Afyon'da ‘İstasyon’ filminin çekimleri sırasında ayağı kırılan oyuncu Cem Özer, yönetmen Sinan Çetin’in tedavi masraflarını karşılamadığını söyledi. Özer, Çetin'in sette kimsenin sigortasını da yapmadığını iddia etti.

Özer, filmin çekimleri sırasında sağ ayağını üç yerden kırmıştı. 

Posta’dan Suna Akyıldız’a açıklamada bulunan Özer, Çetin’in tedavi masraflarını karşılamadığını söyledi; "Sinan Çetin bu süreçte sağlık masraflarınızı karşıladı mı?" sorusu üzerine şu açıklamayı yaptı: 

"Hayır. Sigorta da yapmadı. Sette kimse sigortalı değildi. Üstüne kırık ayakla bir gün set bozulmasın diye ısrarla devam ettim. Afyon’da ayağımı geçici alçıya aldılar. “Biz bu kırığı burada ameliyat edemeyiz, İstanbul’a gidin” dediler. Madem bu kadar zor ve tehlikeli bir ameliyat bu, dünya çapında iyi olduğunu bildiğim bir hoca var, Prof. Dr. Azmi Hamzaoğlu. “Bari ona yaptırayım” dedim. Bu kez de “O kazıkçı” dediler. Sponsor bir hastane buldular. “Orada yaptır” dediler. Kabul etmedim. İsmini bile duymamışım... Ertesi güne set organize edilmişti. “Aman iptal olmasın iş. Çekelim sahneyi, ondan sonra İstanbul’a giderim” dedim. Ve sonuç bu oldu... "



 

Çok geçmiş olsun. Hepimizi korkuttunuz. En merak ettiğim soruyla başlıyorum. Neden dublör kullanmadınız? 

Bu tür tehlikeli sahneler için başka teknikler var, düşmeden montajla düşmüş gibi gösterilir. Ama yönetmenimiz Sinan Çetin daha gerçekçi olmasını istedi, atlamamı, düşmemi tercih etti. Bizim iş biraz gaz verme işidir. Setten “Abi yapma!” diyenler oldu. “Alt tarafı iki buçuk metrelik çukur. Ben zaten 1.87’yim. Ne var, atlarım” dedim. Sinan da “Atlar” dedi, gazı verdi. “Atlayacağım yeri göreyim. Önlemleri alalım” dedim. İki kat boş koli, onun üstüne sünger koyulur böyle sahneler için. Koli bulunamadı. İki tane yastık geldi altına. Çukurun üstü açılmadı. Ben de göremedim düşeceğim yeri. Koştuğum istikametteki duvara çarptım, üç yerinden kırıldı ayak. 

Hastaneden ilk gelen görüntülerde sadece ayak kırığı gibiydi. Ama sonra uzun süre yoğun bakımda kaldınız.

O sadece bir kırık değil üçlü ve çoklu kırık. Kırılan kemiklerden biri dokuyu zedelemiş. Orada lezyon oluşturmuş. “O lezyonla çalışırsan iltihap olur” dediler. Onun üzerine İsrail’den gelen bir formülü kullanarak suni deri yapıştırdılar. Derinin yerine deri yapıştırıldı yani. “O şekilde gönderemeyiz seni” dediler. Ama Sinan bana baskı yaptı, ben doktorlara baskı yaptım. Hızlı iyileştirmek için ‘Hiperbarik oksijen tedavisi’ yapıldı, bünyem tepki verdi. Hava embolisi oluştu. Aslında biraz kaprisli olmanın, burnu havada olmanın, “Ben yapmam kardeşim” demenin faydası var herhalde. Bunu da 60 yaşında öğrendim. 

Sinan Çetin bu süreçte sağlık masraflarınızı karşıladı mı?

