Abant toplantılarında üzerinde en çok durulan konulardan birinin din işleri olduğunu hatırlayacaksınız. Orada toplanmış bir sürü aydın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısını değerlendiriyor. Sesi en çok ...

Gözden kaçırmayın

ERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYORERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYOR

Abant toplantılarında üzerinde en çok durulan konulardan birinin din işleri olduğunu hatırlayacaksınız. Orada toplanmış bir sürü aydın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısını değerlendiriyor. Sesi en çok çıkanlar da eski solcu liberallerden başkası değil!.. Hemen hepsinin dile getirdiği ortak husus da, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması!.. Din hizmetinin ağırlıklı olarak dini cemaatlere terk edilmesi!.. Burada ilk elde cemaat kavramı ile kasdedilen Ermeni, Rum, Musevi ve Süryani cemaatleridir. Bu cemaatler din hizmetini Diyanet’e bağlı olarak yürütmüyorlar. Onlar hem tarihten gelen bir gelenekle, hem de Lozan anlaşması mucibince din hizmetini kendileri yürütüyor, kendileri organize ediyorlar. Nitekim daha geçenlerde hükümet azınlık vakıflarına konmuş ambargoları da kaldırarak, vakıfları kendilerine iade etti. Bir de bu arada halledilmemiş bir konu olarak, Ortodoks Rumlar’ın Heybeli Ada’daki okullarının açılması sorunu var. Hükümet bu konuda da anlayış göstermeye hazır görünüyor. Fakat aynı hakkı Yunanistan’ın da tanıması, Batı Trakyalı Türklere din eğitimi hususunda anlayış göstermesi vs. Düşünebiliyor musunuz? Avrupa Başkentleri arasında camisi bulunmayan tek şehir Atina!.. Türkiye yıllardan beri bu iş için uğraşıyor, Yunanistan ise Nuh diyor peygamber demiyor. Ve bu noktadaki tavrı Yunanistan’ın, aynen Ermenistan’ı andırıyor. Türkiye tek taraflı tavizler versin, fakat ne Ermenistan Karabağ’dan çekilsin, ne de Yunanistan Batı Trakyalı Türklerin dini eğitim ihtiyacını karşılasın!.. Bu konu böyle, fakat bununla da sınırlı değil. Buna ilâve olarak, Türkiye’deki Aleviler de ayrı bir cemaat hukukuna kavuşturulsun isteniyor. Aynı şekilde Sünni camianın da, ayrı ayrı cemaatler halinde öbekleşmesi, müstakil hukuklara dönüştürülmesi öngörülüyor. Burda kasdedilen dergâhların, tarikatların önündeki engellerin kaldırılması değil. Bunun çok daha ötesinde bir şey!.. Yani demek isteniyor ki Kamu/Diyanet din hizmeti vermesin ve lağv edilsin!.. Dolayısıyla Diyanet’e tahsis edilen bütçe, cemaatlerin büyüklüğüne göre onlara pay edilsin. Ya da tam aksine bireyler, hangi cemaate mensup ise, o cemaate din vergisi adı altında bir vergi ödesin. Cemaatlerin bütçesi burdan teşekkül etsin. Dini harcamalar da burdan yapılsın!.. Dolayısıyla İmam Hatip gibi, Kur’an Kursu gibi, ya da Hafızlık Kursu gibi hizmetlere ihtiyaç bulunmadığı sonucuna rahatlıkla ulaşabilirsiniz. İşte o liberal kafalara göre, bu tür hizmetlere artık gerek bulunmamaktadır. Çünkü bütün bunlar Türkiye’de, kamu hizmeti olarak icra edilmekte değil midir? Öyleyse Diyanet bu işlerden elini çekince, aynı hizmeti kimin vermesi gerekir? Tabii ki tüzel kişiliğe dönüştürülmüş ayrı ayrı dini cemaatler!.. Din eğitimi almak mı istiyorsun, cemaatler versin!.. Kur’an Kursu veya hafızlık mı, gene orası!.. Eee… din vergisini hangi cemaate ödemişsen, cenazeni de orası kaldırsın!.. Öyle değil mi? Şimdi dikkat edin!.. Tarihte Osmanlı Şeyhülislâmlığı, Şer’iyye ve Evkaf vekâleti, ya da şimdiki manada Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir üst kurumun bulunmadığını düşünün. Yani din hizmetini yürütmekle görevli yüzlerce, binlerce cemaat veya ideolojik, siyasi kurum!.. Hepsi de bütçeli!.. Fakat bunları kim denetleyecek? Her türlü sapmaları kim hizaya getirecek? Dolayısıyla Maliye Bakanlığı’nın veya cemiyetler masası polislerinin genel kurulları takibi ile iktifa edilecek demektir. Bu kesimlerin diline doladığı tek gerçek, İngiliz veya Fransız tipi bir din hizmeti veya yapılanmasından başka bir şey değil. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz Sünni İslâm geleneğini, Katolik veya Protestan yapılanmalardan bağımsız düşünememek. Daha doğrusu da Sünni geleneğin tarihsel evrimine büsbütün bigâne kalmak!. Malûm olduğu üzere din kurumu dünyada farklı farklı yapılanmalar arz eder. Musevilik, Hıristiyanlık, Hinduizm vs. Bir de bunlara, kendine özgü yapılanması ile Şiiliği eklemek gerekir. İşte bu yapılanmaların her biri, din üzerine giydirilmiş Kastik, hiyerarşik sultalara istinad etmektedir. Yani İran’da Şii mollaların işgal ettiği konumu hepiniz bilirsiniz. Onlara ittiba etmeden Şiilikten söz edilemez. Çünkü Şii ayetullahlara biat, Şiilik için tam bir akait şartıdır. Dolayısıyla böyle bir yapılanmayı siz varın Musevi hahamları, ya da Katolik, Ortodoks papazları, yani kilise için düşünün!.. O tür kastik yapıları tanımadan, onlara tabi olmadan asla din teşekkül etmez. Kişi ne Musevi, ne de Hıristiyan olabilir. Daha ötede ilgili din sâliklerinin, nikâhları bile geçerlilik kazanamaz. Dolayısıyla ilgili dini/toplumsal yapıların, mutlak teslimiyeti esas alan bir özelliği bulunuyor. Her birinin de tarihten beri devam eden akarları mevcuttur. Nitekim İran’da din kurumu, toplanmış vergilerin yüzde yirmisi (humus) üzerinde kesin söz sahibidir. Bu geleneğin İslâm’la başlamadığını, Zerdüştilik geleneğinin de aynen böyle olduğunu, buna bilâhere İslâmi bir veche kazandırıldığını hatırlamak gerekir. Daha mühimi de dini böyle anlayan ve yorumlayan, din kurumunu da böyle yapılandıran milletlere biraz daha dikkatle bakmak icabeder. Bu tür milletlerin her biri, sınıflı toplumlardan oluşur. Tarih içinde şahit olduğumuz ve doğuştan kazanılan bir aristokrasi, bir de mülksüz kölemenler!.. İngiltere, Fransa, İran, Rusya ve Batıda hâlâ daha Meşrutî Krallıklarla yönetilen ülkelerin bütünü!.. (arkası yarın)