Dün Dolmabahçe Sarayı’nda ifade veren eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, öyle sanıyoruz büyük bir rahatlama içine girmiştir. Kendisine ne soru sorulmuş, ne cevap verilmiş olursa olsun!..   Dolayısıyla herhangi bir bilgiye ve duyuma dayanmadan, yani başka başka merkezlerin sözcülüğü derekesine düşmeden, sırf kendi kanaat ve yorumlarımız olarak şunu söylemek isterim.
 27 Nisan muhtırasının Yaşar Büyükanıt’a rağmen, bizzat kendisine ve hükümete yönelik bir emrivâki şeklinde tezahür ettiği anlaşılmaktadır. İlk anlarda bu emrivâkiye boyun eğdiği, Genelkurmay sitesinden duyurulan muhtıra metnini savunduğu bilinen bir husustur.
Fakat aynı Büyükanıt, Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakanla yaptığı uzun görüşmenin ardından, bambaşka biri olup çıkmıştır.   İşte bu görüşme büyük sermaye basınının yanı sıra, liberal ve ulusalcı basın tarafından da sürekli sorgulanmakta, orda ne görüşüldüğü hususunda bir yandan Başbakan, öbür yandan Büyükanıt devamlı köşeye sıkıştırılmak istenmektedir.
Hatırlar mısınız bilmem!.. Dolmabahçe buluşması konusunda ne Büyükanıt, ne de Başbakan şimdiye kadar sadraşifa bir açıklama yapmadılar. Zaman oldu biri diğerine, zaman oldu öteki berikine pas attı durdu: “Açıklarsa o açıklasın!.. Bu bir devlet sırrıdır. Bu görüşmenin içeriği mezara kadar gider” gibi. Yani orada önemli birtakım kararlar alındığı, belirli mutabakatlara ulaşıldığı anlaşılmıyor mu buradan? İşte açıklanmayan, açıklanmak istenmeyen husus bu olmalıdır.   İsterseniz biraz daha düşünelim:
Vâki buluşma hususunda, Başbakanın veya Yaşar Büyükanıt’ın rahatsızlığı gibi bir intiba uyandı mı hiç sizde? Taraflardan birinin olsun, diğerine karşı herhangi bir serzenişine şahit oldunuz mu? Rahatsız olduğu her durum karşısında yüzünün rengi allak bullak olan, kan beynine hücum eden, yani içindekini anında dışa vuran Erdoğan’ın bu buluşmadan rahatsızlığı söz konusu olabilir mi? Aynı şekilde Yaşar Büyükanıt için de geçerli bu söylediklerimiz. Öyleyse burdan bir sonuç çıkarmak gerekirse ne söylemek lâzımdır? 
Dolmabahçe buluşması, hükümetle Genelkurmay arasında, tarihi bir akitleşmenin resmidir. Yani Büyükanıt Paşa’ın, 27 Nisan muhtırası sırasında içine düştüğü ikilemin sona erdiği, hükümetle dayanışma içine girdiği yeni bir takvim başlangıcı!.. Yani bu öyle bir geçiş anı ki, adeta hayretlere sezâ gibi bir şey!..
Genelkurmay içinde ve ordular katında örgütlenmiş fiilî bir cunta yapısı, 27 Nisan muhtırası ile ciddi bir emrivâkiye kalkışıyor. O anda Doğan Güreş gibi, Yaşar Büyükanıt da şaşkın!.. Yutkunuyor ve darbecilerden yana açıklamalar yapıyor.
 Fakat hükümetin o gece Cemil Çiçek ağzından yaptığı yazılı duyuru, emrivâkiye boyun eğilmeyeceğini de ortaya koyuyor.  Ancak bu açıklama taşların yerine oturmasını sağlamaya da yetmiyor.   İşte bu arada darbeci gruplar karşısında, ordu içinde yeni bir kuvvet toparlanması ile karşı karşıya kalıyoruz. Balyoz ve Ergenekon yapılanmasının dışında kalan, Balyoz ve Ergenekon’un devamı unsurların muvaffakiyeti halinde de doğrudan tasfiye edilecek ordu içi grupların süratle toparlanması gibi bir durum!.. Dolayısıyla bu karşı toparlanmanın, hükümetin o açıklamasını takip ettiğini, daha doğrusu da ondan cesaret aldığını söylemek durumundayız.
Kuvvetli bir ihtimaldir ki bunun aksi de doğru olabilir. Emrivâki şeklinde ortaya çıkan 27 Nisan bildirisinden rahatsız bazı ordu içi komutanlar, o sırada bu rahahtsızlıklarını hükümete de iletmiş, yanında olduklarının teminatını vermiş ve ondan sonra da hükümet arkasını sağlama alarak, o tarihi açıklamayı yapmış olabilir. 
Dolayısıyla bu ihtimalin hangisi doğru olursa olsun sonuç değişmez.  Ama şunu da asla unutmayalım: Muhtıra denemesi karşısında, sivil idare ile dayanışma içine giren bazı askeri sınıfların varlığı!..   Kimdir peki bu sınıflar?
Açıktan açığa kendini ifade etmeyen ve bundan sarfı nazar eden mahçûp desteğin, kimlerden oluştuğunu tahmin zor olmamalıdır. Fakat şöyle bir genellemeden de niçin geri duralım? Hilmi Özkök’ü genelkurmay başkanı olarak ayakta tutan, onunla dayanışma içinde çalışan, fakat orduya da tam olarak hakim olamayan bir sınıf!..   Yani diyebiliriz ki Hilmi Özkök’ün geride bıraktığı bir takım!..
İşte böyle tarihin yeni bir kırılma anında, verilen 27 Nisan muhtırasının değil de, onun bertaraf etmek istediği sınıfların muvaffakiyeti ile karşı karşıya kalıyoruz. Daha doğrusu da 9 Mart emrivâkisi karşısında, 12 Mart 1971 cuntasının gerçekleşmesi gibi bir şey!.. Dolayısıyla Yaşar Büyükanıt’ın konumu, tasfiye edilmeye ramak kalmışken, beklenmeyen karşı bir atakla zafere ulaşan birini hatırlatmaktadır.
Neticeye gelecek olursak!..
Dolmabahçe buluşması, işte bu sonucun Başbakana arzından başka bir şey değildir. Ordu içinde yaşanan ciddi bir rövanşlaşmanın sonunun ilânı ve bunun hükümete takdimi gibi bir şey!..   Yani ordu, o bildiriye rağmen hükümetin yanındadır, ayrı baş çekmek gibi bir düşüncesi de asla bulunmamaktadır. Herkes bunu böyle bilsin!..
Tabii belki de, asıl bundan sonrasıdır önemli olan!..
Geleceğe dönük, ordu ve Türkiye politikaları hususunda tarihi bir akitleşme!.. Balyoz ve Ergenekon taraftarlarının, o sırada hükümetin bertaraf edileceği ümidine kapılanların sürekli dürtükledikleri husus budur.   Onlar ayrıca şunu da ortaya koymaya çalışıyorlar: Yaşar Büyükanıt paşanın ikili oynadığı, başlangıçtaki temâyülünün(!) aksine, sonunda hükümetle işbirliğine kalkıştığı duygusunu şantaja dönüştürmek!..