Hayır. Sigorta da yapmadı. Sette kimse sigortalı değildi. Üstüne kırık ayakla bir gün set bozulmasın diye ısrarla devam ettim. Afyon’da ayağımı geçici alçıya aldılar. “Biz bu kırığı burada ameliyat edemeyiz, İstanbul’a gidin” dediler. Madem bu kadar zor ve tehlikeli bir ameliyat bu, dünya çapında iyi olduğunu bildiğim bir hoca var, Prof. Dr. Azmi Hamzaoğlu. “Bari ona yaptırayım” dedim. Bu kez de “O kazıkçı” dediler. Sponsor bir hastane buldular. “Orada yaptır” dediler. Kabul etmedim. İsmini bile duymamışım... Ertesi güne set organize edilmişti. “Aman iptal olmasın iş. Çekelim sahneyi, ondan sonra İstanbul’a giderim” dedim. Ve sonuç bu oldu... 



İyileşince yarım kalan filme devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Sinan ile bir noktada anlaşırsak bunu düşünürüm. Ama Sinan’ın öyle düşündüğünü sanmıyorum. Benim sahnelerimi baştan çekecek herhalde. Ya beni oynatacak ya da beni çıkarıp sahneleri baştan çekecek. 10 misli fiyata mal olacak. 

İstediği hastanede tedavi olmadığınız için mi aranız açıldı?

Kırık ameliyatının ücreti isteniyor. O da yüzde 50 indirimli. Azmi hoca “Sen merak etme Cem’ciğim, ben gerekeni yaparım” dedi. Ben bir şekilde ödedim parayı. Şimdi Sinan’dan bir adım bekliyorum. Epeydir görüşmüyoruz. 10 gün oldu. İlk gün gelmişti yoğun bakımdayken bir de çıktıktan sonra o kadar. 

Her şeyi cebinizden mi ödüyorsunuz?

Evet. Hallediyoruz çok şükür Sinan Çetin’e muhtaç değiliz. 

Sinan Çetin bu duruma ne diyor?

Mağdur olduğunu söylüyor. “Filmim yarım kaldı” diyor. Bir tuhaf işte. Ben daha mağdurum. 

Emekliliğiniz var mı?

Yok. Hayatımda sosyal garantiler yaptırmamış biriyim. 

Çalışamadığınız için işleriniz de kaldı...

‘Bir Garip Orhan Veli’ oyununa Aralık’ta başlayacaktım. Yurt dışında salonlar ayarlanmıştı. Ona başlayamadım. Banu Noyan Artistik Sanat Akademisi’nde hocalığa başlayacaktım, ona başlayamadım. İyileşince başlayacağım. Ocak’ta diziler başlıyor. Benim bu halimi gören kim gelip dizi projesi için iş teklif eder ki? 

Doktor ne zaman tam anlamıyla sağlığınıza kavuşacağınızı söyledi?

Doktorlar üç ay diyor, ama ben bir ayda hallederim bence. Tuhaf adamımdır. Görünce “Mucize” diyorlar. Yılbaşından önce tamamen iyileşmiş olmayı istiyorum. Zihnime ve bedenime bu emri verdim. Dava açmayı düşünüyor musunuz?

Net bir şey yok. Sinan’dan bir hareket bekliyoruz.



KADININ DOMİNANT OLDUĞU EVLİLİK HUZURLU OLMAZ

Eşiniz Pınar Dura ile güzel bir evliliğiniz var... 

Biz Pınar’la bir buçuk yıldır evliyiz, ama geride yedi buçuk yıl var. “İşte bu!” diyorsun. Yüzde yüz anlaşamıyorsunuz, zaten anlaşmayın da. O sıkıntı verir, tatsızlık olur. Yüzde yetmiş anlaşıyorsanız doğru kişiyi buldunuz demektir. 

Ünlü isimler için bir tarafın ünlü olmaması avantaj mı?

Şu anda avantaj. Bir tek ilk evliliğimde popüler olmayan bir kadınla beraberdim, kızımın annesi. O benim çok hevesle yaptığım bir evlilikti, zamansız ve erken... Ben anne babası ayrı, pek aile ortamı görmemiş biri olarak kendi ailemi hemen kurayım istedim. Onun dışında hep popüler kadınlar oldu. Popüler olmayan da ortada... Demek ki doğrusu buymuş. 

