduğunu, ulaşım imkânları ve Cumhuriyetle birlikte okuma oranlarının arttığını vurgular. 1951 yılının başında yazdığı satırlarda Cumhuriyet’in bütün dinamik hamlelerine rağmen Osmanlı Devleti’nden kalan okulların dışında sadece 3 ilkokul yapıldığını, şehri süsleyecek bir Hükümet Konağı’nın daha yapılamadığına hayıflanır.   Not: (Bu yazı Kırkayak Dergisi’nin Aralık 2011 tarihli, 3. sayısında yayınlanmıştır.)      [*] Eğitimci, E-posta: [email protected] Blog Adresi: http://kitaplarinbaskenti.blogspot.com [1] Hazırlayan: Emre Barlas, “Dr. Mecit Barlas’ın Anıları” 122 sayfa, Ocak 2010, İstanbul, Cinius Yayınları [2] Rahmetli babam anlatırdı. Antep harbinde Mecit Beyin hizmetinde çalışan okuryazar da olmayan birisi, ileriki senelerde hastaları ameliyat edebileceğini, çünkü kendisinde Mecit Beyin “laportu” [raporu] olduğunu iddia edecektir. Okuma yazma bilen Halil Efendi [Prof. Dr. Halil Saygılı’nın dedesi] raporu okumak ister. Mecit Bey, bahsekonu kişinin hayvanların yara ve bereleri için ameliyat benzeri işlemler yapmaya muktedir olduğunu yazmıştır… [3] Yassıada Duruşmalarına merhum Menderes’in avukatı olarak katılan, daha sonra aktif politikada görev alan Ferruh Bozbeyli, hatıralarında bu konuya değinir. CHP’nin 27 Mayıs sonrası yaptıklarını eleştirdikten sonra DP’nin de kazandığı her seçim sonrası “Halk Partisi’ni eze eze, bastıra bastıra yendik.” gibi bir yaklaşım içerisine girdiğini, örneğin DP’nin ilk iktidara geldiği gün olan 14 Mayıs’ı adeta bayram olarak kutladıklarını, bazı mahalle isimlerine 14 Mayıs ismi verdiklerini, bu gibi politikaların ihtilale giden süreçte CHP’lileri kışkırttığını beyan eder. Ferruh Bozbeyli, Hazırlayanlar: İhsan Dağı, Fatih Uğur, 231 sayfa, Haziran 2009, İstanbul, Timaş Yayınları)