Egolar mı yarışıyor aksi taktirde?

Bir ipte iki cambaz oynamıyor. Ben hiç egosu olmayan biriyim, keşke yüz gram olsaydı. Sürekli vermeye çalışırım. Bununla övünmüyorum, bu en büyük eksiğim. O ilişkilerde bu yüzden hep kaybeden taraf oldum. Bir alışveriş yok, hep ben veriyorum. Sürekli kasaya gidip para veriyorum ama hiç kazak alamıyorum, çıplak kalıyorum. İki taraf da dominant olunca olmuyor. Evlilik, iki eşitin sürdürebileceği bir şey değil, tek kişinin dominant olması gerekir. 

Erkek mi? Kadın mı?

Kadın da olabilir ama erkek bunu kadına bıraktığı zaman kadın taşıyamıyor. Çünkü kadına toplumun verdiği rol o değil; dominant olması değil. İlişkide dominant olduğunuz zaman maddiyatı da siz yönetmelisiniz, nereye tatile gideceğinize de siz karar vermelisiniz. Kadın buna bir süre sonra isyan ediyor. “Bu senin görevin!” diyor kadın. Ben bugüne kadar kadının dominant olduğu ve huzurlu giden bir evlilik görmedim. İki taraf dominant olunca da kopuyor iş. Bu ortaklıklarda da böyle. 

İki ünlü insanın evli olması zor...

Zor tabii, çünkü onun da hayranları var. Meteor gibi dolaşan, ne zaman nereye düşeceği belli olmayan hayranları var. Kim popülerse sadece o önde olmalı. Biri bir adım geride durmalı. Aşk, ‘biz’ olmak değil kardeşim. Sen sensin, ben benim. İkimiz bir arada güzeliz. Ben ben olarak kalayım, sen sen olarak kal.

BENİ KÜÇÜK BİR CAMİDE UĞURLAYIN TEŞVİKİYE OLMASIN

Yoğun bakım sürecini merak ediyorum... Hayatınız film şeridi gibi geçti mi gözünüzün önünden...

Yok. Altı gün uyutulmuşum, iki gün sandım. Zaman kavramını kaybettim. Uyutulduğum dönemde her şeyi algıladım diyemem, algılamadım da diyemem. Çok acayipti. Algılıyorsun ama anlamıyorsun. “Burada ne yapıyorum?” diye düşündüm. “Ölmek böyle bir şey herhalde. Demek insan öldükten sonra son bir iki gününü hatırlıyor” dedim. 

Siz yoğun bakımdayken eski eşiniz Nurgül Yeşilçay destek oldu mu?

Nurgül ile hiçbir sorunumuz yok. Hastaneye geldi. Hastanenin kafesinde fotoğraf çekmek isteyenler olmuş. Sosyal medyada paylaşmamalarını rica ettik. Gündemi meşgul etmeyi sevmiyorum. 

Böyle zamanlarda insan dostunu ve düşmanını anlıyor galiba...

Aynen öyle. Benim ıskaladığım, beni ıskalayan çok insan olmuş. Onu gördüm. Ummadığımız insanlar geldi. Gözlerimiz dolu dolu oldu. İyi ki benim başıma bir şey geldi de öğrendik. 

Kendi cenazenizin nasıl olacağını hiç düşündünüz mü?

Ben çok merak ederdim. Çok şükür ben ölmeden cenazemi yaşadım. Artık cenazelere gitmiyorum. Marka eşarplar, gözlükler, tabutun başında selfie’ler falan... Benimkine hayatına gerçekten dokunduklarım, sevenler gelsin. Öyle küçük bir camiden kalksın, Teşvikiye falan olmasın.

 

RÖPORTAJ: SUNA AKYILDIZ / POSTA GAZETESİ